Özet
Makalede, öncelikle kısaca feminizmin tanımlarından birinci, ikinci ve üçüncü dalga feminizmden bahsedilmiştir. Daha sonra sosyalist feminizm tarihsel gelişimiyle incelenmiştir, aynı zamanda patriarşik kapitalizme karşı olan görüşleri de ele alınmıştır. Bu sırada ataerkilliğin ve kapitalizmin, patriarşik kapitalizmin ne olduklarından ve ne zaman ortaya çıktığı düşünüldüğünden bahsedilmiştir. Kadınların toplum içerisindeki eşitsiz konumunu, kapitalizmi ve patriarşiyi ele alışı bakımından diğer feminizm çeşitlerinden ayrılan sosyalist feminizm kapitalist patriarşinin toplumsal cinsiyete etkisini sistemsel analizleriyle açıklamaktadır. Aynı zamanda kadının bu düşük konumu üzerinde bu ataerkil kapitalizmin ne tür etkisi olduğundan sosyalist feminizm çerçevesinde açıklanmaya çalışılmıştır. Patriarşik kapitalizmin kadınlar ve emekleri üzerindeki etkisini, onları değersizleştirmesini eleştirmiştir.
Anahtar Kelimeler: Feminizm, Sosyalist Feminizm, Patriarşik Kapitalizm, Patriarşi, Toplumsal Cinsiyet
Abstract
Firstly, in this article, historical process of feminism, first, second and third wave of feminism examined. And then, the historical development of Socialist Feminism, as well as its views against patriarchal capitalism were mentioned. At the same time, patriarchy, capitalism and patriarchal capitalism are tried to be defined, and when did they came up. Socialist feminism, which differs from other types of feminism in terms of addressing the unequal position of women in society, capitalism and patriarchy, explains the effect of capitalist patriarchy on gender with its systematic analysis. Also, what kind of influence this patriarchal capitalism has on this low position of women has been tried to explain in the context of socialist feminism. They also criticized patriarchal capitalism’s influence over women and their labors as well.
Keywords: Feminism, Socialist Feminism, Patriarchal Capitalism, Patriarchy, Gender
Giriş
Feminizm, kökenleri geçmişte bulunan fakat günümüzün gündeminde de çokça yer edinen önemli bir ideolojidir. Latince anlamı kadın olan ‘femine’ kelimesinden türeyen ‘Feminizm’ kavramı, net olarak tam çıkış tarihi bilinmese de 19. Yüzyıl sonları 20. Yüzyıl başlarında daha yaygınlaşan, kadınların erkek egemen yönetime, sosyo-ekonomik hayata ve kültüre direnme amaçlı, günümüzde hala kuvvetle etkisini sürdüren bir ideolojik akımdır. Feministler, cinsiyetler arasında doğal olarak bir eşitsizlik olduğu görüşüne, kadınların geri plana atılıp değersizleştirilmesinin doğal olduğunu savunanlara karşı çıkmışlardır. Feminizmi birkaç cümleyle anlatmak, tek bir tanıma sığdırmaya çalışmak onu çok yanlış anlamamıza sebep olacaktır, farklı perspektiflerden çok farklı tanımlar çıkarmak mümkündür. Örneğin Robert sözlüğüne baktığımızda Feminizm sözcüğü ‘kadınların toplum içindeki rolünü ve aklarını genişletmeyi öngören bir doktrin’ olarak tanımlanırken (Akgün ve Yamak 2020), Merriam-Webster sözlüğünde ise ‘Erkeklerle kadınların eşit haklara ve fırsatlara sahip olması gerektiği düşüncesi’ (alıntılayan Akgün ve Yamak, 2020); (aktaran Gaag, 2018) olarak tanımlanmıştır. Yani sadece bu iki tanıma bakılarak bile Feminizmin tanımının ne kadar çok değişebildiğini görmek mümkün oluyor.
Makalenin devamında da göreceğimiz gibi 1960’lardan sonra, İkinci Dalga Feminizm ile feminizm konusu kendi içerisinde de alanlarına ayrılmaya başladı, buradan makalemizin ana konularından olan Sosyalist Feminizm ortaya çıktı. Sosyalist feminizm, en çok radikal ve Marksist feminizm ile etkileşim içerisinde bulunmuş ve aynı zamanda onları eleştirmiştir. Ayrıca kapitalizm ve patriarşiyi kendi sistemleri içerisinde incelemiştir, bu iki sistemden de makalenin devamında bahsedilecektir. Kadınların hayatını olumsuz etkileyen koşulların doğal olmadığını savunmuşlar ve toplum içerisindeki bu ‘doğal olmayan’ eşitsizlikleri incelemişlerdir. Sosyalist feminizm, bu eşitsizlikleri, kadınların koşullarını tarihsel olarak ele alması bakımından diğer feminist akımlardan ayrılmakta ve konuya eşitsizliklerin kaynağı olarak gördüğü “ataerkil kapitalist” sistemi eleştirmekle başlamaktadır, bunları yaparken Marksist ve radikal feminizmin görüşlerinden de yardım alır (Özdemir, 2017).
Kadın sorunu, geçmişten günümüze gündemimizin ayrılmaz parçalarından olmuştur. Feminizm ideolojisi de kadınları erkeklerin gölgesinden, toplumun eşitsizliklerinden kurtarabilmek amacıyla ortaya çıkmıştır. Bu makalenin amacı da sosyalist feministlerin fikirlerini aktarmak, ataerkil kapitalizm karşısında nasıl ve neden durduğunu açıklamaktır. Sosyalist feministlerin toplumdaki kadın eşitsizlikleri konusundaki çabalarını aktarabilmektir.
Tarihsel Çerçevede “Feminizm’’
Temelde feminizmi üç dönemde incelememiz mümkündür. İlk olarak feminizm, ‘Birinci Dalga Feminizm’ adı altında incelenir. Bu hareket dalgasında öncelikli olarak şimdilerde kadınların oy hakkı, eğitimde eşitlik ve mülkiyet hakları gibi siyasi haklarına odaklanılır. Fransız Devrimi sırasında (1789) ilk kez kadınların siyasi hakları için talep başladı ve Mary Wollstonecraft’ın 1792’de yayımladığı ‘Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi’ adlı eseri de ilk sistematik feminist inceleme olarak görülmektedir (Rendall, 1982). Feminizm terimi ise ilk kez Alexandre Dumas tarafından 1972 yılında kadın hakları akımını betimlemek amacıyla kullanılmıştır (alıntılayan Akgün ve Yamak, 2020) (aktaran Yörük 2009). 19. Yüzyıl sonu 20. yüzyıl başlarındaki bu dönem Birinci Dalga Feminizm dönemi olarak adlandırılır. Amerika ve Avrupa’da yaşanmaya başlanan reformlarla birlikte kadınlar da kendi haklarını savunmaya başlarlar. Amerikan Bağımsızlık Bildirgesinde, Fransa’da Doğal Haklar Bildirisinde kadın haklarına yeterince önem verilmediğini düşünen feminist gruplar haklarını savunmaya ve talep etmeye başlamışlardır (Taş, 2016). Viktoryen sonrası dönemde[1] İngiltere’de kadınların oy hakkı için eylemler yapması buna örnek olarak gösterilebilir.
1960’ların sonunda Batı’da ise İkinci Dalga Feminizm olarak adlandırılan dönem başladı. Kadınlar birinci dalgadan sonra her ne kadar kâğıt üstünde erkeklerle eşit siyasi haklara sahiplerse de toplumsal alanda erkeklerden farklılıkları bulunmaktaydı, onları tutan toplumsal normlar bulunmaktaydı. Bu bağlamda kadınlar için emansipe[2] olduklarını söylemek daha doğru olur. Birinci dalganın ilgilendiği siyasi eşitsizliklerin yanı sıra, cinsellik, ev içi şiddet ve iş yerindeki eşitsizlikler gibi konulara ikinci dalgada odaklanılır. Aynı zamanda kadın grupları ataerkil düzenin aile içerisinde hala devam ettiğine odaklanmışlardır. Bu dönemin ortaya çıkışında Keynesyen devlet modeli[3] ve 2. Dünya savaşının etkileri yadsınamazdır (Akgün ve Yamak, 2020). Bu dönemde kadın grupları kendi ideolojileri, dünya görüşleri ve algıları bakımından kendi içerisinde de ayrışmaya başlamıştır ve bu da beraberinde kendi içerisinde tartışmaları getirdi (Taş, 2016). Bu şekilde feminizm kendi içerisinde radikal, liberal ve sosyalist feminizm gibi bölünmeler yaşadı. Liberal feministler meslek sahibi orta sınıfı burjuva kadınlarının evde ve iş hayatında karşılaştıkları ayrımcılığı ve bunların çözümüne ilişkin hukuksal önerileri tartışmışlardır. Radikal feministler cinselliğin diyalektiğini, sosyalist feministler de emekçi kadınların ücret ve çalışma koşullarını kapitalist sistem ve ataerkillik kavramları etrafında sorgulamışlardır (Sümer, 2009).
1990’lı yılların sonunda ortaya çıkıp günümüzde halen devam eden dönem ise Üçüncü Dalga Feminizm dönemi olarak adlandırılır. Bu dönemde siyasi süreç ve kanunlar daha az işlenmiş olup bireylere daha çok yer verilmiştir ve post modern, psikanalist ve varoluşçu feminizm çeşitleri ortaya çıkmıştır (Akgün ve Yamak, 2020).
Sosyalist Feminizm Düşüncesinin Temelleri ve Ataerkil Kapitalizm Görüşü
Siyasal ve ekonomik bir öğreti olarak görülebilen sosyalizm, en geniş anlamıyla özel mülkiyet yerine kamu mülkiyeti anlayışını benimseyen, özel çıkar ve menfaatler yerine kamunun menfaatlerinin gözetilmesi gerektiğini savunan ideolojidir. Sosyalistler, liberalleri eleştirmiş ve özellikle Marksizm ile etkileşim içerisinde bulunmuşlardır (Sümer, 2009). Sosyalistler, kapitalist sistemin yol açtığı eşitsizlikle savaştılar. Sosyalist feminizm terimi ise 1960’ların sonu 1970’lerin başı gibi karşımıza çıktı. Sosyalist feministler, kadınların ev içi emekte erkek işçilerin yükünü hafiflettikleri, kapitalist işçi nesillerini yetiştirdikleri, eğitimlerine yardımcı oldukları ve emek ordusunun yedek kuvvetleri olarak faaliyet gösterdikleri bir yer olarak aile veya ev hayatıyla sınırlandırılmış iktisadî önemine dikkat çekerek, genellikle kadının ikinci planda olmasıyla kapitalist üretim biçimi arasındaki bağlantıya vurgu yapıyorlardı (Heywood, 2014).
İlk olarak patriarşiyi tanımlarsak, ataerkillik, erkeklerin egemen olduğu, erkeklerin yönetimde daha üst mevkilerde olduğu, kuralları bile onların koyduğu yönetim şeklidir. Bu yönetim şeklinde cinsiyetler arasındaki hiyerarşinin temel kaynağı güçtür. Bu güç sayesinde erkek kadın üzerinde baskı kurabilmekte, onları şekillendirebilmektedir. Bu tarihsel süreç içerisinde de sanki doğalmış gibi dayatılmaya çalışılmıştır. Buradan, sosyalist feministlerin de üzerinde durduğu ‘erillik’ ve ‘dişillik’ kavramları ortaya çıkmıştır, bunlar da toplum içerisinde kadın-erkek eşitsizliğinin başlıca sebeplerinden biridir (Özdemir, 2017). Bu bağlamda sosyalist feministler toplumsal cinsiyetin doğuştan geldiği bilgisini reddeder, kapitalizmin bir getirisi olduğunu savunurlar. Bunun sebebi ise kapitalizm öncesi toplumlarda, feodal dönemin sonlarında, aile ve sosyal hayatta kendiliğinden oluşmuş bir iş bölümü vardı. Kadın, erkek ve çocuklar evde ve sosyal hayatlarında işlerini ortak yaparlardı. Buna bir örnek de İslam öncesi Türk toplumlarından verilebilir. Ziya Gökalp de bu konuda araştırma yapmıştır ve İslamiyet öncesi Orta Asya Türklerinde kadınların erkeklerle eşit olduğu bilgisi ortaya çıkmıştır, hatta o “Eski Türkler hem demokratik hem feministtir, her işte kadın ve erkek aynı anda bulunmak zorundaydı, her karar hem hakan hem de hatun tarafından onaylanmak durumundaydı. Kadınlar kapanmak zorunda bırakılmamıştır ve erkeklerin sadece tek eşi olabiliyordu. Kadınlar yönetici, kumandan ve elçi olabiliyordu” kelimelerini kullanmıştır (Arat, 2016). Kapitalist sistemle birlikte ise kadın eve hapsedilmiş erkek ise çalışarak ekonomik gücü elde etmiştir.
Patriarşik kapitalizm dediğimiz sistem ise 18. Yüzyıl ortaları gibi İngiltere’de, endüstriyel kapitalizm ve patriarşinin arasındaki ilişkiyle birlikte ortaya çıkmaya başlamıştır. Kapitalist ataerkillik, tanımı gereği, sınıf ve cinsiyet, özel ve kamusal alanlar, ev içi ve ücretli emek, aile ve ekonomi, kişisel ve politik, ideoloji ve maddi koşullar ikiliklerini kırar (Eisenstein, 1979). Ataerkillik ve kapitalizm kavramları iş bölümünü, aileden çok cinsiyete göre yapar[4], bu da insanın toplum içerisindeki sosyal, biyolojik ve ekonomik durumunu etkiliyor çünkü insanların hayalleri bile bu çerçevede şekillenmeye başlıyor. Yani erkek ve kadınları kendi toplumsal cinsiyet rollerine göre ayrıştırır. Sosyalist feministlere göre kadınlar üretim, yeniden üretim ve tüketime üç şekilde katılmaktadırlar. İlki, kadınlar ücretsiz emek karşılığı ev içi işlerle meşgul olurlar ve kapitalist sistemin ihtiyacı olan yeni işçiler doğurarak yeniden üretime katkı sağlarlar. İkincisi, emek güçleriyle kapitalist sistem için çalışarak metaların üretimine katılırlar. Üçüncüsü ise, kitle iletişim araçları aracılığıyla, kadınlar hem kendileri için hem de aile üyeleri için metaları satın alma yoluyla tüketime katılmaktadırlar (Özdemir, 2017). Aynı zamanda onlara göre göre ataerkillik kapitalizmden önce var olmasına rağmen ve kapitalizm sonrası toplumlarda devam etmesine rağmen, baskının yapısı değiştirilecek ise anlaşılması gereken onların bugünkü ilişkileridir (Eisenstein, 1979). Bu bağlamda da radikal ve Marksist feminizmden farkı gözler önüne serilmiş olur. Sosyalist feminizm ve radikal feminizm bir ortak yanı, patriarşinin kapitalizmden önce geldiğini savunmaktadırlar, fakat Marksistler kapitalizmin patriarşiden önde geldiğini savunurlar (Eisenstein, 1979). Aralarındaki bir diğer fark da sosyalist feministlerin, kadın sorununun sebebi olarak Marksistlerin sınıflı toplumu belirtmelerine karşı geldikleri gibi radikal feministlerin de ataerkil sistemi göstermelerine karşı gelmelerinde görüyoruz (Akgün ve Yamak 2020). Bir yandan sosyalist feminizmin Marksist ve radikal feminizmin odaklandığı sorunları, onların düşüncelerini bir araya getirmeye çalıştığını da söylemek mümkün. Marksist feministler kadınlara sınıf bilincini benimseyerek üretime katkıda bulunmalarını empoze etmiştir. Fakat sosyalist feministler bu benimsemeleri gereken sınıf bilincinin de ataerkilliğin bir parçası olduğunu, topluma işleyen bu sistemin de kadının ezilmesine sebep olduğunu savunmaktadır. Hatta sosyalist feministlere göre Marksizm ile feminizmin birleşmesi ‘mutsuz bir evlilik’ gibidir, bunun sebebi ise Marksistlere göre Marksist ve feminizmin tek kaynağı yine Marksizm’in kendisidir, sosyalist feministlere göre bu düşünce çok yanlıştır (Sümer 2009). Bu durumda yapılması gereken ya mutsuz evlilikte olduğu gibi sağlıklı bir şekilde beraber olmayı öğrenmelilerdir ya da ayrılmalılardır. Marksist feministler kadın sorunlarındaki temel neden olarak sınıflı toplum yapısını gösterirken radikal feministler patriarşiyi gösterir, sosyalist feministler bu iki görüşü de savunmaz. Sosyalist feminist bakış açısından patriyarki bir maddi temel ile bir yapı olarak kavramsallaştırılırken, radikal feministler patriarşiyi bir fikir veya her gün yaşanan ve evrensel olarak kadınların daima erkeklerin baskıları altında kaldıkları bir gerçek olarak görmektedirler (alıntılayan Sümer, 2009); (aktaran Grant, 1993). Bu tarihsel akışta, kadınlar erkek egemen dünyada kontrollerini ve özgür iradelerini hayatlarındaki erkek figürünün (baba, abi, kardeş, eş) kontrolü altına bırakmışlar, buna kendi emeklerinin, iş güçlerinin kontrolü de dahildir. Kadınlar evdeki görevlerinin yanı sıra (çocuğa bakmak, temizlik yapmak, yemek gibi) iş gücündeki yerlerinde de uzun süren mesailer yapıyorlar. Emeklerinin tam karşılığını kapitalist ekonomide alamadıkları gibi bir de erkeklerden daha düşük maaş alıyorlar ve bu maaş da evdeki erkek figürünün kontrolü altında kalıyor, buradan da kapitalizmin patriarşik yapısı gözler önüne seriliyor. Sosyalist feministler işte tam da bu konuda oluşan toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin doğal olmadıklarını, patriarşik kapitalizmin bir getirisi olduğunu savunurlar. Onlara göre insanlara atfedilen erillik ve dişillik anlamları kapitalizmin burjuva erkeğinin çıkarına hizmet etmektedir (alıntılayan Özdemir, 2017); (aktaran Fiske, 1996). Yani sosyalist feministler kadının toplum içindeki yerini, hayatlarındaki konumunu açıklamak için cinsiyet algısının yanı sıra kadınların sınıfsal durumlarını ve içinde bulundukları ekonomik koşulları da göz önünde bulundururlar. Bu durumda sosyalist feministler toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin doğuştan gelmediğini, zamanla geliştiğini iddia etmektedir. Sosyalist feministler mevcut cinsiyet tartışmalarını doğru bulmamaktadırlar çünkü ‘kadın’ ve ‘erkek’ olarak ayırıp tartışmaları yürütmek onlara göre tekrar bir güç illüzyonuna sebep olmaktadır onların sloganıysa “önce insan sonra kadınız” şeklindedir (Altınbaş, 2006). Yani yapmak istedikleri planları ve sağlamak istedikleri faydanın cinsiyet fark etmeksizin herkesi ilgilendirdiğini düşünmektedirler. Sosyalist feminizm aynı zamanda kapitalist sistemde kadının ücretli iş olgusuyla ilişkisini hem ücretli hem de ücretsiz emek olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Kadını, ücretli iş olgusu dışında, genelde tüketici olarak ve ev işlerinde işinin ücreti ödenmeyen işçi olarak tanımlar (alıntılayan Özdemir, 2017); (aktaran Vogel, 2003). Kapitalist sistemde işçinin emeği sömürülür, kadının da bedeni sömürülür, ondan koparılır, kendi bedenlerinde kendilerinin kontrolü yoktur. Kadın objeleştirilmiştir, güzelleşmek, zayıflamak zorunda bırakılmıştır. Hayatlarını başkalarının istediği ölçüde, başkaları gibi yaşamaya başlamışlardır.
Sosyalist Feminizmin Sistem Analizi
Sosyalist feminizm, kadının toplum içerisindeki konumunun tek bir sistem ile açıklanmasını yanlış bulmuştur. Bu eleştirisinin kökenleri de Marksist ve radikal feminizmden gelmektedir. Marksist feminizm kadınların toplum içerisinde ikinci planda kalmasını sınıflı toplum yapısına bağlamış, radikal feminizm ise bu durumu patriarşik sisteme bağlamıştır. Sosyalist feministler ise bu iki durumu da göz önünde bulundurarak iki sistem oluşturmuştur: birisi İkili sistemler kuramı ve diğeri Birleşik sistemler kuramı (Sümer, 2009).
İkili sistemler kuramı kapitalizm ve patriarşinin farklı sosyal ilişki biçimleri ve farklı çıkar kümeleri olduğunu ileri sürmektedir (Sümer, 2009). Buna göre, kadının ezilmesini anlayabilmek için önce kapitalizm ve patriyarkinin ayrı birer olgu olarak çözümlenmesi, ardından da bu ikisi arasındaki diyalektik ilişkinin ortaya konulması gerekmektedir (alıntılayan Sümer, 2009); (aktaran Tong, 1989). Yani bu kuramı savunanlara göre, patriarşinin oluşmasına ortam sağlayan unsurlar tek bir konuya indirgenerek açıklanamaz. Örneğin aile kurumu, bir yandan ekonomik ihtiyaçların giderilmesi anlamında ekonomik bir birim iken, diğer yandan da kadın biyolojisi ile sosyal çevre arasındaki etkileşimin bir sonucu olması anlamında biyo-sosyal, dahası kadın ve erkeğin birbiriyle nasıl bir ilişki içinde bulunması gerektiğine dair yerleşik anlayışların bir sonucu olması anlamında da ideolojik bir birimdir (Sümer, 2009). Bu biyo-sosyal ve patriarşik olaylar değişmedikçe kadının durumunun değişmesi de beklenemez. Hartmann, ikili sistemler kuramını savunan bir feminist, ailenin reisi olan erkek hem kadının hem de çocuğun emeğini kontrol etmeyi öğrendiği zaman ataerkil yapının kapitalizm öncesi oluştuğunu ve zamanla hiyerarşik bir yapı kazandığını belirtmektedir, yani yazara göre erkeğin kadının emeğini kontrol etmesinin sorun olarak ortaya çıkması iki şekilde olmuştur: ilki, devletin gelişmesiyle birlikte ayrılan özel ve kamusal alan, ikincisi, ekonomik sistemin geliştirdiği geniş çaplı üretimdir (Özdemir, 2017). Bu durumda kadının emeği, erkeğin kontrol ve yönetim mekanizmasında olması dolayısıyla baskı altına girmiştir. Aynı zamanda bu feministler patriarşiyi, erkeklerin kadınların işgücü ile cinselliklerini denetlemek ve üzerinde baskı ve etkinlik kurmak için aralarında oluşturdukları dayanışma ve yardımlaşma sonucu meydana gelen sosyal ilişkiler kümesi olarak tanımlanmaktadırlar (Sümer, 2009). Bu durumda sadece kapitalizmin ortadan kalkmasıyla toplumdaki kadın-erkek eşitsizliğinin biteceğini düşünmek yanlış olur, bunun sona erebilmesi için erkeklerin kadınları denetlemekten vazgeçmeleri gerekmektedir. Diğer bir ikili sistemler teorisini savunan sosyalist feminist, Juliett Mitchell kapitalizmin maddi tarafı ile ataerkil sistemin maddi olmayan tarafı birleştirildiğinde kadınların sosyal pozisyonlarının anlaşılabileceğini ileri sürmüştür, bu toplumsal yapıdaki ataerkilliğe ve kadınlara yapılan baskıya ‘cinsel politika’ adını vermiştir (Akgün ve Yamak, 2020). Bu ataerkil yapının aynı zamanda evrensel ve ideolojik olduğu fikrini savunmaktadır (Özdemir, 2017). Bu duruma örnek olarak aile kurumu verilebilir. Bir yandan ekonomik ihtiyaçların giderilmesi anlamında ekonomik bir birim iken, diğer yandan da kadın biyolojisi ile sosyal çevre arasındaki etkileşimin bir sonucu olması anlamında biyo-sosyal, dahası kadın ve erkeğin birbiriyle nasıl bir ilişki içinde bulunması gerektiğine dair yerleşik anlayışların bir sonucu olması anlamında da ideolojik bir birimdir (Sümer, 2009)
Birleşik sistemler kuramını savunan sosyalist feministlere geldiğimizde ise, ikili sistemlerin tam tersi olarak, kapitalizm ve patriarşiyi ayrı ayrı ele almanın beraberinde daha fazla sorun getirebileceğini düşünmektedirler, bunun sebebinin de patriarşik olan olayların birçoğunun kapitalizmin getirisi olduğunu düşünmeleridir. Marksist kuramdaki sınıf çözümlemesinin merkeze konulması durumunda, kadınların ezilmesi ve ikincilleştirilmesi sorununun açıklanabileceği düşünülmektedir (Sümer, 2009). Einsenstein, Young ve Jaggar bu birleşik sistemler kuramını savunan sosyalist feministlere örnek olarak gösterilebilirler. Young’a göre kapitalist sistem temelinde patriarşiktir. Bu nedenle de kadınlar baskı ve kontrol altında kalır, bu sayede de kadının emeği değersizleşmiş olur, yani bu ataerkil kapitalist yapıda kadın hem sınıf bazında sömürülürken, diğer taraftan da ataerkil yapı tarafından baskı altında tutulur (Özdemir, 2017). Aynı zamanda kapitalizmin ve ataerkilliğin temelinde cinsiyetle ilgili iş bölümünün olduğunu savunmuştur (Akgün ve Yamak, 2020). Bu sistemdeki sosyalist feministler, bu bağlamda kapitalist yapı ve patriarşiyi ayrı ayrı incelemenin doğru olmadığını düşünürler. Bu sisteme göre, kadının iş gücü hem ev içinde hem de ücretli işçi ve tüketici olarak kapitalizmin yarattığı sınıflı toplum yapısında ekonomik açıdan da sömürülmeye devam etmektedir (Eisenstein, 1979). Jaggar ise yabancılaşmanın farklı bir yorumuyla kadınların ikincil konumunu ortaya koymanın mümkün olduğunu savunmuştur, entelektüel, annelik ve cinsellik alanlarında oluşan yabancılaşma, kadın sorununu oluşturmaktadır (Akgün ve Yamak, 2020). Bu bağlamda, toplum içinde kadının yerini anladığımızda, kadının yabancılaşma durumunu da anlamış oluyoruz. Sonuç olarak kadın sorununa getirilecek çözüm de ilk olarak bu yabancılaşmayı anlayarak, daha sonra da bu yabancılaşmayı bulunduğu kültürden uzaklaştırarak sağlanabilir. Yani kadınların varlığı, egemen ideolojileri ve kurumları aracılığıyla kapitalizm ve ataerkillik tarafından tanımlanıyorsa, o zaman tek başına bir kapitalizm anlayışı (ya da tek başına ataerkillik) kadınların ezilmesi sorununu çözmeyecektir (Eisenstein, 1979).
Sonuç
Feminizm, kadınların ikinci planda olmasın, ezilmesinden ve ötekileştirilmesinden dolayı ortaya çıkmış olan bir ideolojidir. İlk olarak 18. Yüzyılda çıkan feminizm hareketi, yavaş yavaş tüm dünyada yayılmaya başlamıştır ve tarih geçtikçe, toplumlar değiştikçe kendi içerisinde dönemlere ayrılmıştır. İkinci dalga feminizm ile de feminizm fikri kendi içerisinde farklı düşünceler dahilinde alanlara ayrılmıştır, bu makalede de bunun bir alanı olan sosyalist feminizmi ve onun ataerkil kapitalizme karşı düşüncelerini işledik. Ataerkil kapitalizmi tarihsel bakımdan incelemesinden dolayı diğer düşünce akımlarından ayrılıyor sosyalist feminizm ve tek bir sistemde işlemeyi doğru bulmuyorlar, buradan da ikili sistemler ve birleşik sistemler kuramları ortaya çıkıyor. Bir toplum içerisinde kadın olma problemi, geçmişten günümüze çokça tartışılmıştır ve üzerine çokça farklı yorum yapılmıştır. Her ne kadar bir hayatta erkek ve kadın aynı oranda var olsalar da tarihi yazan erkekler, kendilerini hep daha üstün yazmışlardır, kadının yerini kendilerine göre şekillendirmişlerdir. Erkeklere koruma, kollama, para getirme, güçlü olmak gibi görevler atfedilirken kadınlara evde kalıp ev işi yapma, çocuğa bakmak, seks objeliği gibi görevler bırakılmıştır. Sosyalist feministler ataerkilliğin kapitalizmden önce de var olduğunu savunmuş, kapitalizm ile kadının emeği de değersizleştirilmeye başlamıştır. Uzun saatler az maaşa çalıştığı yetmezmiş gibi bir de erkeklerden düşük maaş almaları büyük tepkiler toplamıştır. Bu eşitsizliğin kapitalizm ile başladığını da savunmuşlardır sosyalist feministler, çünkü kapitalizm öncesi, eski Türk devletlerinde gördüğümüz gibi, kadın ve erkek rolleri arasında çok ciddi çizgiler yoktu. Kadınlar yabancılaştırılmaya ve ötekileştirilmeye çalışılmıştır. Sosyalist feministlerin diğer feministlerden bir diğer farkı da kadının bu ötekileştirilmesini sınıf temelli de açıklamaya çalışmıştır fakat bu eşitsizliği anlamak için kapitalizm ve ataerkilliğin üzerine odaklanmıştır. Erkeğin, kadının iş gücü üzerindeki egemenliğini sosyalist feministler patriarşinin kaynağı olarak göstermektedir. Kadın, emeğini ücretli olarak kapitalist sisteme satar, yeni işçiler doğurarak sisteme emek gücü katar ve kapitalist ideolojinin benimsettiği dişilik rolüyle ev halkının mutluluğu için metalar satın alarak sistemin kendini yeniden üretmesini sağlar (Özdemir, 2017). Bunun karşılığında ise toplum içerisindeki konumu erkeklerden çok daha düşüktür, değersizleştirilmiştir.
Fatmanur YAZĞAN
Feminizm Okumaları Staj Programı
Notlar:
[1] Büyük Britanya kraliçesi Viktorya’nın (1837-1901) ölümünden sonraki dönem.
[2] Tam olarak özgür sayılmıyorlar, bazı toplumsal normların yaptırımları altındalar.
[3] John Keynes’in teorilerinden meydana gelmiş bir makroekonomi terimidir.
[4] Doktorların erkek, hemşirelerin kadın olması gibi.
KAYNAKÇA
Akgün, E. ve Yamak, S. (2020), Türkiye’de Sosyalist Feminizm: Sosyalist Feminist Kolektif Örneği, Karabük Üniversitesi Kamu Yönetimi Yüksek Lisans Tezi
Altınbaş, D. (2006), Feminist Tartışmalarda Liberal Feminizm
Arat, Y. (2016), From Emancipation to Liberation: The Changing Role of Women in Turkey’s Public Realm, Journal of International Affairs Vol:54 No:1, 107-123
Eisenstein, R. Z. (1979), Capitalist Patriarchy and the Case for Socialist Feminism, New York ve Londra: Monthly Review Press
Heywood, A. (2014) Siyaset, Adres Yayınları
Özdemir, Ö. (2017), İki Sistemli Kuram Olarak Sosyalist Feminizm, Karadeniz Sosyal Bilimler Dergisi y:9 c:9 s:2, 395-414
Sümer, S. Z. (2009), Tarih İçinde Görünürlükten, Kadınların Tarihine: Amerikan Kadın Romanında Feminist Bilinç ve Politika, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Taş, G. (2016), Feminizm Üzerine Genel Bir Değerlendirme: Kavramsal Analizi, Tarihsel Süreçleri ve Dönüşümleri