Suriye Krizi’nin Şifreleri

Soğuk Savaş döneminden bu yana Arap Dünyası’nın en önemli ülkelerinden biri olarak görülen Suriye, halkların yönetimsel değişim, temiz toplum ve çoğulcu demokrasi istemleri doğrultusunda ortaya çıkan Arap Baharı kapsamında gerçekleştirilen toplumsal gösteriler ile sarsılmıştır. Suriye’nin toplumsal eşitsizlik üzerine kurgulanmış otoriter siyasal anlayışı, halkın taleplerini karşılamaktan uzak olduğu için Arap Baharı kapsamında düzenlenen en şiddetli protesto gösterileri bu ülkede yaşanmaktadır. Ne var ki, Suriye Yönetimi’nin kendi halkına karşı oldukça sert davranması ve gaddarlığa varan bir tutum takınması tüm dünyanın tepkisini çekmektedir.

Suriye’nin mevcut siyasal anlayışı, 1960’ların başında Soğuk Savaş gerçeklerine uygun olarak ortaya konmuş olan Baas İdeolojisi’nin izlerini taşımaktadır. Baas İdeolojisi, Arap milliyetçiliği ile sosyalizmin tek bir potada eritilmesini amaçlayan korporatif bir devlet anlayışını yansıtmaktadır. Soğuk Savaş döneminde Suriye ve Irak’ın siyasal yapılanmasına doğrudan etki etmiş olan bu ideoloji bugün Suriye’de yaşatılmaya çalışılmaktadır. Ne var ki, Suriye’deki siyasal sistemin yalnızca Baas İdeolojisi ile şekillendirildiğini söyleyemeyiz. 1970’lerin başında gerçekleştirdiği bir askeri darbe ile yönetime el koyan ve diktatörlük temelinde şekillendirdiği Suriye siyasal yönetimini, korporatif yapıya sıcak bakan Baas İdeolojisi ile sarmalayan Hafız Esad, bugünkü Suriye Yönetimi’nin temellerini atan kişi olarak bilinir. Suriye toplumunun büyük bir çoğunluğunun aksine, nüfusun %10-15’lik bir bölümünü oluşturan Nusayri (Arap Alevisi) kökenli bir isim olan Esad, eline geçirdiği siyasal yönetimi şekillendirirken büyük çaplı bir mezhep ayrımına gitmiş ve Sünniler ile uzlaşmaktansa onları siyasal sistemin dışına itmeyi tercih etmiştir. Bugün Suriye’de siyasetin, ordunun, istihbaratın ve ekonominin Esad Ailesi’nin akrabalarının ya da Nusayri kökenli Suriye vatandaşlarının kontrolünde olduğunu söyleyebiliriz. Mezhep ayrımına dayalı bu yönetimsel anlayış, dikta yönetimi altında bulunan Suriye halkının yönetime olan tepkisini arttıran en önemli faktörlerden biri olmuştur. Sünni kökenliler ağırlıkta olmak üzere, mezhep ayrımına dayalı tek adam yönetimine karşı Suriye halkının daha önce de isyana kalkıştığını biliyoruz. En büyüğü 1982 yılında Hama’da gerçekleştirilen bu isyan girişimleri, Suriye Ordusu tarafından oldukça kanlı bir şekilde bastırılmış ve Hafız Esad koltuğunu korumayı başarmıştır. Hafız Esad’ın ölümünün ardından, yönetimin ne kadar anti-demokratik temeller üzerine kurgulandığını gösterircesine başkanlık koltuğunun oğlu Beşar Esad’a geçmiş olması Suriye’de sistemik anlamda hiçbir şeyin değişmeyeceğini gösteriyordu. Nitekim geçen 10 yıllık süreç içerisinde Suriye’nin mezhep ayrımcılığına dayalı siyasal anlayışına ilişkin herhangi bir değişim yaşanmamıştır.

Suriye’nin dış politika yaklaşımı incelendiğinde, bu ülkenin Soğuk Savaş döneminde kurgulamış olduğu Ortadoğu dengesinin bugün için hala geçerli olduğunu ve Suriye’nin bölgesel anlamda önemli bir ülke olarak kendisini konumlandırmayı başardığını görüyoruz. İsrail ile giriştiği savaşlardan yenik ayrılan ve Golan Tepeleri’ni bu ülkeye kaptıran Suriye, İsrail’e destek verdiği gerekçesiyle ABD ile ilişkilerini dondurmuş ve Soğuk Savaş döneminde yönünü SSCB’ye çevirmiştir. Soğuk Savaş döneminde SSCB’nin Ortadoğu’daki en önemli müttefiki haline gelmiş olan Suriye, bu ülkeden çok ciddi ekonomik ve askeri yardım almıştır. Bu ilişkinin bugün de sürdürüldüğünü ve Suriye’nin SSCB’nin tarihsel devamı olan Rusya ile çok yakın siyasal, ekonomik ve askeri bağlara sahip olduğunu ve ordu modernizasyonu, silah alımı gibi çok önemli konularda Rusya ile işbirliği yaptığını biliyoruz. Hatta iki ülkenin ilişkileri o denli ileri boyutlara evrilmiştir ki, Suriye, Rusya’ya Akdeniz kıyısındaki Tartus Limanı’nı askeri üs olarak vermiştir.

Suriye’nin iyi ilişkiler içerisinde olduğu bir diğer ülke de İran’dır. Soğuk Savaş döneminde kurulmuş olan bu müttefiklik ilişkisi, Suriye’nin enerji ihtiyacının karşılanması yolunda büyük bir öneme sahiptir. İran’ın, kendisini Ortadoğu’daki diğer ülkelerden ayıran Şiilik mezhebini siyasal sistemine eklemlemiş olması, büyük bölümü Sünni olan bir nüfusa sahip olmasına karşın yönetimini Nusayrilik üzerine kurgulamış Suriye’nin bu ülkeye sosyo-kültürel yakınlık duymasına yol açmaktadır. İran’ın Avro-Atlantik Dünyası ile yaşadığı geniş çaplı siyasal kriz ve Rusya ile geliştirdiği enerji ve ekonomi temelli ilişki, daha birkaç yıl öncesine kadar ABD’nin “şer ekseni” içerisinde gördüğü Suriye’nin, İran ile müttefiklik temelinde ilişkiler geliştirmesini sağlamıştır.

Suriye’nin diplomatik temas kurduğu bir diğer siyasal aktör ise sahip olduğu sosyo-kültürel ve ideoloji temelli meşruiyet ile başta Lübnan’ın istikrarı olmak üzere, Ortadoğu güvenliği üzerinde büyük bir etkisi bulunan Hizbullah’tır. Suriye, ideolojik anlamda birbirlerine bağlı olan İran ile Hizbullah arasındaki lojistik bağlantının kurulabilmesini sağlamanın yanı sıra, Hizbullah militanlarının kendi topraklarına sığınmasına da izin vermektedir.

Suriye, son dönemde Türkiye ile de ikili ilişkilerini geliştirmiştir. Türkiye’nin komşular ile diyalogu ön plana çıkaran bir dış politika anlayışını benimsemesi ve bölgesel liderlik arzusuna dayalı olarak, özellikle Arap Ortadoğu’su meselelerine daha fazla müdahil olması Suriye ile ilişkilerine de yansımıştır. Hafız Esad döneminde PKK’ya verilen destek nedeniyle oldukça gergin bir görünüm arz eden, hatta 1990’ların sonunda savaşın eşiğinden dönen Türkiye-Suriye İlişkileri milenyumla birlikte büyük bir değişim göstermiştir. Hafız Esad’ın koltuğuna oturan Beşar Esad’ın kendi yönetimine meşruiyet kazandırmak ve diplomatik destek sağlayabilmek için Türkiye ile iyi ilişkiler kurmak istemesi ve Türkiye’nin komşularla olan sorunları en aza indirgemeyi planlayan dış politika stratejisi birleştiğinde, Türkiye-Suriye İlişkileri model ortaklık seviyesine kadar yükselmiştir. Öyle ki, Arap Baharı kapsamında Suriye’de olaylar yaşanmaya başladığında Türkiye bir süreliğine sessiz kalmış ve şiddetin dozu yükselmeye başladığı an Suriye’deki soruna müdahil olmayı tercih etmiştir.

Türkiye, izlediği dış politika ile Arap Halkları’nın çoğunluğu gibi Suriye halkının da büyük sempatisini kazanmıştır. Öyle ki, Arap halklarının büyük çoğunluğu kendi geleceklerini içerisinde yaşadıkları devletlerin değil, Türkiye’nin izleyeceği politikanın belirleyeceğini düşünmektedirler. Bu nedenle içerisinde yaşadıkları tek adam yönetimine dayalı çürümüş siyasal sistemleri ortadan kaldırabilmek için giriştikleri ve Batı dünyası tarafından “Arap Baharı” olarak adlandırılmış mücadelede Türkiye’nin desteğini de arkalarında görmek istemektedirler. İşte bu noktada Türkiye için büyük bir ikilem ortaya çıkmaktadır. Türkiye, iyi ilişkiler kurduğu Arap yönetimleri ile bu yönetimlere karşı mücadeleye girişmiş halkların destek talepleri arasında sıkışıp almıştır. Bu nedenle Türkiye’nin Arap Baharı’na bakış konusunda ciddi bir duraklama dönemi yaşadığını görüyoruz. Aynı durum Suriye için de geçerlidir. Türkiye, Ortadoğu Açılımı noktasında model ülke konumunda olan Suriye Yönetimi ile iyi ilişkilerini sürdürmek istemektedir. Ancak Beşar Esad Yönetimi’nin kendi halkına karşı giriştiği askeri mücadele ve reform isteksizliği, Türkiye’yi halkın yanında konumlanmaya doğru itmektedir. Zaten Türkiye’nin mevcut şartlar içerisinde “zalim bir diktatörlük” olarak görülebilecek Suriye Yönetimi’nin uygulamalarına göz yumması mümkün değildir. Türkiye, Suriye Yönetimi’nin başta serbest seçimlerin düzenlenmesi olmak üzere çoğulcu bir siyasal yapının oluşmasına izin vermesini beklemekte, mezhep ayrımına dayalı anlayışın kaldırılmasını arzulamaktadır.

Beşar Esad, siyasal varlığının mezhep ayrımcılığına dayalı tek adam yönetimine bağlı olduğunu bilmektedir. Bu nedenle tüm dünyanın ve Türkiye’nin arzuladığı siyasal reformları gerçekleştirmeye sıcak bakmamaktadır. BM Güvenlik Konseyi içerisinde, özellikle Rusya ve Çin’in tavırları nedeniyle, Suriye’ye yönelik cezalandırıcı tedbirlerin alınamaması ve Esad Yönetimi yıkılırsa, Suriye’yi ne tarz bir yönetimin beklediğinin öngörülememesi, Suriye’ye karşı harekete geçilmesi konusunda oldukça yavaş hareket edilmesinin en önemli nedenleri olarak görülmelidir. Suriye Yönetimi’ne karşı olan İsrail Hükümeti dahi, Esad sonrası oluşacak kaosu düşünerek mevcut dengelerin korunabilmesine yönelik bir tedbir alınmasını arzulamaktadır.

Ahmet Davutoğlu’nun Hama’da gerçekleştirilen büyük çaplı katliam sonrası gerçekleştirdiği Şam Ziyareti sonrası Suriye Yönetimi’ne bir müddet daha süre verildiği anlaşılmaktadır. Zira Türkiye de Suriye’de yaşanacak bir siyasal dönüşümün, Esad’ın hükümdarlığı altında gerçekleştirilmesini istemektedir. Türkiye, siyasal çoğulculuğun ve demokratik anlayışın zaman içerisinde yerleşmesi halinde Suriye’deki tek adam yönetiminin de evrimsel bir süreç içerisinde ortadan kalkacağını düşünmektedir. Türkiye’nin bu stratejiye dayanarak, özellikle Suriye halkını zor durumda bırakacak ekonomik kısıtlamalara karşı çıktığını, bu ülkeye askeri müdahale seçeneğinin gündeme getirilmesini ise hiç arzulamadığını görüyoruz. Bu nedenle Türkiye bir inisiyatif almış ve Davutoğlu’nu Şam’a göndererek uluslararası toplumun ve Türkiye’nin isteklerini Esad Yönetimi’ne yeniden iletmiştir. Beşar Esad’ın bu iyi niyetli uyarıyı dikkate almaması ve ülke içerisindeki katliamlara devam etmesi halinde, başta ABD olmak üzere, uluslararası aktörlerin askeri seçeneği de yadsımayan farklı seçenekler üzerinde durması da olasıdır. Bu durum, ne Beşar Esad için, ne Suriye halkı için, ne de yoğun bir göç dalgası ile karşılaşması olası olan Türkiye için hiç de hayırlı olmayacaktır.

 

Göktürk Tüysüzoğlu

Giresun Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...