2012 yılı, İslam dünyası için sayısız fırsatı da beraberinde getirdi. Pek çok Arap ülkesi ilk kez olarak demokratik seçimler yapma ve adalet, eşitlik ve şeffaflığa dayalı reformlar gerçekleştirme şansını elde etti. Ancak öte yanda siyasi temsil sorunu ve ekonomik iyileşme gibi zorluklarla da mücadele etmeleri gerekiyor.
Ortadoğu’daki ve dünyanın geri kalan yerlerindeki Sünni ve Şiiler için en önemli risklerden birisi de mezhepçi politikalar. Amerikan askerlerinin Irak’tan ayrılmasından sonra, Başbakan Nuri el Maliki’nin Irak’ın en üst düzey Sünni siyasi figürlerinden olan Tarık el Haşimi hakkında tutuklama kararı çıkarması bu mezhepçilik tehlikesini bir kez daha gözler önüne serdi. Bazıları Suriye’de devam eden mücadeleyi bir mezhep savaşı olarak okuyorlar ve İran’ın Esad rejimine verdiği desteği Şii politikalarının bir parçası olarak görüyorlar. Lübnan, Bahreyn, Pakistan ve diğer bölgelerde güçlü Şii cemaatleri mevcut ve bu nedenle mezhepsel gerilimler, İslam dünyasında tesis edilmesi gereken barış ve istikrar için ciddi bir tehdit oluşturuyor.
Mezhepsel ayrılıklar, İslam Tarihi içerisinde uzun bir geçmişe sahip. Sadece Sünni ve Şiiler değil, Sünni ve Şii mezhepleri içerisinde yer alan çeşitli farklı dini, siyasi ve fıkhi gruplar, İslam coğrafyasında yüzyıllar boyunca yaşadı. Bu gruplar temel dini prensiplerde ortak bir zemine sahip olsalar da, İslam tarihinde yaşanmış bazı olaylara dair olan yorumları ve çeşitli dini kaynaklar farklı düşünce akımlarının gelişmesine neden oldu. Bu nedenle Müslüman topluluklar dini ve mezhepsel çeşitliliğe yabancı değillerdir.
Gerek Sünni gerekse Şii topluluklar içerisinde yer alan lider konumundaki kimseler, mezhepsel mücadeleleri engellemede yüzyıllar boyunca yapıcı bir rol oynadılar. Ve bu rolü bugün tekrar üstlenmeleri gerekmektedir. Bugün Sünniler ve Şiiler arasında yaşanan mevcut gerilimlerin çoğu büyük oranda siyasi nedenlerden kaynaklanıyor. Irak’ta siyasi partiler üzerinden süregelen güç mücadelesinin Sünnilik ve Şiilik arasında bulunan etik ve yasal ilkelerle alakası yok denecek kadar az. Ancak bu mücadele Sünni-Şii ayrılığı olarak telaffuz edilerek, din siyasi emellere alet ediliyor
Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra, Irak’taki Şiiler ve Kürtler eşit temsiliyet için tarihi bir fırsat yakaladılar. Bu yeterince adil bir durumdu. Ancak Saddam dönemini “Sünni idare” olarak görerek, Sünnilere karşı düşmanlık içeren yeni bir Şii yapılanmasını bina etmeye çalışmak çok büyük bir hataydı. Neyse ki, Irak Şiilerin büyük çoğunluğu bu zihniyete sahip değillerdi. Örneğin Ayetullah Ali el-Sistani, bu tür kışkırtmalara direnerek, Sünni ve Şii Iraklılar arasındaki gerilimi düşürücü çok kilit bir rol üstlendi.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, geçen sene bütün Müslümanlar tarafından büyük sevgi ve saygıya mazhar olmuş olan Hz Ali’nin gömülü olduğu Necef şehrini ziyaret ettiğinde, Ayetullah Sistani ile de bir araya gelmişti. İkili, İslam Alemindeki Sünni ve Şiilerin birliğini korumanın önemi de dahil olmak üzere pek çok konu üzerine görüştüler. Ayetullah Sistani, İslam tarihinin en trajik günlerinden birisi olan Kerbela olayının anıldığı Aşure gününde Erdoğan’ın mesajını paylaştı. Erdoğan’da, Ayetullah Sistani’nin Irak, İran, Lübnan ya da diğer yerlerdeki Şiiler üzerindeki yapıcı rolünden pek çok yerde övgüyle bahsetti.
Siyasi ve dini liderler, İslam alemindeki mezhep çatışmasını önlemek için tarihsel bir sorumluluk taşıyorlar. Bu konuda pek çok girişim oldu. Örneğin 3 Mart 2007’de düzenlenen ve İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ı ve Suudi Kral Abdullah’ı bir araya getiren Mekke zirvesinde, her iki taraf da mezhep çatışmasını önlemek ve bu tür provokasyonları engellemek için üzerilerine düşen görevi yerine getireceklerine söz verdiler. Sünni ve Şiiler arasında bir takım farklar olduğu doğru ancak bunların hiçbirisi kavgayı ve savaşı gerektirecek nedenler değil. Sünni ya da Şii İslam adına mücadele ettiğini söyleyerek, cinayet işleyenler dinlerinin en temel prensibini de ayaklar altına alarak, günah işliyorlar.
Sünni ve Şii dini liderlerin, takipçilerini eğiterek onlara ılımlı bir yol göstermeleri gerekiyor. Pek çok ülkede tansiyonu düşürmeye güçleri yetebilir. Bu nedenle, uzlaştırıcı bir rol oynamada ısrar etmeleri şart. Siyasi liderlerin ise, kimlik siyasetinden sakınarak, dini siyasete kurban etmekten kaçınmaları gerekiyor. Zira siyasi bir sorunun mezhep çatışması olarak sunulması hem dine hem de siyasete yapılan bir kötülük.
Bu nedenle, mezhepçi politikaların bizleri daha zayıf ve savunmasız kılacağını herkesin anlaması gerekiyor.
Yazının İngilizcesi için tıklayınız…
Doç. Dr. İbrahim Kalın
T.C. Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörü
Çeviri: Peren Birsaygılı Mut