Suriye ile Türkiye arasındaki siyasal gerginlik nihayet askeri boyuta da taşındı. Esad Yönetimi’nin Özgür Suriye Ordusu ve Suriye Ulusal Konseyi gibi muhalif aktörlerin oluşumuna ve işleyişine katkı sağladığı gerekçesiyle suçladığı Türkiye ile Beşar Esad’ın kendi halkına karşı uyguladığı mezalime bir son verilmesi gerektiğini yüksek sesle dillendiren Türkiye, Suriye Ordusu’nun, Lazkiye açıklarında eğitim ve radar kontrolü yaptığı belirtilen bir Türk jetini düşürmesi sonrası tam anlamıyla savaşın eşiğine gelmiş durumdadırlar. Ne var ki, iki ülke arasında çıkabilecek en küçük askeri çatışma dahi uluslararası sistem ekseninde Ortadoğu kaynaklı büyük bir kırılmanın ve kamplaşmanın yaşanmasına neden olabilecektir. Zaten mevcut konjonktürde Türkiye’nin tedbirli ve kılı kırk yaran bir tutum takınmasının nedeni de bu çatışmanın ulusal, bölgesel ve uluslararası sistem ekseninde olabilecek en az zararla atlatılabilmesinin hedeflenmesidir.
22 Haziran 2012 Cuma günü öğle saatlerinde Malatya’nın Erhaç Üssü’nden “eğitim ve ulusal radar kontrolü amacıyla” kalkan TSK’ya bağlı RF-4E jeti, içerisinde bulunan 2 pilot ile birlikte Akdeniz’in uluslararası sularında Suriye’ye 13 mil mesafede seyrederken Suriye tarafından vurulmuş ve uçak Suriye karasuları içerisine, Lazkiye kıyılarına 8 mil uzaklıkta Akdeniz’e düşmüştür. Bu saldırı konusunda söylenmesi gereken en önemli nokta, Türk jetinin vurulmadan 15 dakika kadar önce Suriye karasularını çok kısa bir süre (2 dakika) ihlal etmesi ve Türk Hava Kuvvetleri’nin uyarısı sonrası uçağın hemen Suriye karasularından çıkarak Akdeniz’in uluslararası sularına dönmüş olmasıdır. Akdeniz’de ülkelerin karasuları sınırı olarak 12 deniz milinin kabul gördüğü dikkate alındığında, Suriye’nin kendi karasularından 1 mil açıkta uluslararası sularda seyreden ve 15 dakika kadar önce yalnızca 2 dakikalığına Suriye karasularına giren Türk jetini hiçbir uyarı yapmadan ve Suriye karasularını terk etmiş olmasına karşın vurup düşürmesi çok açık bir uluslararası hukuk ihlalidir ve hakça cezalandırılmaya mahkumdur. Zira Türk jetinin kısa bir süreliğine de olsa gerçekleştirmiş olduğu karasuları ihlali coğrafi, teknolojik ve topografik sorunlar nedeniyle birbirine komşu olan ülkeler arasında yaşanabilecek bir durumdur ve yapılacak bir uyarı ile geçiştirilebilir. Nitekim Genelkurmay’ın internet sitesinde açıklanan bilgilere bakıldığında geçtiğimiz yıl Türk Hava Sahası’nın çeşitli ülkeler tarafından tam 114 kez ihlal edildiği ve bu ihlallerin yapılan uyarılar sonrası sonlandırıldığı belirtilmektedir. Durum bu iken, Suriye’nin 2 dakikalık bir ihlalin ardından Suriye karasularını ve hava sahasını terk etmiş bir uçağa uluslararası sularda silahsız, haberleşme sistemleri ve kimliği açık bir şekilde seyrederken hiçbir uyarıda bulunmadan saldırması ve uçağı düşürmesi uluslararası hukuk nezdinde anlaşılabilecek bir durum değildir. Uluslararası hukuka göre, Suriye’nin böyle bir ihlal karşısında atması gereken 4 adım bulunuyordu. İlk adım karasularını ve hava sahasını ihlal eden uçağı telsizle uyarmaktır. Bu uyarıdan sonuç alınamazsa, Suriye Ordusu’na ait uçaklarla tek başına, silahsız bir şekilde seyreden Türk jetine önleme uçuşu düzenlenebilirdi. Önleme amaçlı bu girişimden de sonuç alınamdığı takdirde uçak inmeye zorlanabilir ve bu esnada Türkiye de konuyla ilgili olarak bilgilendirilebilirdi. Tüm bu çabalardan sonuç alınamadığı ve ihlal devam ettirildiği takdirde ise Suriye’nin “sorgusuz sualsiz” bir şekilde gerçekleştirdiği saldırıyı yaparak uçağı düşürme hakkı saklıydı. Fakat Suriye, uluslararası hukuku ayaklar altına almış ve silahsız bir eğitim uçağını, Türkiye’ye ait olduğunu bilmesine karşın (aksi yönde iddialar gerçeği yansıtmamaktadır) vurarak düşürmüştür. Hukuk tarafından anlamlandırılamayan bu gelişme siyasal bakımdan rahatlıkla anlamlandırılabilir.
Türkiye, Esad karşıtı gösteriler başladığından bu yana Beşar Esad’ın siyasal ve yönetimsel reform iradesini güçlenmdirmeye çalışmıştır. Ne var ki, Suriye Yönetimi’nin mezhep ayrımcılığı ile şekillendirilmiş ve azınlık diktası halini almış yönetim anlayışının değişmeyeceği anlaşılınca, Türkiye, Esad Yönetimi’nin ülke içi muhalefet eliyle ve askeri seçeneği kapsamayacak uluslararası baskı yöntemleri eliyle ortadan kaldırılabilmesi hedefini Suriye politikasının merkezine yerleştirmiştir. Ortadoğu’yu merkeze alan yeni dış politika paradigmasını halklar nezdinde meşruiyet çerçevesinde biçimlendiren Türkiye’nin, Suriye halkının büyük bir bölümü tarafından meşru olarak görülmeyen Esad yönetimine destek vermesi beklenemezdi. Türkiye, Suriye’deki siyasal değişimin altyapısını şekillendirebilmek ve çoğunluğu oluşturan muhalefetin örgütlü bir yapıya sahip olabilmesini sağlayabilmek için başta Suriye Ulusal Konseyi olmak üzere çeşitli muhalif hareketlere destek vermektedir. Türkiye’nin, Suriye Ordusu’na karşı mücadele eden Özgür Suriye Ordusu’na lojistik ve eğitim desteği verdiği de söylenmektedir.
Türkiye’nin Esad Yönetimi’ne karşı olan tutumu açıkça ortaya konduğuna göre, Suriye’nin Türk jetini düşürmesinin aslında bir mesaj kaygısı taşıdığını açıkça ortaya koymak gerekir. Üstelik 22 Haziran Cuma gününden yalnızca 1 gün önce, Suriye Hava Kuvvetleri’ne ait 2 uçağın Özgür Suriye Ordusu mensuplarınca kaçırıldığını da hesaba katmalıyız. Suriye kaybettiği uçakların hesabını muhalif askerlere destek veren Türkiye’den sormak istemiş olabilir. Bunun yanı sıra, Lazkiye yakınlarında yer alan Tartus’ta Rusya’nın bir deniz üssü olduğunu ve Rusya’nın Suriye Ordusu’nun elindeki hava savunma sistemini çok yakın bir zamanda modernize ettiğini de unutmamak gerekir. Bu gerçeklik, Rusya’nın Esad Yönetimi’ne verdiği siyasal ve askeri destek ile birleştiğinde daha da önemli hale gelmektedir. Ne Rusya ne de Suriye, Türk jetlerinin Suriye topraklarını (özellikle de Tartus ve çevresini) yakından gözetlemesini istemediği ve uluslararası sisteme dair bir mesele haline gelen Suriye Krizi’ne Türkiye’nin daha fazla müdahil olmasını istemedikleri için düşürülen Türk jeti aracılığıyla Türkiye’ye bir mesaj vermek ve aynı zamanda Türkiye ile Esad karşıtı ABD ile AB’nin tepkisini ölçmek istemiş olabilirler. Yani düşürülen Türk jeti, sürecin nasıl devam edeceğini ortaya koyacak bir turnusol kağıdı işlevi görebilir. Rusya’nın uluslararası sistem ekseninde Avro-Atlantik hegemonyasına son vermek istediği ve bu isteğine Çin gibi küresel ya da İran gibi bölgesel aktörlerin destek verdiği dikkate alındığında, NATO üyesi ve Avro-Atlantik İttifakı’ya yakın duran Türkiye üzerinden verilen sistem tabanlı mesaj yerini bulmuş olmalıdır. Nitekim özellikle ABD’nin meseleye oldukça tedbirli yaklaştığını görüyoruz. ABD, olayın arkasında sistemik çatışma gerçekliğinin yattığını görmüş olabilir. ABD Yönetimi’nin Kasım ayındaki başkanlık seçimleri öncesi isteyebileceği en son şey ise Putin Rusya’sı ve onun sistemik müttefikleri Çin ve İran ile askeri bir çatışmaya girmek olacaktır. ABD’nin bu tavrı, ekonomik kriz ve birliğin geleceğine dair felaket senaryoları ile sarsılan ve enerji anlamında bağımlı olduğu Rusya ile sorun yaşamak istemeyen AB’ye de yansımış durumdadır. Buna karşın, özellikle İngiltere ile İtalya Türkiye’ye destek veren ve NATO’nun temsil ettiği ruhu yansıtan açıklamalar yapmış ve Türkiye’ye gerektiği takdirde askeri destek vermeye hazır olduklarını belirtmişlerdir. Ne var ki, bu destek çok geniş bir perdeden dillendirilmemektedir. Türkiye, özellikle ABD’nin Suriye merkezli bir savaş gerçekliğini mevcut konjonktürde kaldıramayacağını gördüğünden “üyelere bilgi verme ve karşılıklı istişare” başlığını taşıyan 4.madde ekseninde NATO Konseyi’nin toplanmasını istemiş ve 5. maddeyi (bir üyeye yapılan saldırının tüm üyelere yapıldığını kaydeden ve bu zamana kadar sadece 11 Eylül sonrası Afganistan Operasyonu ekseninde kullanılan) şimdilik kaydıyla gündeme getirmemiştir.
Mevcut konjonktürde Türk halkının ve Türk hükümetinin Suriye ile bir askeri çatışmaya girmek istemediği ortadadır. Zaten Türk halkının Suriye halkı ile herhangi bir problemi de yoktur. Gerçekleşen olay Beşar Esad’ın Rusya’dan da yardım alarak ortaya koyduğu ve uluslararası yansımalarının da olması beklenen bir tahriktir. Özellikle Rusya, gerek Suriye Ordusu’na verdiği silahlar ve eğitim gerekse de Esad Yönetimi’ne özellikle BM nezdinde verdiği destek ile Suriye’yi uluslararası sistem mücadelesinin merkezinde gördüğünü göstermektedir. Türkiye’nin Rusya için bu kadar önem taşıyan bir ülkeye karşı giriştiği ahlaki mücadele ise Rusya tarafından Avro-Atlantik Dünyası’nın gücünü arttıran ve kendi çıkarlarına aykırı bir eylem olarak görülmektedir. Esad Suriye’sine verilen destek göz önünde bulundurulduğunda İran ve Çin için de aynı şeylerin söylenebileceği ortadadır.
Bundan sonraki süreçte Türkiye’nin yapması gereken, askeri bir müdahaleden çok uluslararası hukukun öngördüğü yolların kullanılarak Suriye’nin resmen özür dilemesinin sağlanması ve aynı Suriye’nin gerçekleştirdiği eylemin karşılığı olarak hakça bir tazminat ödemeye mahum edilmesidir. Türkiye’nin müttefiklerinin Esad Suriye’sine karşı askeri operasyon seçeneğini dillendirmekten kaçındığı bir noktada, bu ülkeye karşı Türkiye’nin tek başına düzenleyebileceği bir askeri operasyon hatalı bir karar olacak, Rusya ve İran’ın da işine gelecektir. Zira böylece gittikçe güçlenen ve bölgesel bir lider olmanın eşiğinde olan Türkiye, Suriye bataklığına çekilecek ve aynı zamanda saldırgan bir ülke olarak Arap toplumları ve tüm dünya nezdinde yaftalanacaktır. Hiç kuşkusuz, bu durum Türkiye’nin yumuşak gücüne ve Ortadoğu halkları nezdindeki prestijine ağır bir darbe indirebilecektir. Görünen o ki, Suriye, bu eylemiyle Pandora’nın Kutusunu açmıştır ve bu kutuyu yeniden kapatmak çok ama çok zor olacaktır.
Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU
Giresun Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü