Bu yazıda, irdelenecek konu herhangi bir olayın ardından o mesele hakkında paylaşım yapan kişi ve kurumların yaşanan veya maruz kalınan şeyle alakalı kullandığı nitelemedir. Amacım kabul görmeyen, maruz kalmaktan rahatsızlık duyulan herhangi bir konu gündemi bir müddet meşgul ettiğinde o meselenin “son zamanlarda artan” ifadesiyle nitelendirilmesinin sorunları görme ve değerlendirme noktasında takınılan taraflı tutumun bir yansıması olduğunu göstermektir. Söz konusu bu taraflı tutumun kültürel bir arka planı olduğunu savunuyor ve söylemin sosyal medyadaki kullanımıyla alakalı değerlendirmelerde de bulunuyorum. Bunu siyaset bilimci Tuba Kancı’nın 2019 yılında yayımlanan “Amfitiyatro, Panoptikon ve Görme Rejimleri” başlıklı görme rejimlerinin döneme bağlı olarak sosyal ve siyasal hayatla bağlantılı bir şekilde mimariye yansımaları üzerinde durduğu makalesinden esinlenerek yapıyorum. Sosyal medyanın inşa ettiği mekânsız sınırlılığın görmemize nasıl etki ettiğini ve sosyal medyanın konumunu da tartışmaya çalışıyorum.
Günlük veya akademik dilde ifade edişler, her zaman yazarın görüşleriyle sınırlıdır çünkü kim olursa olsun kişiler, zevklerine ve düşünce sistemlerine uygun şeyleri okur veya okuduklarını kendi görüşlerine göre yorumlar. Bunu önyargı veya paradigma olarak adlandırmak da yine meseleyi nasıl kavradığımızla alakalıdır. Sosyal medyanın hayatımıza girmesi ve hayatımızın bir bölümünü işgal etmesiyle birlikte görme rejimimizin değiştiğini söylemek herhalde yanlış olmayacaktır. Birçoğumuzun artık “akşam ajansı” veya günlük gazete okuma gibi bir alışkanlığı yok. Bunun sebebi, sosyal medyanın sağladığı haber dolaşımındaki artış ve hızdır. Daha çok şeyden daha hızlı bir şekilde haberdar oluyor ve günün neredeyse her anında bir yerlerde olup bitenleri sınırlı da olsa görüyor, duyuyor veya okuyoruz. Bu iddiama dayanak olarak DataReportal’ın web sitesinde düzenli olarak yayımlanan ülkeler ve dünyanın internet kullanım raporlarını gösterebilirim (Bkz. Türkiye için, Simon Kemp – Digital 2022: Turkey). Sosyal medyayı, sınırsız bilgi kaynağı olarak görmenin büyük bir hata olacağını belirtmeden geçemeyeceğim. Bu sınırlılık internet mecralarının kendisi ile alakalı değildir. Kullanıcı davranışları çerçevesinde hareket eden algoritmalar, insanların görmek istedikleri şeyleri onlara sunar. Yani siber kamusal alanda da internet kullanım şeklimizle yine biz kendi görüş açımızı kendimiz oluşturur ve sınırlandırırız.
Sosyal medya kullanıcıları olarak bizler üyesi olduğumuz platformlara ve kişisel zevklerimize göre bir profil inşa ederiz. Bu çok yaygın bir şekilde ifade edilen İnstagram’da herkes mutlu Twitter’da ise herkes mutsuz türünden bir genelleme veya sınıflandırma yapılmasındaki yanılgının da bir yansımasıdır. Bunun nedeni insanların görüntüleri ile sözleri arasında bir korelasyon bulunmayışıdır. Estetiğin ön planda olduğu fikrine kapıldığımız bir mecradaysak buna uygun bir profil çizmek için koşullanırız. Yine fikirlerin dile getirildiğine inandığımız bir platformda da benzer şekilde hareket ederiz. Bu sanıyorum ki evrimsel olarak hayatta kalmak için ortama uyum sağlama dürtümüzün bir sonucudur. Daha da açacak olursam, içine girdiğimiz internet ortamlarında aslolan etkileşim ve etkileşimi elde etme biçimlerine göre hareket ediyor ve sonuçlarını görmeyi bekliyoruz.
Sosyal medya platformlarının dayatmalarıyla eş zamanlı olarak ve zaten var olan toplumsal beklentiler de görüş sınırlarımızı belirliyor. Bu noktada kültürün de olaylar karşısında bireysel ve toplumsal reflekslerin yönüne dair beklentiler bütünü olarak kavranabileceğini söyleyebiliriz (Bkz. Talcott Parsons – The Social System). Söz konusu çalışmasında Parsons bu durumu, [kabaca] toplumun bireylere yaptığı yatırımların geri dönüşünü alma beklentisi şeklinde sunar. Tek tek bireylerden ve toplumdan vermesi istenen reaksiyonlar, duygusal yatırım, bilişsel tanım ve değerlendirici seçim üçgenindeki genel kanı ve yönlendirmelerle geleneksel olarak inşa edilen beklentiyi oluşturur ve besler. (Parsons, 2013). Bunu yazının konusuyla bağlayacak olursam şunu söylemeliyim. Sosyal medya kullanıcıları olarak bizler, yaptığımız paylaşımlarda aslında toplumun yapmış olduğu yatırımı sunarken toplumun geri kalanından da bu yatırıma geri dönüş yapmasını bekleriz. Böylece hem beklentiyi karşılama hem de beklentimizin (etkileşim) karşılanması eğilimindeyiz.
Kancı’nın daha önce bahsi geçen makalesinde, amfitiyatro ile panoptikonun karşılaştırması yapılır. Buna göre amfitiyatroda özne konumundaki performansın gerçekleştirildiği sahnenin yerini panoptikonda gözetleyici ve disipline edici mekanizma alır. Bu da klasik dönem (amfitiyatro) ile modern dönem (panoptikon) arasındaki iktidar yorumunun farkını ortaya çıkarır (Kancı, 2019). Sosyal medya içinse bu ikisinin melezi bir yapıdan söz edebilmek kanımca mümkündür. Kullanıcılar, performanslarını yazılı veya görsel olarak sunarken performatif özne; başka kimselerin yaptıklarını eleştirirken veya onları görsel olarak ifşa ederken de disipline eden ve gözetleyen rolünü işgal ederler. Bu da bizlere sosyal medyanın melez yapısını gösterir. Daha net bir ifade ile sosyal medya, bizlere birtakım özgürlükler sunduğu gibi özgürlüklerimizi de kısıtlar.
Bu uzun girişin ardından konumuza dönelim, sosyal medyanın hayatımızın orta yerine getirip bıraktığı olaylar, nedenini anlayamadığım bir biçimde son zamanlarda artan nitelemesi ile tasvir edilir. Bu nitelemeyi, kadın cinayetleriyle alakalı çetele tutulmaya başlandıktan sonra katledilen kadınların aylık ve yıllık olarak sayıları yayımlanınca duyduk. Sanki daha önce kadınlar sırf kadın oldukları ve beklentinin dışında hareket ettikleri bahanesiyle öldürülmüyordu. Ensest vakaları ile alakalı haberler bir dönem medyayı meşgul etmiş ve aynı dönem de yine bu nitelemeyi duymuştuk. Sanki daha önce bu ülkede hiç ensest vakasına denk gelinmemiş; böyle şeyler hiç yaşanmıyormuş gibi… Birkaç gün arka arkaya şehit haberi gelince de bu nitelemeyi yine duyarız. Akıl alır gibi değil, neredeyse 50 yıldır terör olaylarıyla uğraşan bir ülke olmamıza rağmen bunu duyarız. Karaborsacılık, stokçuluk ve dolandırıcılık olaylarının biraz fazla haberlere yansıması yeterlidir, bu niteleme hemen hortlayıverir. Türkiye son birkaç gündür sokakta çıplak koşan/yürüyen veya cinsel ilişkiye giren insanların videolarına maruz kalıyor. Ve inanamayacaksınız ama yine bu nitelemeyle burun buruna geliyoruz. Son zamanlarda artan kamuya açık alandaki seks görüntüleri…
Karşılaştığımız olayları ele alırken kullandığımız söyleme, durumu tasvir ediş şeklimize birkaç adım geri çekilip baktığımızda göreceğimiz şeyler bellidir: Basite indirgeme, riyakarlık, göz ardı etme, önemsememe, duymazdan gelme, konduramama ve kolaycılık. Listede sıraladığım şeylerin birbirine yakın anlamları olduğunu görürüz. Nüansları bulunmakla birlikte öyledir de… Söz konusu söylem ve ona uzaktan baktığımızda gördüğümüz bu kavram ve tepkiler, bireysel ve toplumsal refleksin bu yönde olmasına yönelik beklentidir. Bireysel olarak kadın cinayetlerinin, ensestin, terör olaylarının, ekonomik zorlukların ve diğer olumsuz meselelerin toplumumuzun yaşamaması gereken şeyler olduğunu düşünürüz. Yaşanan ve maruz kalınan bu şeyleri hak etmediğimizi düşünerek bir savunma mekanizması geliştiririz. Bu mekanizma aslında bizim/toplumumuzun patika alışkanlığını deşifre eder.
Söz konusu savunma mekanizması o an yaşanan veya yaşanmaya başlanan problemin, köklerinin geçmişte olduğunu göz ardı etmekle başlar. Bu göz ardı ediş meselenin hızlıca basite indirgenmesine neden olur. Bu da “biz birlikte hareket edersek bu durumu tersine çeviririz” düşüncesini doğurur ve meselenin önemsenmemesini tetikler. Azınlıktaki birileri (refleks beklentisini karşılamayanlar) sorunun bu şekilde çözülemeyeceğini, o problemi besleyen şeylerin yok edilmesi gerektiğini ileri sürer. Azınlıktakiler, genel kanıya sahip olan çoğunluk (refleks beklentisini karşılayanlar) tarafından duymazdan gelinir. Problemin kaynağını ve nasıl çözülebileceğine dair fikirleri yok sayma girişimi de bu evrede kendini gösterir. Problemin ne olduğunu ve nasıl çözüleceğini biliyormuş gibi yapmanın ortaya çıktığı bu aşamada artık riyakarlık pişkince sırıtır. Riyakarlığın itina ile beslediği şey ise konduramamaktır. Bireysel olarak toplumumuza konduramadığımız her şeyi kolaycılığa kaçarak az önce tasvir etmeye çalıştığım süreçten geçiririz.
Problemlere karşı geliştirdiğimiz bu refleksin, toplumumuza ve bireysel olarak kendimize bir faydası yoktur. Kendimiz ve bizim büyük yansımamız olan toplumumuzun sorunlar karşısında savunmasız ve çaresiz kalmasının sebebi budur. Bir önceki paragrafta tasvir etmeye çalıştığım patika alışkanlığı genetik bir kod gibi peşimizden gelmeye devam etmesin istiyorsak öncelikle kendimizin/topluluğumuzun iyi veya kötü olarak sınıflandırdığımız her şeyi yapabileceğine dair açık bir görüşümüzün olması gerekir. Bu gereklilik hem sorunlarla karşılaşıldığında verilecek tepkinin hem de sorunla alakalı farkındalığın çözüm üretme sürecine olumlu etkisinin bir parçasıdır. Teşhisin hızı ve tedavideki kararlılık kısıtlanan görüş açımızı genişletmemizle alakalıdır. Her toplumun ve bireyin sorunları vardır. Bu sorunlar, üzerinde düşünülmesi ve köklerinin irdelenmesiyle çözüme kavuşturulabilir veya teşhisi doğru yapılabilir. Bize düşen geniş perspektiften olaylara bakabilecek görüş açısını yakalamaya çalışmaktır. Çünkü durup bakılan hiçbir açı her zaman doğru açı olarak kalmaz.
Son olarak tüm yazı boyunca tartıştığım şeyin refleks, beklenti ve taraflı tutum olduğunu göstermeye çalıştım. Hoşumuza gitsin veya gitmesin yaşanan tüm olaylar, sırf bugün fark edildiği için ortaya çıkmış değildir. Hepsi bizler doğmadan önce de var olan bizlerden sonra da varlığını devam ettirecekler şeylerdir. Kadınlar, kendi hayatlarına dair karar almak veya özgürce hareket etmek istedikleri her dönemde sırf bu sebeplerle cadı, deli, ahlaksız vb. sıfatlarla itham edilerek öldürüldüler. Ne zamanki kadınlar bu konuda akademik çalışmalar yaptı ve çetele tutmaya başladı o zaman ne hikmetse kadın cinayetleri birden artıverdi. Aile içi cinsel istismar çoğu zaman aile onuru, cin musallat olması, küçüğün iffetsizliği gibi tutum ve durumlara bağlanarak örtbas edildi (bkz. Büşra Sanay – Kardeşini Doğurmak: Türkiye’de ensest gerçeği). Askerler belki de insanlar topluluklar halinde yaşamaya başladığından beri farklı gerekçelerle de olsa canlarını feda ediyorlar. Çıplaklık ve seks ise insan türünün ortaya çıkışını ister evrime ister yaratılış inancına dayandırın o andan beri vardır. Çıplaklığın ve seksin özel alanla kısıtlanması veya son zamanlarda artan bir şekilde suç olarak değerlendirilmesinin beklenmesi tamamen toplumsal bir reaksiyonun sonucudur yani kültüreldir. Kültürel olduğu için de son zamanlarda artmamış sadece sosyal medya sayesinde panoptikonu ele geçiren normal vatandaşın, gözü olan kamerasını kamusal alanda çıplak dolaşan veya seks yapanlara çevirmesiyle görünürlük kazanmıştır. Sanıyorum kamusal alanda seksin ilk defa 2022 yılında ve Türkiye’de ortaya çıktığını düşünmüyoruz. Uzun lafın kısası, bir mesele görünürlük kazandığında bu onun son zamanlarda giderek artan bir durum olduğu anlamına gelmez, zaten var olan bir şeyin yapılan çalışmalarla veya o konuya projeksiyon tutulmasıyla görünürlüğünün arttığını gösterir. Bunu kabul etmek bile teşhis ve çözüm üretebilmenin ilk adımıdır.
Yavuz Bülent BEKKİ
Kaynakça
Kancı, T. (2019). Amfitiyatro, Panoptikon ve Görme Rejimleri. İnsan & İnsan. Sayı 21. ss. 543-551. DOI: https://doi.org/10.29224/insanveinsan.558757
Kemp, S. (2022). Digital 2022: Turkey. DataReport. https://datareportal.com/reports/digital-2022-turkey Erişim Tarihi: 15.06.2022
Parsons, T. (2013). The Social System. London: Routledge [Elektronik Versiyon]
Sanay, B. (2018). Kardeşini Doğurmak: Türkiye’de ensest gerçeği. İstanbul: Doğan Kitap.