Suriye Operasyonu Küresel ve Bölgesel Güçler Açısından Ne İfade Ediyor?

Şam’da düzenlenen kimyasal silah saldırısı sonrası, bölgede incelemelerde bulunan ve Suriye’yi henüz terk etmiş olan BM denetçilerinin raporu beklenmeden dar kapsamlı ve kısa süreli bir hava operasyonu seçeneğinin genel kabul görür hale gelmesinin arkasında birçok önemli faktör bulunmaktadır.

Esad karşıtı bir pozisyon alan ve Suriye muhalefetine siyasal, diplomatik ve askeri anlamda destek veriyor olmasına karşın, bu ülkeye askeri bir operasyon düzenlemeyi istemeyen ABD’nin, Guta’daki kimyasal saldırı sonrası tavrını değiştirmiş olması üzerinde durulması gereken bir husustur. Nitekim ABD’nin Suriye’ye bir operasyon düzenleyip Esad rejimini devirmek için harekete geçmek istememesinin en önemli nedenlerinden biri Rusya’nın BM’ye de yansıyan rahatsızlığı ve İran’ın bölgeyi karıştırmaya yönelik emelleri ise diğeri de Esad sonrası Suriye’sini öngörme noktasındaki eksikliğidir. Zira ABD de görmektedir ki, Suriye muhalefeti arasında tam bir birlik söz konusu değildir ve diplomatik/siyasal görüşmelere yansıyan Batı ile uyumlu Suriye muhalefeti görüntüsü, Suriye Ordusu ile mücadele eden sahadaki aktörler söz konusu edildiğinde ortadan kaybolmaktadır. Bugün itibarıyla Özgür Suriye Ordusu şemsiyesi altında Esad güçleri ile savaşan en önemli unsur El Nusra gibi Selefilik anlayışını benimsemiş, El Kaide ile organik bağlantıları bulunan ve Batı karşıtı olan aktörlerdir. ABD ve Batılı aktörler, Esad sonrası Suriye’sinde siyasal kontrolün bu örgütlerin eline geçmesinden ve Afganistan’da işgal öncesi dönemde teşkilatlanmış olan Taliban türevi bir yönetimin oluşarak kendilerini dışlamasından endişe etmektedir. Nitekim böyle bir yönetim, Esad liderliğindeki Baas diktasının, bu kez Selefilik anlayışı çerçevesinde El Kaide ile organik bağları olan aktörler eliyle kurumsallaştırılmasını ve Suriye’de mevcut konjonktürde Nusayrileri ön plana alan dikta rejiminin, bu kez Selefi Sünniler eliyle teşkilatlandırılmasını beraberinde getirecektir. ABD ve diğer Batılı aktörlerin, Suriye’de Esad sonrasına ilişkin bir diğer çekinceleri de, ülkenin Sünni Arap, Nusayri ve Kürt bölgeleri üzerinden bölünmesi gerçekliğinin ön plana çıkması ve bu esnada etnik/dinsel/mezhepsel aidiyetler üzerinden kanlı bir iç savaşın patlaması endişesidir. Suriye’nin kuzeyinde El Nusra ile PYD arasında yaşanan çatışmalar ve gerçekleştirilen katliamlar bu endişenin yersiz olmadığını da kanıtlamaktadır. Bu nedenle, Suriye’nin geleceğine ilişkin olarak üzerinde anlaşılan bir yönetim tarzı oluşturulamadığı takdirde, Esad rejiminin devrilmesinin hiçbir anlamı olmayacaktır.

Ne var ki, Guta’daki kimyasal saldırı, Obama yönetiminin Suriye özelinde izlediği nispeten edilgen yaklaşımını değiştirmesine neden olmuştur. Zira kimyasal saldırı, Obama’nın Suriye özelinde ilan ettiği kırmızı çizgilerin aşıldığı anlamına gelmektedir. Bu saldırıya cevap verilmediği takdirde ABD’nin sistemsel etkinliği/liderliği daha da tartışılır hale gelecektir. Bunun yanı sıra, Guta’daki saldırı, Batı dünyasında ve ABD’nin Ortadoğu’daki müttefikleri bağlamında Suriye muhalefeti ile dayanışma ve ahlaki sorumluluk anlayışının ön plana çıkmasına neden olmuştur. ABD’nin bu saldırıyı tamamıyla göz ardı etmesi, sistemsel olduğu kadar ahlaki ve müttefikleri bazında siyasi meşruiyetini de yitirmesi anlamına gelebilecektir. Bu çerçevede, ABD, Suriye’ye, kısa süreli ve sınırlı bir operasyon düzenlemeyi tercih ederek ve Esad’ı devirmeyi değil yalnızca cezalandırmayı hedefleyen bir hedefi gözeterek hareket edeceğini göstermekte ve böylece Suriye özelinde siyasal çözüm anlayışını terk etmediğini Rusya, İran ve Çin gibi aktörlere göstermeyi amaçlamaktadır.

Operasyon ekseninde ABD’nin yanında konumlanan İngiltere ve Fransa gibi aktörler ise, Ortadoğu özelindeki tarihsel/siyasal etkinliklerinin altını çizebilmeyi ve Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olabilmeyi hedeflemektedirler. Ne var ki, özellikle Irak işgali ve Libya’daki göreceli başarısızlık ve Avrupa’yı çepeçevre saran ekonomik sıkışmışlık sonrasında, bu ülke hükümetlerinin muhalefeti ve halkın genelini operasyona ikna etmeleri oldukça zor bir sürece işaret etmektedir. Operasyon bağlamında BM’nin sağlayacağı meşruiyetin kullanılamayacağının anlaşılması, Rusya’nın siyasal/ekonomik baskıları ve BM denetçilerinin kimyasal saldırıyı kimin, nasıl gerçekleştirdiği noktasında saldırıya meşruiyet kazandırabilecek olan raporlarının henüz hazırlanmamış olması, bu ülkelerin operasyon çekincelerini arttıran faktörler olarak değerlendirilebilir.

Rusya ise, saldırıya karşı çıkmasına ve bunu açıklıkla ifade etmesine karşın, Suriye için hiç kimseyle savaşmayacağını Dışişleri Bakanı Lavrov’un ağzından ifade ederek, gerçekleştirilecek operasyon kapsamında ABD ve müttefiklerine müdahale etmeyeceğini göstermiştir. Zira Rusya da farkındadır ki, ABD’nin Suriye özelinde ilan ettiği kırmızı çizgi ilan edilmiştir ve uluslararası aktörler bazında da, saldırıyı kimin gerçekleştirdiğine ilişkin kesin bir bilgi olmamasına karşın, bu saldırıyı Esad rejimine yükleyen ve Esad’ın cezalandırılmasını isteyen büyük bir isteklilik söz konusudur. Saldırıya ilişkin ahlaki gereklilikler ve tüm bu faktörler birlikte düşünüldüğünde, Rusya’nın, Esad’ı devirmeye değil cezalandırmaya yönelik bir operasyona müdahale etmeyeceği anlaşılmaktadır. Rusya, ABD ve müttefiklerinin Esad sonrasını öngörememeleri gerçekliğinde de hareketle operasyonun sınırlı olacağını ve kendi çıkarlarına da fazlaca zarar vermeyeceğini görmektedir. Üstelik bu saldırı sayesinde Suriye’nin elinde bulunan Rus yapımı hava savunma sistemi de sınanacak ve operasyonun enerji fiyatları üzerinde yarattığı baskı neticesinde Rusya’nın ekonomik kazancı da artacaktır.

Suriye’de Esad yönetiminin devrilmesi sonrası oluşacak kaotik ortamı ve muhtemel bir El Kaide etkinliğini kendi ulusal güvenliğine yönelik bir tehdit olarak gören ve bu nedenle daha öngörülebilir seçenek olan Esad’ın devrilmesi noktasında isteksiz olan İsrail de, gerçekleştirilen kimyasal saldırı sonrasında ABD’nin sınırlı operasyon seçeneğine sıcak bakar hale gelmiştir. Koruyucusu ABD’nin sistemsel çıkarlarına ters düşmemeyi ve Suriye özelinde işleyişi daha yakından kontrol eder hale gelip, bu ülke özelindeki İran-Hizbullah etkinliğini azaltabilmenin hesabını yapan İsrail, Esad’ın elindeki kimyasal/biyolojik silahlara yönelik düzenlenecek operasyona da sıcak bakmaktadır. Zira böylece, Esad’ın, bu silahları İsrail’e yönlendirme kapasitesi ortadan kaldırılabilecektir.

Suriye’de operasyona karşı çıkan İran ise, ne tür bir saldırı olursa olsun Esad rejimine desteğini sürdürecektir. Suriye Krizi, İran’ın nükleer programının gündeme getirilmesinin önüne geçmekte ve aynı zamanda, İran’ın kendi krizini, Esad üzerinden Suriye, Hizbullah üzerinden Lübnan ve Maliki yönetimi üzerinden Irak’a yaymasına fırsat vermektedir. İran, Suriye’ye askeri operasyon düzenlenmesi ve bu ülkede yönetim değişikliğine gidilmesi halinde kendisi açısından çemberin daralacağını ve sıranın kendisine geleceğini görmektedir. Nitekim Suriye’de oluşabilecek Sünni ağırlıklı bir yönetim İran’a sıcak bakmayacak, bu ülke özelinde federal bir çözüm yoluna gidilirse de, İran’ın kuzeybatısında yaşayan Kürtler ayrılıkçılık yönünde daha da cesaretleneceklerdir.

Suudi Arabistan, Katar ve diğer Körfez ülkeleri de Esad rejimini zayıflatacak ve devirecek her türlü operasyona ekonomik, siyasal ve askeri destek vereceklerdir. Zira bu ülkelerin mevcut siyasal/bölgesel etkinliğinin arkasında yatan en önemli neden ABD’nin bölgedeki operasyonel/bölgesel ortakları olmalarıdır. Suriye’de, İran ile işbirliği içerisinde olan Esad yönetiminin devrilmesi ve yerine kendileriyle yakın müttefiklik bağları kuracak Sünni ağırlıklı bir yönetimin oluşturulması, özellikle Suudi Arabistan’ın bölgesel gücünü arttıracak ve Ortadoğu’daki Suudi Arabistan-İran rekabetinde, yani perde arkasındaki Sünni-Şii gerginliğinde, Suudi Arabistan’ı birkaç adım öne çıkaracaktır.

İç savaşın başladığı günden bu yana Esad karşıtı tutumunu sürdüren ve Guta Saldırısı’nı Esad rejiminin düzenlediğine inanan Türkiye ise, uzunca bir süredir askeri operasyon seçeneğine sıcak baktığı için, ABD’nin hava operasyonu seçeneğine yönelmesinden memnundur. Ne var ki, Türkiye, daha kapsamlı bir müdahaleden yanadır. ABD’nin, Suriye muhalefetine, El Kaide türevi örgütler nedeniyle sıcak bakmaması ve yeterli desteği vermemesi Türkiye’yi rahatsız etmektedir. Türkiye, gerçekleştirilecek hava operasyonunun Esad rejimini deviremeyeceğini görmektedir. Türkiye’nin bu operasyon bağlamındaki esas korkusu, kendi toprakları içerisinde Reyhanlı saldırısı benzeri eylemlerin gerçekleştirilebileceği hususudur. Bu nedenle, Esad yönetiminin olabildiğince çabuk bir şekilde devrilmesinden yanadır. Aynı zamanda, hem PYD hem de El Nusra-El Kaide unsurları ile temasını sürdürmekte ve süreci yönetmeye çalışmaktadır. ABD’nin, El Nusra türevi örgütlere olan olumsuz bakışı ise Türkiye’yi, bu aktörler ile ilişkiler noktasında, tam bir ikilemle karşı karşıya bırakmaktadır. Suriye’ye düzenlenecek operasyonun, I. Körfez Savaşı’nın yarattığı etkiyi yaratarak, Esad’a da tıpkı Saddam gibi uzunca bir süre daha iktidarda kalma şansını vermesi olasılığı ise Türkiye’yi ciddi bir rahatsızlığa eklemleyecektir. Ne var ki, mevcut konjonktürde, bu senaryonun gerçekleşmesi olasılığı da oldukça yüksektir.

Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU

Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü

 

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...