Temelleri Kanuni Sultan Süleyman zamanına kadar götürülebilecek olan Türkiye-Fransa ilişkileri, son yıllarda çeşitli sebeplerle sıkıntılı bir sürece girmiş gözükmektedir. Büyük ölçüde Fransız ve Türk dış politikasındaki vizyonsuzluk ve önyargılardan kaynaklanan bu sorunların çözümü Fransa’da şimdilerde önce Ulusal Meclis’ten, sonra da Senato’dan geçen ve onaylaması için Cumhurbaşkanı Sarkozy’e gönderilen sözde Ermeni soykırımını inkâr edenlere 45.000 euro (avro) ve 1 yıl hapis cezası öngören yasa teklifi ile daha da zorlaşacaktır. Bu nedenle Fransız siyasetçi ve devlet adamlarının bir an önce bu tarihi yanlışlıktan geri dönmeleri gerekmektedir. Türkiye-Fransa ilişkilerinin son yıllarda yaşadığı sıkıntıların temelinde beş önemli konu karşımıza çıkmaktadır.
1. Sözde Ermeni Soykırımı: Geçmişte ASALA terör faaliyetlerinin yoğun olarak yaşandığı ve ciddi oranda Ermeni kökenli nüfusa sahip Fransa, ilk kez 2001 yılında 1915 yılındaki olaylara dayalı olarak sözde Ermeni soykırımını tanıyan bir yasa çıkarmıştır. Yasa dönemin devlet adamları tarafından şiddetle kınanmış, bu yönde bazı ekonomik tedbirler alınmaya çalışılmış ancak bu tedbirler ciddi bir sonuç yaratmamıştır. 2006 yılında bu defa sözde Ermeni soykırımını inkârı suç sayan yasa teklifi Fransa’da Ulusal Meclis’e getirilmiş ancak Türkiye’den yükselen tepkiler üzerine yasa teklifi Senato’da gündeme alınmayarak yasalaşması engellenmiştir. Bu sürecin ardından karşılıklı temaslarla yumuşayan ilişkiler, daha sonra yaşanan çeşitli gelişmelerle yeniden gerilmiş ve aynı yasa teklifinin şimdilerde gündeme gelmesiyle kopma noktasına ulaşmıştır.
Ermeniler Fransa’da az rastlanabilecek şekilde, tam anlamıyla ülkeye entegre olmuş, kendi tarihsel kimliğini ve kültürel özgünlüğünü koruyarak Fransızlardan daha Fransız olmayı başarabilmiş bir azınlık grubudur. Ermeni lobileri Fransa’da genel anlamda iki ana hedef üzerinde kurulmuştur. Birincisi, Ermenilerin yasam koşullarının geliştirilmesi, Fransa politikasında yeterli söz sahibi olabilmesi ve mümkün olan en güçlü entegrasyonun sağlanabilmesi için Fransız vatandaşları olarak haklarının korunmasıdır. Bugünlerde daha ön plana çıkan ikinci önemli amaç ise, 1915 olaylarının bir soykırım olarak tanınması; bunun için anıtların dikilmesi, tarihi sunumların yapılması gibi etkinliklerle Ermeni tarihinin savunulmasıdır. Ermeni lobileri seçim sonuçlarına küçük de olsa etki edebilecek olan seçmen sayıları sayesinde hem Sarkozy’nin partisi UMP (Union pour un Movement Populaire), hem de en önemli muhalefet partisi PS (Parti Socialiste) nezdinde önemli destek bulmaktadır.
2. Türkiye’nin Avrupa Birliği Üyeliği: Fransız Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin iktidara geldiği tarihten itibaren (16 Mayıs 2007) Fransa’nın iç ve dış politikasında daha milliyetçi bir tavır içerisinde olduğu gözlemlenmektedir. Bu durum doğal olarak Türkiye-Fransa ilişkilerine de olumsuz bir şekilde yansımaktadır. Özellikle Sarkozy’nin Türkiye’yi “Avrupalı” olmadığı gerekçesiyle AB içerisinde görmek istemediğini dile getirmesi iki ülke arasındaki ilişkilerin geleceğini belirleyen olumsuz bir tutum olarak değerlendirilebilir. Nicolas Sarkozy Testimony adlı kitabında Türkiye’nin AB üyeliğine neden karşı olduğunun temel parametrelerini açıklamıştır. Öncelikle Türkiye’nin topraklarının %98’inin Avrupa kıtası dışında olduğunu savunan Sarkozy, üyelik durumunda Türkiye’nin AB üyeleri arasında en yüksek nüfus oranına sahip olacağını savunmaktadır. Nüfus yoğunluğunun ötesinde ise AB bünyesine İslam kültürünün girmesinin, AB’nin kurucu babalarının siyasi birlik kurma fikrine zarar vereceği görüşündedir. Bu noktada Sarkozy, Türklere AB’ye üye olamayacaklarını söylemekte geç kalındığı takdirde bunun nezaket sınırlarını aşacağını da belirtmektedir. Sarkozy, AB’nin hacminin daha fazla artmasına karşı çıkmaktadır, çünkü Türkiye gibi geniş coğrafyaya yayılmış ve yoğun nüfuslu bir ülkenin üyeliği sonrasında Fransa’nın gücünü kaybedeceğinden endişe duymaktadır. Türkiye’nin AB üyeliği Fransa kamuoyunda uzun süre tartışılmıştır. Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy Türkiye’nin AB üyeliğine karşı bir tutum benimsemiştir. Bu çerçevede, Fransa, beş faslın müzakerelere açılmasını engellemektedir. Sarkozy’nin “eğer Türkiye Avrupa’da olsaydı bu bilinirdi” şeklinde ifade ettiği Türkiye’nin AB üyeliğine karşıtlığı, eski Fransız Cumhurbaşkanı Valerie Giscard D’Estaing tarafından da “Türkiye’nin AB üyeliği Avrupa Birliği’nin sonudur” şeklinde daha önce dile getirilmiştir.
3. Arap Baharı Süreci: Yaklaşık bir yıldır Arap coğrafyasında etkili olan Arap Baharı süreci Tunus ve Libya başta olmak üzere çeşitli ülkelerin geleceği konusunda Türkiye ile Fransa’yı karşı karşıya getirmiştir. Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali rejimiyle sıkı ilişkileri olan ve tarihsel olarak da bu ülkeyle yakın ilişkileri bulunan Fransa, Türkiye’nin Bin Ali karşıtı devrimci hareketlere hamilik yapan ilk ülke olması nedeniyle kendisini zor durumda hissetmiş, rövanşı almak amacıyla Türkiye’nin yoğun yatırımları ve binlerce işçi-işadamı nüfusu bulunan Libya’da NATO bombalamalarının öncü gücü olmuştur. Ortak bir dış politika belirlemekte son derece zorlandığı ve Orta Doğu’da ciddi ölçüde etkili olamadığı görülen Avrupa Birliği’nin tarihsel bağları nedeniyle bu konuda en etkili ülkesi olmaya çalışan Fransa, Türkiye’nin bu süreçte ön plana çıkması ve etkisini arttırmasından son derece rahatsızdır. Bu da ilişkilerin bozulmasında önemli bir etken olarak görülmelidir.
4. Erdoğan-Sarkozy Rekabeti: Günümüz dünyasında demokrasilerin derinleşmesine rağmen, liderlere özgü kişisel ihtiras ve komplekslerin ülkeler arası ilişkileri dahi etkileyebildiği ilginç bir dönemden geçmekteyiz. En baştan beri kimyalarının tutmadığı görülen Erdoğan ve Sarkozy arasındaki rekabet de ilişkilerin bozulmasında etkili olmuş olabilir. Sarkozy’nin son Ankara ziyaretinde yaşanan çeşitli görüntüler bu kişisel rekabeti doğrular niteliktedir. Ayrıca Sarkozy’e ve Fransız hükümetine yakın Patrick Deveciyan ve benzeri Ermeni asıllı Fransız siyasetçilerin Türkiye’ye yönelik hasmane tutumlarının da bu süreçte etkisi olmuştur. Erdoğan ve Sarkozy gibi iki iddialı ve ihtiraslı sağcı liderin tutumları da doğrusunu söylemek gerekirse Türkiye-Fransa ilişkilerini germektedir.
5. Kürt Sorunu: Kürt konusu veya Türkiye’deki yaygın ismiyle Kürt sorunu, 1970’lerden beri Fransız siyasetini özellikle Fransız solunu harekete geçiren konulardan bir tanesidir. Geçmişte özellikle François Mitterand’ın Fransa Cumhurbaşkanlığı, eşi Daniele Mitterand’ın da Türkiye’deki ayrılıkçı Kürt hareketine yakın Fondation France-Libertés (Fransa Özgürlükler Vakfı) Başkanlığı dönemlerinde Kürt siyasal hareketinin söylemleri Fransa gündeminde büyük yer bulmuştur. Özellikle 1980’lerin başında, Kürtlere olan destek Türkiye’deki ordu rejimine olan tepkiyle beraber daha da güçlenmiştir. Bu dönemde Türkiye’den Fransa’ya göç edenlerin önemli bir kısmı da Kürt kökenlidir ve bu da Fransa’da bir Kürt lobisinin doğmasına yol açmıştır. Bugünlerde Kürt konusunun önceki dönemlerdeki kadar popüler olmadığı ya da kapsamının oldukça değiştiği öne sürülebilir. Ancak aslına bakılırsa Fransa’da günümüzde Kürt meselesi sadece Türkiye sınırları içinde değil, daha çok jeopolitik açıdan bölgesel olarak değerlendirilmektedir. Kürt meselesi artık Fransa-Türkiye ilişkilerini doğrudan etkileyen politik bir faktör olmaktan çıksa da hala Fransa açısından önemli bir siyasal konu ve ilişkileri bozan temel bir etkendir.
Sonuç olarak Türkiye-Fransa ilişkilerinde son yıllarda sözde Ermeni soykırımı iddiaları, Türkiye’nin AB üyeliği, Arap Baharı süreci, Erdoğan-Sarkozy rekabeti ve Kürt sorunu gibi önemli meseleler bulunmaktadır. Ancak bunların aşılamayacak ciddiyette sorunlar olduğunu söylemek fazla karamsar bir yaklaşım olacaktır. Zira bu sorunlara karşın, iki ülke ilişkilerini kolaylaştırıcı bazı önemli faktörler de bulunmaktadır. Bunlar arasında son yıllarda da yükselmeye devam eden iki ülke arasındaki yüksek ticaret hacmi, Osmanlı’nın son yüzyılından başlayarak Cumhuriyet döneminde de artacak şekilde gelişmiş olan kültürel ilişkiler ve her iki ülkenin de NATO üyeliği dolayısıyla içerisinde yer aldığı Batı ittifakı bulunmaktadır.
Kültürel İlişkiler: Türkiye’de bulunan Fransız okullarının da etkisiyle ülkede önemli sayıda Türk Frankofon (Fransızca konuşan kişi) bulunmaktadır. 2009 yılı Fransa’da “Türk yılı” ilan edilmiş ve bu yönde birçok çalışma gerçekleştirilmiştir. Türkiye’nin Fransa’da yaygın tanınırlığı olan Orhan Pamuk, Aziz Nesin, Nazım Hikmet, Abidin Dino, Fikret Mualla, Yaşar Kemal, Yılmaz Güney, Mine Kırıkkanat, Nedim Gürsel gibi yazar ve sanatçıları, Ahmet İnsel, Taner Timur, Baskın Oran, Ahmet Taner Kışlalı, Hamit Bozarslan, Murat Belge ve Ahmet Kuyaş gibi akademisyenleri de bulunmaktadır. Tarihsel olarak (İttihat ve Terakki döneminden beri) Türk aydınları için Fransa önemli bir çekim merkezi ve model olagelmiştir. Siyasi sorunların karşılıklı adımlarla yumuşaması durumunda son derece güçlü olan kültürel ve ekonomik faktörler iki ülkeyi yeniden birbirlerine yakınlaştırabilecektir.
Ekonomik İlişkiler: Türkiye-Fransa dış ticaret hacmi 2008 yılında, bugüne kadar kaydedilen en yüksek değer olan 15,6 milyar dolar düzeyine ulaşmıştır. Ülkemiz ile Fransa arasındaki dış ticaret dengesi ülkemiz aleyhine seyretmektedir. Küresel ekonomik krizin olumsuz etkisi 2009 yılında ikili ticaret hacmi rakamlarına da yansımıştır. Diğer taraftan, 2009 yılında Fransa ile ikili ticarette yaşanan düşüş oranı dış ticaretimizdeki genel düşüş oranının altında kalmıştır. 2008 yılında Fransa ülkemizin en çok ihracat yaptığı 5. ülke konumunda iken, 2009 yılında Almanya’nın ardından 2. sıraya yükselmiştir. Fransa’nın AB dışındaki en büyük pazarlarından biri olmaya devam eden Türkiye, 2009 yılında Fransa’nın AB dışında en çok ihracat yaptığı 6. ülke olmuştur. Fransa ile ikili ticaret hacmimiz 2010 yılının ilk dört ayında geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 31’lik bir artış kaydetmiş ve 4,6 milyar Dolar olarak gerçekleşmiştir. Bu dönemde Fransa’ya ihracatımızda geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 30, Fransa’dan ithalatımızda ise yüzde 33’lük artış gerçekleşmiştir.
Ülkemizde yaklaşık 900 Fransız sermayeli şirket faaliyet göstermektedir. Fransız firmaları özellikle nükleer enerji santralleri ihaleleri, yenilenebilir enerji ve ulaştırma alanlarındaki proje ve ihalelere ilgi göstermektedir. Fransız yatırımları otomobil, elektronik, çimento, eczacılık ve hizmet sektörlerinde yoğunlaşmaktadır. 2002-2009 döneminde ülkemize gelen yatırımların 4,4 milyar Dolarlık bölümü Fransa kaynaklıdır. 2009 yılında Fransa’dan ülkemize gelen yatırım miktarı ise 593 milyon dolardır. Fransa’daki Türk yatırımcılar, gerek ülkemizin sanayi ve hizmetler sektörü firmalarından gerek Fransa’da yerleşik vatandaşlarımızın kurup geliştirdikleri ve genelde inşaat ve gıda alanlarında faaliyet gösteren firmalardan oluşmaktadır. 1987 yılında kurulan Türk-Fransız İş Konseyi’nin Fransız muhatabı “Mouvement des Entreprises de France-MEDEF International” isimli kuruluştur. İş Konseyi’nin Türk kanadı başkanı Hasan Çolakoğlu, Fransız kanadı başkanı Jean Lemierre’dir. 2009 yılında Fransa’dan ülkemize gelen turist sayısı 932 bin 800 olarak gerçekleşmiştir. Tüm bu bilgi ve veriler iki ülke arasında kolay kolay koparılamayacak güçlü ekonomik ilişkiler olduğunu ispatlamaktadır.
NATO Üyeliği ve Batı İttifakı: Son dönemde yeniden NATO’nun askeri kanadına dönen Fransa ile Türkiye, tarihsel olarak NATO üyeliği bağlamında müttefik durumundadır. Bu müttefiklik yeniden oluştuğu iddia edilen Soğuk Savaş koşullarında önemli hale gelebilecektir. Zira İran, Rusya, Çin gibi daha önemli rakipler karşısında Türkiye ile Fransa’nın kendi anlaşmazlıklarını bir yana bırakıp, Batı ittifakı çatısı altında bir araya gelmeleri doğaldır.
Dr. Ozan Örmeci