Kitap Analizi: Sosyolojik Düşünmek

Kitabın;
Adı:
Sosyolojik Düşünmek
Yazarı: Zygmunt Bauman
Yayınevi: Ayrıntı Yayınları
Basım Tarihi: 1998
Türü: İnceleme
Sayfa: 265
İşlenen Konu: İnsanın kişisel günlük yaşantısından edindiği görüş, duyuş, davranış ve düşünüş biçimleri ile sosyolojik düşünmenin farkları anlatılmıştır.

Ana Fikir
Belli bir kitleye yani sadece sosyolojiyle ilgilenen kesime hitap etmek yerine daha günlük anlatımıyla herkese ulaşmayı başarabilmesi sayesinde geniş çerçevede duyarlılık ve farkındalık yaratmayı hedefleyen bir eser olmasından dolayı önemli bir kitap olduğunu düşünüyorum. Çünkü felsefik anlatımı olan kitaplar çok net anlaşılamadığı için her okuyucuya ulaşamaz ve beğenisini toplayamaz. Kitabın anlatmak istediği özgürlük arayışı, bu yolda gösterilen çaba ve dayanışma. Kitap bu durumu yalın dille anlatmasından dolayı elimizde değerli bir maden bulundurmuş oluyoruz.

Kurgu
Sosyolojiyi, yeni deneyimler karşısında kabul edilmiş anlatıların durmaksızın sınanması, biriktirilmiş bilgiye durmaksızın ekler yapılması ve bu süreç içinde bilginin değiştirilmesi olarak, kısaca bitmek bilmez bir faaliyet olarak düşünebiliriz. Sağduyu ise duyguların dışına çıkarak doğru yargılar ortaya koyma yetisidir. Sosyoloji ile sağduyu arasında özel bir ilişki olmasına karşın birbirinden bir o kadar da farklıdır.
Sosyolojik düşünme sanatının sağlayacağı temel hizmet hepimizi daha duyarlı kılmaktır. Şöyle ki; duygularımızı keskinleştirebilir, gözlerimizi daha fazla açabilir.
Sosyolojik düşünme sanatının senin ve benim özgürlüğümüzün alanını, cüretini ve pratikteki etkinliğini arttırmaya yakın olduğu söylenebilir. Bu sanatı öğrenip onda ustalaşan bir birey kuşkusuz daha az manipüle edilebilir, dışarıdan gelen baskı ve dayatmalar karşısında yıkılmaz hale gelebilir ve muhtemelen direnilmez olduğu iddia edilen güçler tarafından sabitlenmeye karşı direnebilir.

Olaylar

I. Özgürlük ve Bağımlılık
Seçme özgürlüğü kendi başına kişinin seçimlerini hayata geçirme özgürlüğünü garanti etmez, hele niyet edilen sonuçlara erişme özgürlüğünü hiç temin etmez, kısıtlamalar vardır. Bugünkü özgürlüğümüz dünkü özgürlüğümüz tarafından sınırlanmıştır. Bulunduğumuz ırk, ülke, aile bunların başlıca olanlarıdır. Özgürlüğü tam olarak bu “belirlenmişlik” içinde yaşayabiliriz. Ancak bu gruba dâhil olmak benim özgür seçimimin ürünü değil; aksine bağımlılığımı gösterir o gruba olan. Özgürlük, yaptığın işin sorumluluğunu üstlenmektir. Özgür davranabilmek için özgür iradeden başka kaynaklara da ihtiyacımız vardır.
Günümüzde tanımlanan özgürlük ise kaynaklarla ve hayat projeleri ile ilişkilidir ve bu anlamda da bir eşitsizlik vardır; yani herkes özgür değildir.
Bu bölümde özgürlük kavramının aslında ne olduğundan, bu yetiyle kararlara varıyor oluşumuzdan bahsedilmiştir. Hiç kimsenin sonsuz özgürlüğe sahip olamayacağı konusu üzerinde durulmuştur. Bunun sebebi ise mensup olduğumuz gruplardır. Aile, ırk, vatan gibi… Örneğin mensubu olduğumuz grubun sosyal yapısı amaçlarımızı şekillendirir.

II. Biz ve Onlar
Bauman, iç ve dış grubu tanımlar. Buna göre iç grup ait olduğumuz, dış grup ise ait olmadığımız ve olmak istemediğimiz gruptur.
“Biz” ait olduğumuz grup anlamına gelir. Bu grup içindekileri gayet iyi anlarız ve anladığımız için nasıl sürdüreceğimizi iyi biliriz, kendimizi güvende hissederiz, içinde olmaktan hoşlanırız.
“onlar” grubunun işleyişine dair ise pek bir bilgimiz yoktur. Bu yüzden bu grubun yaptığı her ne ise bizim için genelde kestirilemez ve korkutucu şeylerdir.
“biz” ve “onlar” ancak birlikte karşılıklı çatışma içinde anlaşabilirler.
İç grup bizdendir fakat dış gruba her zaman önyargıyla yaklaşılır. Irkçılık yaklaşımı gibi…
İç grup duygusu olmadan dış grup, dış grup duygusu olmadan da iç grup olamayacağını vurgulanır.
Dış grup, iç grubun hayali olarak zıddıdır ve iç grubun özkimliği, tutarlılığı, iç dayanışması, duygusal güvenliği için dış gruba ihtiyacı vardır. İçerinin değerini verebilmek için bir dışarısı olmalıdır. Bauman, ideal iç grup örneği olarak aileyi gösterir.

III. Yabancılar
Yabancılar ne “biz”im ne de “onlar”ın parçasıdır. Ne düşman ne dosttur. Yabancılarla ne yapacağımızı, neler bekleyeceğimizi, nasıl davranacağımızı bilemeyiz. Düşmanlarla savaşırız, dostları severiz ve yardım ederiz ama ne düşman ne dost olanlara ne deriz ya da hem dost hem düşman olanlara ?
Bu sebeple güvensizlik yaratırlar. Haliyle göze batar, huzursuz ederler. Yabancılardan kurtulmak için bir sürü yol deneriz. Soykırım gibi… Sivil dikkatsizlikte bu yollardan biridir. Görmezden gelmektir.

IV. Birlikte ve Ayrı
Kişi ne kadar yukarılara çıkarsa görüş alanı o kadar genişler: tepeden kontrole tabandan disiplinle karşılık verilmesi gerekir. Bu bölümde cemaat ve örgüt kavramları üzerinde durulmuştur.
Cemaat yoktur; eğer manevi birlik yoksa. Cemaatin en güçlü girişimleri ortak din, ırk, inanç olmaktadır. Herkesin sebebini nedenini sormadığı sadece inanç iradesi ile içinde bulunduğu gruptur bunlar. Örgütte ise belli uyulması gereken kurallar vardır. Hatta bunlar yazılı olarak herkesin onayına sunulup, uyulmayanın dışarıda kalacağı bir durumdur. Belirli rollerden ibarettir.

Okulda öğrencisindir ve okul yönetmeliğinin kurallarına uyman beklenir yalnızca. Başka bir yerdeki ironinin burasını ilgilendirmez. Cemaate örnek olarak aileyi verirsek, cemaat içinde tümüyle kişisel bağlantının söz konusu olduğunu görebiliriz. Örgütte ise belirli roller ilerledikçe kişilerin birbirleriyle bağlantı kurması söz konusu olabilir. Örgütlerde kuralları koyanlarla kurallara uyanlar arasında keskin bir bölünme söz konusudur. Cemaatte ise kuralları koyan genelde bilinmediğinden böyle bir kesinlik yoktur. Ancak bir hiyerarşi orada da mevcuttur. Her iki grup tipinde de rutin bir ilerleyişe sevk vardır. Biri belli baskıcı bir yöntemle diğeri içten gelen inançla sağlanır.

V.Armağan ve Mübadele
İnsani etkileşim çoğu kez birbiriyle çelişen iki ilkenin bakışma baskısına teslim olur; eşdeğerler mübadelesi ve armağan ilkeleri.
Bu bölümde armağanın ilkeleri ele alınıyor ve armağanla mübadelenin zıtlığı karşısında ortaya çıkan çıkarcılık vurgulanıyor.
Mübadele durumunda asıl olan özçıkardır. Armağanda ise alıcının niteliğine bakılmaksızın verilmesi durumu ön plandadır, çıkarsızdır yani. Sadece ihtiyacı olduğu için herhangi bir kişiye sunulur. Şu da bir gerçek ki eğer duyguların yargılara mübadelesine izin verilirse zararlı olabilirler. Mesela banka yetkilimiz acıdığı için ve çektiğimiz sıkıntıyı anladığı için borç vermeye karar verir ve bu nedenle bizim parasal savrukluğumuzu dikkate almazsa kolaylıkla temsil ettiği bankanın zarar görmesine neden olabilir. Duygu kişisel ilişkilerin vazgeçilmez bir parçası iken kişisel olmayan ilişkilerde böyle bir özelliği kalmamıştır.

VI. Güç ve Seçim
Hayatımızda yaptığımız her seçimin iyi veya kötü birer sonuçları vardır. Önemli olan yaptığımız seçimin arkasındaki neden ya da nedenlerdir. Bu bir güç de olabilir.
Alışılmış ve hissi eylemler irrasyonel eylemler olarak tanımlanır. Hayatımızda vazgeçilmez bir yer işgal ederler ve bizi düşünmeye harcadığımız onca zamandan kurtarırlar. Hareketlerimizi daha az zahmetli kılarken görevlerimizi yerine getirmemizi kolaylaştırırlar.
Rasyonel eylem; muhtemel birçok eylem biçimi arasından faalin bilinçli olarak eylemler vermeyi amaçladığı sonuca en uygun olduğunu düşündüğü bir eylemi seçmesine dayanır.
İnsan ne kadar fazla güç sahibi olursa seçim ufku o kadar geniş, gerçekçi olarak verebileceği karar miktarı o kadar fazla, makul olarak onların istediklerini yerine getireceğinden emin olurken gerçekçi olarak gözetebileceği sonuçların alanı o kadar geniş olur.

VII. Kendini Koruma ve Ahlaki Görev
İnsan doğası gereği sahip olma güdüsüyle yaşar. Mülkiyet sahibi, ün sahibi, evlat sahibi gibi…
Bunlar var olunca da rekabet ortaya çıkar. Rekabet doğrultusunda gerçekleştirilen eylemler bencilliğe ve acımasızlığa dayanır. Oysaki ahlaki göreve terstir. Bu durumda iki kavramda birbirine zıttır.
Kendini koruma, bir şeye sahip olmak ihtiyacının getirdiği bir tür zorunluluk ya da baskıdır. O şeyi ele geçirmek kendimizi korumamızın ve hata hayatta kalmamızın bir koşuludur. Bir şey ihtiyaç duyulduğundan iyidir, bir şey biz ona ihtiyaç duyuyorsak iyidir.
Bir şeye sahip olmak ötekilere ona ulaşma imkânı vermemek anlamına gelir. Bu nedenle sahip olma, her şeyden önce bir dışlama ilişkisidir. Sahip olan ile sahip olmayan arasında asimetrik bir ilişki kurulur; çünkü sahip olmayanı ihtiyaç halinde sahibe bağımlı kılar. Neticede bu tür bir ilişkide bağımlı kılan güç sahibidir. Burada özgürlük ve bağımlılığa gönderme yaparak güç sahibinin bağımlı olana göre daha özgür olduğunu hatırlatır.

VIII. Doğa ve Kültürü
Bauman’a göre insan tarafından değiştirilebilir ya da belirlenebilir şeyler kültürü, insanın gücünü aşan şeyler de doğayı referans verir. Bir şeyin doğal değil, kültürel olduğunu söylemek o şeyin manipüle edilebilir olduğunu söylemektir. Kültür en çok doğa kılığına büründüğünde etkilidir.

IX. Devlet ve Millet
Bauman, milletle devletin evliliği, hiçbir biçimde alınyazısı değildir; kendi rızalarıyla yapılmış bir evliliktir şeklinde devlet-millet kavramları arasındaki bağı irdelemiştir.
Bauman’ın çizdiği haliyle, devletin temel nitelikleri şunlardır;
– Belli bir güç odağı tarafından bir arada tutulan belli bir toprak parçası üzerinde kurulur.
– Egemenlik sürdüğü topraklarda şiddet tekelidir.
– Hem korunduğumuzu, hem de ezildiğimizi ve sömürüldüğümüzü hissettirir.
– Yasalara dayanarak cezalandırır.
– İçkin olarak çelişkilidir.
Bauman’ın çizdiği haliyle, milletin temel nitelikleri de şunlardır;
– Millet, hayali cemaatlerdendir.
– Takipçileri hiçbir zaman yüz yüze gelemeyecekleri kolektif bir bünye ile özdeşleştikleri müddetçe var olabilir.
– Ortak bir dil, kültür ve geçmiş söz konusudur, en azından öyle iddia edilir.
– Seçim olmaktan çok kader olduğunu vurgulayacak bir köken miti vardır, milletin tamamen doğal olduğunu kanıtlamaya çalışır.
– Bütün bu bileşenlerin bir araya gelmesiyle yaratılan milli ruh, aidiyet duygusu yaratır.
Bauman’a göre devlet hem korunduğumuzu hem ezildiğimizi hissettir. Cezalar verir. Millet ise hayali bir cemaattir. Millet, devlet gibi çıkarları kollamaz aksine çıkarlara anlam verir.
Devletin bir uyruğu olmanın hakların ve ödevlerin bir birleşimi olması, aynı zamanda hem korunduğumuz hem de ezildiğimizi hissetmemize neden olur. Eğer devletin koruyucu ilgisi bir şeyleri yapmamızı sağlıyorsa, devletin baskıcı işlevi daha çok acizlik duygusu verir; bu işlev yüzünden, birçok seçenek gerçekleşemez hale gelir.
Yurttaş olmak, uyruk olmaya ek olarak devlet politikasını belirlemede söz hakkına sahip olmaktır. Pratikte böyle bir etkide bulunmak için yurttaş, devlet düzeni karşısında bir oranda özerklik yaşamalıdır. Burada yine devlet faaliyetinin yetkinleştirici ve baskıcı özellikleri arasında çatışma ile yüz yüze geliyoruz.

X. Düzen ve Kaos
Kaos düzensiz olgular olarak tanımlanır. Düzen için ise kaos gereklidir. Olayların birbiri ardından akışının bozulacağı, kaosa meydan vereceği fikri toplumun korkularından biridir. Ancak kaos üzerinde düzenin zaferi hiçbir zaman mutlak değildir. Bunu daha önceki bölümlerde edindiğimiz bilgiler aracılığıyla yorumlayabiliriz. Yabancılar, yerleşik olanlara gelerek onları huzursuz kılar. Belli bir düzeni yok ederler. Harita üzerinde hayali bir çizgi çizilir ve buna sınır denir. Sonra bu çizginin öteki tarafında kalanlar bu sınırı geçmek istediğinde düşman olarak nitelendirilir.

Düzen kurmak belirsizlikle savaşa tutulmaktır. Bu sınır dediğimiz hayali çizginin bulunduğu coğrafyaya, eli silahlı insanlar yerleştirilir ve bir taraftan diğer tarafa geçiş bir otoriteye bağlanır. Bu otorite tüm otoritelerin yaptığını yapar: karşılıklı dışlayıcı biçimde olmayan, farklılaşan insanları keskin bir çizgi ile iki takıma ayırır.
Kaosa karşı mücadele görünür bir sonuca ulaşmadan sürüp gidecektir. Kaos, düzensiz olguların çoğu özellikle dar bir alana odaklanmış, hedefli, görev yönsemeli, tek sorun çözücü eylemlerden doğar. Düzen kaosu gerektirir; kaos da düzeni.

XI. Hayat Uğraşına Dalmak
Giderek teknolojik ile bütünleşen hayat içerisinde her daim tüketiciyizdir ve reklamlar tüketmemiz gereken ürün hakkında ikna amacıyla karşımıza çıkarlar.
Rutin olarak yorumladığımız hayatımıza bir göz atarsak içinden sosyolojik olarak birçok olgunun var olduğunu görürüz. Her sabah kalkıp elimizi sabunla yıkadığımız bir gerçektir. Bunu yapabilmek için öğreniyoruz ilk başta, daha sonra reklamlar önümüze geliyor. Bunlarda daha farklı sabunlar görüyoruz. Daha iyi bir hijyen için sabunlar alıyoruz.
Rutin hayatımızdan çıkarılacak ufak sonuç hepimizin birer tüketici olduğudur. Tüketici davranışı bir sorundan diğerine götürerek adım adım hayatın akışına bağlar ve bizi bir uzmanlık arayışı içine sokar.

XII. Sosyolojide Tarzlar ve Araçlar
Sosyoloji günlük hayatımıza yorumlar getirmelidir. Çünkü sosyoloji çıplak gözün tespit edemeyeceği bağlantıları açığa çıkarır. Emile Durkheim, sosyal olguların sadece sosyal olgularla açıklanabileceğini söyler. Sosyal fenomenler birey olarak insanın içinde değil dışındadır. Max Weber, sosyolojinin bir bilim olabilmesi için doğa bilimlerini taklit etmesi gerektiği savına şiddetle karşı çıkmaktadır. Doğa bilimleri genetiği, hayvanları inceleyen bir bilim dalıysa sosyoloji de kendi içinde doğa bilimlerinden ayrı bir bilim dalıdır.
İnsan eylemini açıklamak için onu anlamak, kavramak gerekmektedir. Onları anlamayı amaçlayan sosyolojinin nesnel bilgi olarak açıklanması gerektiğini düşünür Max Weber. Sosyoloji bilimden öteye gider, o üzerinde çalıştığı gerçekliğin anlamını yakalar. Sosyolojinin diğer bir stratejisi de pratik uygulamalara elverişli olmasıdır. Sosyoloji dünyanın “karmaşıklığının” bir parçası, bir çözüm olmak yerine bir sorundur. Sosyolojik düşünmek, özgürlük davasına hizmet eder.

Sonuç
Zygnunt Bauman, faydasız bir bilim, hatta bilimsel niteliği olmayan bir alan olarak görünen sosyolojiyi haklılaştırma çabası içindeki farklı sosyoloji düşünürlerinin çalışmalarıyla bu noktaya geldiğini belirtmektedir. Bauman için sosyoloji hizmet edebileceği ama etik olarak hizmet etmemesi gereken bir alandır. Bauman çalışmasında, sosyolojik düşünmenin özgürlük davasına hizmet ettiğini belirtir.
Bauman’ın, sade ve anlaşılır bir dille kaleme almış olmasından ya da belki de çevirinin bu denli anlaşılır bir şekilde çevrilmesinden dolayı “sosyolojik düşünmek” adlı bu eser akademik bir düşünce yapısına sahip olmasına karşın gündelik hayat mantığına göre düzenlenmiştir.

Kitap Yorumları

Kitabı ilk elime aldığımda ilk sayfalar, bana bu kitabın çok sıkıcı olduğunu hissettirmişti. Bu yüzden bir süre elimde süründü ne yazık ki. Ama kitabın ortalarına doğru ne anlatmak istediğini çözümlediğimde aslında hiç de düşündüğüm gibi bir eser olmadığının farkına vardım. Naçizane son söz olarak şunu söylemeliyim ki sosyolojik olarak nasıl düşünülmesi gerektiğini sağduyu ile sosyoloji arasındaki sıkı ilişkiyi ve bir o kadar da farklarını bu eser sayesinde öğrenmiş bulunmaktayım. (Nimet CEYLAN)

Sosyolojiye hep ilgi duymuşumdur fakat okuduğum ya da okumaya çalıştığım kitaplar her zaman bu ilgimi bir nebze azaltmıştır. Fakat bu kitap ilgimi daha da arttırdı diyebilirim. Sanırım şimdiye kadar okuduğum sosyoloji alanındaki en iyi kitap. Gündelik yaşamımıza boş gözlerle değil de sosyolojik açıdan bakabilmeyi güzel detaylarla anlatmıştır.(Gizem KAREN)

Düşüncelerini, aklına takılanları sosyoloji eşliğinde tartışma şeklinde sürdüren yazar bu işi sıkmadan yapmaya çok ciddi şekilde gayret ediyor, kitabın ilerleyişi ayrı konular halinde ilerliyor. Son bölümde okuma listesi ve tavsiyelerini aktarırken bunu kendi dünyamıza yaptığımız bir geziymiş gibi yorumluyor. Okuyucusuna kesinlikle birçok şey kazandıran kitap deneyimlere ve olaylara farklı bir şekilde yaklaşılabileceğini anlatmasıyla önemlidir. Eğer ilgi çekici bulduysanız üzerinde düşünmek için çok vakit harcamayın bu değerli aydın size önemli şeyler anlatıyor. (Cihan ÖZKAN)

Bence kitaptaki en önemli yer, “Devlet ve Millet” arasındaki bağın incelendiği kısımdı. Zira bu bölüm, Balkanların içinde bulunduğu karmaşayı, etnik, dinsel ve ırksal kültürlülük açısından görmeme yol açmıştır. Bauman, ikilik ve karşıtlıklar üzerinden ilerlettiği bu kitabıyla, birey olma ve toplum içinde var olma arasındaki bütünlük ve çatışmadan bahsetmiştir. İncelediği ikilikler ve çatışmalarla okuyucuya derin düşünceler ve okuyucuların kendi içlerin birtakım iç tartışmalar oluşturduğunu düşünüyorum. Fakat kitabı çevremdeki bazı kişilere tavsiye edebilirim. Sosyolojik düşünme boyutuna erişmek istemeyen ya da kalıplaşmış düşüncelerini irdelemek istemeyen insanların okuyabileceği türden bir kitap değil. (Merve AYAZ)

Sosyal bilimlerle ilgilenen her insanın okuması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum. Gündelik yaşantımıza bile uyarlayabileceğimiz bu kitabı, analiz ve sentez yetisini geliştirmek isteyen her bireye öneriyorum. (Şeyda ÖCAL)

TUİÇ Balkan Araştırmaları Merkezi Stajyerleri
Nimet CEYLAN – Gizem KAREN – Cihan ÖZKAN – Merve AYAZ – Şeyda ÖCAL

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Srebrenitsa Soykırımı Mahkumu Radislav Krstic’in Mektubu

Srebrenitsa’da soykırımın desteklenmesi ve yardım edilmesi suçundan Lahey’de 35...

Trump’ın Ukrayna’da Batı/NATO Barış Gücü Planına Yönelik 10 Engel

Andrew Korybko 10 Obstacles To Trump’s Reported Plan For Western/NATO...

Türkiye-AB İlişkilerinde Kırılma Noktası: AK Parti Döneminde Yaşanan Gelişmeler ve Güncel Durum

Dr. Aziz Armutlu Giriş: Türkiye AB İliskileri Türkiye ile Avrupa Birliği...

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...