Özet
Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, II.Dünya Savaşı’nın galip devletleri idi. II.Dünya Savaşı’ndan sonra sistem bir kez daha değişime uğramıştı, ve yeni hedef sistemin lideri olabilmekti. Bu amaç ABD ve SSCB’yi karşı karşıya getirmiştir. İki gücün uluslararası arenada lider olabilmek için yaptıkları mücadele “Soğuk Savaş” döneminin başlamasına neden olmuştur. Soğuk Savaş 1991’e kadar sürdü. Dünyanın nükleer silah tehlikesiyle karşı karşıya kalmasına neden oldu ve uluslararası sistemdeki dengeyi yeniden değiştirdi. SSCB ve komünizm tehdidine karşı kurulan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO), bu mücadeleyi ABD’nin kazanmasında önemli bir etkiye sahipti. Türkiye’de SSCB tehdidi nedeniyle NATO’ya katılmıştır. Böylece; NATO ve Türkiye, Sovyetler Birliği’ne karşı önemli bir ittifak kurdular. Bu araştırmada, NATO’nun kuruluşunun tarihsel süreci, nedenleri, Soğuk Savaş Dönemi ve Türkiye’nin NATO’ya katılımı incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Soğuk Savaş, ABD, SSCB, NATO, Türkiye
Abstract
The United States and the Union of Soviet Socialist Republics were the victorious states of World War II. After the World War II, the system changed once again. Following the war, the new goal was to be the leader of the system. This aim had brought the USA and the USSR against each other. The struggle of the two powers to become “leaders” in the international arena started the “Cold War” period. The Cold War period lasted until 1991. It caused the world to face the danger of nuclear weapons and again changed the balance in the international system. North Atlantic Treaty Organization, which was established against the threat of the USSR and Communism, had an important effect on the US’s victory in this struggle. Turkey also joined NATO because of the threat of the USSR. Thus; NATO and Turkey, they have established an important alliance against the Soviet Union. In this research, the historical process of NATO’s founding, its causes, Cold War and Turkey’s NATO accession is examined.
Keywords: Cold War, USA, USSR, NATO, Turkey
1. GİRİŞ
Bu çalışmada, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütünün kurulmasının arka planını anlayabilmek adına I Dünya savaşından sonraki süreç, II. Dünya savaşına gidiş ve savaştan sonra iki kutuplu sistemin ortaya çıkması ile Soğuk Savaşa gidiş süreci ve Türkiye’nin ise NATO’ya neden ve nasıl katıldığı Nitel yöntemler ile incelenecektir.
Birinci Dünya savaşından yaklaşık yirmi yıl sonra 1939’da yine bir Dünya Savaşı olarak tarihe geçen ve ilkinden daha ağır sonuçlar içeren II. Dünya Savaşı başlamıştır. Savaş bittiğinde yeni bir dünya sisteminden bahsetmek mümkündür. I. Dünya savaşından sonra Milletler Cemiyeti sayesinde elde ettikleri güç ile İngiltere ve Fransa sisteme hakim olmayı başardılar. II. Dünya savaşından sonra ise ABD ve SSCB diğer ülkelere göre askeri, ekonomik ve siyasi olarak güçlü çıkmışlardı. İki gücün sisteme hakim olabilme hedefleri süreç içerisinde mücadeleye dönüşerek Soğuk Savaş olarak adlandırılan dönemi başlatmış oldu. ABD, savaş bittikten sonra uygulamış olduğu Monroe Doktrini politikasını rafa kaldırdı ve Dünya Devleti olma yolunda adımlar attı. Tabi; II. Dünya savaşından ABD’nin dışında bir devlet daha önemli ölçüde güçlenerek çıkmıştı: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği. SSCB, Hitler’in Almanyasını durdurmayı başarmış ve büyük bir zafer elde etmişti. Kazandığı bu zafer ile Doğu Avrupa ülkeleri tarafından “kahraman” olarak görüldü. İlerleyen süreçlerde bu iki devlet uluslararası arenada lider olabilmek için rakip haline geldiler. ABD’nin bulunduğu Batı Bloğu ile SSCB’nin bulunduğu Doğu Bloğu uzun yıllar karşı karşıya kaldı. Yani, büyük bir yıkıma neden olan II. Dünya savaşı 1991 yılına kadar süren, neredeyse bütün dünyayı etkisi altına alan ve dünyanın nükleer silah tehlikesiyle karşı karşıya kalmasına neden olan Soğuk Savaşı başlatan ve uluslararası sistemde dengeyi değiştiren etkin sebeplerden biri olmuştur.
Bu mücadeleden dolayı uluslararası sistem iki kutuplu olarak ortaya çıkmıştır. Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) böyle bir dönemin ürünüdür. On iki ülkenin katılımı ile kurulan NATO, SSCB’nin yayılmacılık ve komünizm tehdidini ortadan kaldırarak kendi lehlerine düzeni ve barışı sağlamayı hedefliyordu. Türkiye’de SSCB tehdidi karşısında Batı’ya yönelik politikalar üretmiş ve NATO’ya katılmak için çalışmalarda bulunmuştur. Bu hedefler doğrultusunda üç denize de kıyısı olan, Ortadoğu bölgesinin hemen dibinde olan Türkiye stratejik bir ülke konumunda yer almasından dolayı NATO tarafından SSCB ile olan mücadelede faydalı olabilecek bir ülke olarak düşünüldü. Bu sebeplerden dolayı, yapılan görüşmeler sonucunda Türkiye’nin 1952 yılında NATO’ya katılımı gerçekleşmiş ve ittifak kurulmuş oldu.
2. TARİHSEL SÜREÇ
Soğuk Savaş’a giderken tarihsel süreç içerisinde II. Dünya savaşının gelişimini bilmek gerekmektedir. Sistem, II. Dünya savaşı ile tekrar değişime uğramıştı. Bu savaş kendisinden önceki savaşlardan daha acımasız, zorlu ve yıkıcıydı (Sönmezoğlu, 2017, s. 21).
2.1. İkinci Dünya Savaşı
Birinci Dünya Savaşı, devletlerin tahmin edemediği bir şekilde dört yıl sürmüştür. Topyekün olan bu savaşı kazanmak için Devletler ciddi yatırımlar, harcamalar yapmış ve bu politikalar devletleri savaş sonrasında ekonomik anlamda büyük bir zora sokmuştur. Bu ekonomik sorunlara 1929 Büyük Buhranı eklenince Avrupa büyük bir ekonomik çöküntü ile karşı karşıya kalmıştır. Yaşanan bu gelişmeler ile Liberal Ekonomik Politikalara olan güven azalmıştır. Savaşın yarattığı sorunlar II. Dünya savaşına giderken Mussolini önderliğinde İtalya ve Hitler liderliğinde Almanya gibi ülkelerin baskıcı bir politika benimsemesine yol açmıştır. Bunun yanı sıra İtalya ve Almanya ulusal birliklerini geç tamamladıklarından da dolayı faşist bir anlayış benimsemişler ve Totaliter rejim olarak Faşist İtalya ve Nazi Almanya’sı ortaya çıkmıştır (Hasgüler & Uludağ, 2018, s. 105-108).
Birinci Dünya Savaşında mağlup olan Devletler çok ağır antlaşmalara maruz kalmışlardır. Bu devletler arasında Almanya’ya sunulan şartlar diğer devletlere göre daha ağırdı. Versay (Versailles) Antlaşması ile Almanya’nın savaştan dolayı bozulan ekonomisi iyice çökertilmiştir. Yaşanan bu olaylar Hitler’in Almanya’da kurtarıcı rolünde bir lider olmasının yolunu açtı. Hitler’in iktidara gelerek totaliter rejim benimsemesi II. Dünya savaşına giderken Almanya’nın dış politikasını oluşturmuştur. Almanya’nın uygulamış olduğu yayılmacı politikalar diğer devletler için tehdit oluşturmaktaydı. İngiltere, ilk aşamada Almanya’nın bu tutumuna Yatıştırma Politikası ile karşılık vermiştir. Fakat İngiltere’nin bu politikası ters teperek Almanya’yı ve Hitler gibi baskıcı bir lideri şiddete daha çok itmiştir. Bunun sonucunda: Almanya, 1938’de Avusturya ve Çekoslovakya’yı, 1939’da ise Polonya’yı işgal etmiştir. Böylelikle İngiltere ve Fransa Almanya’ya savaş ilan etmiş ve II. Dünya Savaşı resmen başlamıştır. (Sander, Siyasi Tarih 1918-1994, 2019, s. 13-55)
Almanya’nın yanında diğer baskıcı rejimler olan İtalya, Japonya ve Sovyetler Birliği yer almıştır. Diğer tarafta ise Fransa ve İngiltere yer alırken daha sonra bu ittifaka Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri katılmıştır. Japonya’nın Pearl Harbor’ı bombalaması ile ABD’nin savaşa girmesi tıpkı I. Dünya savaşında olduğu gibi bir dönüm noktası olmuştur. (Sönmezoğlu, 2017, s. 23-27)
Savaşın bitiminde iki önemli unsur ön plandadır: SSCB ve ABD. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin Baltık ülkelerini, Polonya’yı ve ardından Bulgaristan’ı işgal etmesi Almanya’da halkın bıkkınlığa düşmesine sebep oldu. Savaşın sonları ise Alman halkını iyice bezdirmişti. Mussolini’nin linç edildiğini öğrenen Hitler intihar ederek hayatını kaybetmişti. Hitler’in adamlarının çoğu intihar ederken bir kısmı yakalanmış ve ömür boyu hapis cezası almışlardır. 29 Nisan 1945 yılında İtalya teslim olmayı kabul etti. Almanya ise Hitler’in intiharından sonra resmen 7 Mayıs 1945’te teslim olmuştu. Böylece Avrupa’da savaş bitmiş oldu. ABD’nin ise Japonya’ya atmış olduğu Atom bombaları savaşın Pasifikte bitmesine sebep olmuştur. Böylece, “Demokratik” rejimler Totaliter rejimleri mağlup etmeyi başarmışlardır. (Sander, Siyasi Tarih 1918-1994, 2019, s. 203-208)
3. SOĞUK SAVAŞ
I. Dünya savaşının bitiminde İngiltere ve Fransa etkin rol almışken, II. Dünya savaşının bitiminde ise Almanya ve İtalya gibi devletlere karşı mücadele eden ABD ve SSCB etkin rol almıştır. Bu iki büyük güç savaş galibiyetlerinin verdiği güçlerini arttırmayı başarmışlardır. Bu güçleri süreç içerisinde uluslararası sistemin hakimi olmak için kullanmışlar ve bu durum da İki Kutuplu bir sistem yaratmıştır. Oluşan bu iki kutuplu sistem neredeyse tüm dünyayı etkisi altına alabilecek kapasiteye sahipti. (Sander, Siyasi Tarih 1918-1994, 2019, s. 223)
İki kutuplu sistemde artık ABD ve SSCB olmak üzere iki başat güç vardı. Bu dönemin diğer dönemlerden farkı, önceki dönemlerde devletlerin birbirleri arasında oluşturmuş oldukları bir güç dengesi ve bu güç dengesine bağlı olarak birbirleri ile farklı ittifaklar oluşturması iken bu dönemde iki süper güç etrafında bloklaşan ülkelerin olmasıdır. (Sönmezoğlu, 2017, s. 28)
İki Devlet arasında birebir çatışma veyahut çarpışma olayı yaşanmamasına rağmen uluslararası ilişkilerde büyük önem arz eden Diplomasi unsuru da ortadan kalkmış durumdaydı. İki devlet birbirlerine güvenmediklerinden dolayı karşı tarafı olumsuz etkileyebilmek ve her türlü olumsuzluğa karşı durabilmek adına “güç” parametresine odaklanmış durumdaydılar. Odaklanılan güç unsuru, 1991 yılında Soğuk Savaş dönemi bitene kadar iki devlet ve bloklar arasındaki mücadeleyi belirtmek adına etkin bir kavramdır. (Sander, Siyasi Tarih 1918-1994, 2019, s. 249-250)
Birebir çatışmanın yaşanmamasının sebebi ise Nükleer Silahlar tehlikesidir. Böyle bir çarpışmada özellikle nükleer silahların kullanılması ile dünyanın tekrar “sıcak” bir savaş içine gireceği ve bu savaşın ise II. Dünya savaşından çok daha zorlu ve yıkıcı geçebileceği iki ülke tarafından bilinen bir gerçektir. İki güç neredeyse her bölgede birbirlerine karşı mücadele etmişlerdir. Özellikle bazı devletler bağımsızlıklarını yeni kazanmalarından dolayı iç savaş yaşamış, bu iki güç ise kendi çıkarları doğrultusunda bu ülkelerdeki hareketlere yardım etmişlerdir. Fakat burada Vietnam ve Afganistan diğer ülkelere göre daha fazla önem arz etmektedir. ABD ve SSCB, amaçları doğrultusunda dışarıdan tam müdahale edemedikleri için ABD Vietnam’ı, SSCB ise Afganistan’ı işgal etmiştir. Soğuk Savaş dönemi nükleer silahlar tehlikesi bakımından genel olarak üç döneme ayrılmaktadır. 1945-1953 yıllarını kapsayan birinci dönemde iki güç nükleer silahlar üzerinden üstünlük kurma amacındaydı. Burada ABD üstün bir durumda iken bir anda SSCB’nin atom bombası patlatması daha sonrasında ise yine ABD’nin hidrojen bombası üretip önde olduğu bir zaman da SSCB’nin de hidrojen bombasına sahip olması aslında mücadelenin ne kadar çetin ve hızlı bir biçimde gerçekleştiğinin kanıtıdır. 1954-1957 yılları ise ikinci dönem olarak adlandırılmaktadır. Bu dönemde Amerika Birleşik Devletleri Soğuk Savaş döneminde meşhur olan Çevreleme Politikasını SSCB karşısında etkin bir biçimde kullanmaya başlamıştır. ABD Çevreleme politikası sayesinde SSCB’nin etrafına füze zinciri oluşturmuştur. Bu politika ABD için büyük avantaj yaratmış ve ABD, SSCB karşısında nükleer silah üstünlüğünü net olarak ele geçirmiştir. 1958-1968 yılları ise üçüncü dönemi kapsamaktadır. Bu dönemde iki güç yine nükleer silahlar ile birbirlerini caydırmaya çalışmış ve bunun için de herhangi bir saldırı olursa cevap verebilme olanaklarını arttırmışlardır. Bu tehlikelerden dolayı diğer dönemlere göre daha “istikrarlı” bir zaman dilimi geçmiştir. Çünkü nükleer silahların kullanılması sonucunda ortaya çıkabilecek olumsuz etkiler iki ülke arasında dengeleme unsuru olarak yer almıştır. (Sönmezoğlu, 2017, s. 29-31)
4. NATO’NUN KURULUŞU
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, Almanya’yı yenen güç olarak Avrupa’ya doğru yayılma amacı ile hareket etmeye başlamıştır. Bir İmparatorluk geleneği olarak yayılmacılık politikasını gerçekleştirmeye çalışırken 1949’dan sonra, Soğuk Savaş döneminde bunu Komünizm ideolojisi ile gerçekleştirmeye çalışmıştır. Savaştan sonra askeri gücünü hali hazırda elinde tutan ve ciddi silah gücüne sahip olan SSCB artık Batı için bir tehdit konumuna ulaşmıştır. Bu sebeplerden dolayı ABD ve SSCB mücadelesi kızışmıştır. (Balcı, 2019, s. 257-258)
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin amaçları doğrultusunda Komünizm ideolojisini yaymak hedefi NATO gibi bir ittifakın kurulmasının başlıca sebebidir. NATO, II. Dünya savaşından sonra Avrupa’ya hakim olmaya çalışan Sovyetlere karşı 1949’da kurulmuştur. On iki devletin (ABD, Kanada, Hollanda, Portekiz, Danimarka, Lüksemburg, İzlanda, İtalya, Norveç, Fransa, İngiltere ve Belçika) bir araya gelerek Kuzey Atlantik Antlaşmasını imzalaması ile kurulan askeri ittifak NATO, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve onun ideolojisi Komünizme karşı oluşturulmuş bir askeri örgüttür. NATO, SSCB tarafından veyahut Doğu Bloğu ülkeleri tarafından kendisine üye olan on iki devletten herhangi birine karşı saldırı yapıldığında bu saldırıya hep beraber karşılık verme amacıyla görev yapar. NATO genel çerçevede Truman Doktrinine dayandığı için ABD Başkanı Truman NATO ittifakı için önemli bir isimdir. Bu ittifak ile Avrupa Sovyetlerden korunmaya çalışılmıştır. (Ekşi, 2017, s. 49-50)
NATO’nun temelini oluşturan esas unsur ise Kuzey Atlantik güvenliğinin sağlanmaya çalışılmasıdır. Amerika Birleşik Devletleri ile Kanada’yı ilgilendiren ittifak daha sonrasında ABD’nin hedefleri doğrultusunda özellikle Marshall yardımları ve Truman Doktrini vasıtası ile Batı Avrupa ile genişlemiştir. Bu genişleme, 1949 yılında Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün on iki devlet ile kurulmasını sağlamıştır. (Balcı, 2019, s. 260-262)
Bu dönemde mücadele ekseninde en önemli parametreler nükleer silahlar tehlikesi idi. Amerika Birleşik Devletleri’nin Atom Bombasına sahip olması ve bu konuda Japonya üzerinde II. Dünya Savaşında tecrübe elde etmiş olması önemli bir avantajdır. Fakat Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği bu yarışta geri kalmamış ve atom bombasına sahip olduğunu göstermiştir. Daha sonrasında bu yarış hidrojen bombalarında da gerçekleşmiştir. ABD’nin sahip olduğu hidrojen bombasına SSCB’de kısa süre içinde sahip olmuştur. Yaşanan hızlı ve etkili rekabet bu dönemin çetin geçeceğini kanıtlamış durumdadır. Bu nükleer silah tehlikesinden dolayı Avrupa, SSCB tarafından büyük tehdit altında idi. Bu tehdide karşılık ABD, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü aracılığı ile Çevreleme politikası güderek Batı Avrupa’nın stratejik bölgelerine SSCB’yi tehdit etmek ve düzenlemek amacı ile füze sistemleri kurmuştur. (Gül, 2015, s. 252-255)
Soğuk Savaş, Amerika Birleşik Devletleri’nin ve NATO’nun kazanması ile sonuçlanmıştır. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği yenilmiş ve dolayısı ile Varşova Paktı yıkılmıştır. Temel sebep olarak Sovyetler tehdidine karşı oluşturulan NATO İttifakının Soğuk Savaş bittikten sonra varlığını sürdürmesi eleştiri konusu olsada NATO kendi içerisinde bazı değişim ve gelişimler yaşayarak Neo-Liberal paradigma çerçevesinde varlığını günümüze kadar ulaştırabilmiştir. İttifak içerisindeki ülkeler SSCB ve Komünizm tehdidinden kurtulmuşlar fakat güvenliğe vermiş oldukları önemi bırakmamışlardır. Bu güvenlik için ise belirli bir dönem NATO’ya hala gerek duyulmaktadır düşüncesi ile hareket edilmiştir. (Şahin, 2017, s. 61)
5. NATO VE TÜRKİYE İTTİFAKI
Milli Mücadele’nin ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Dış Politikada diğer devletler ile diplomasi çerçevesinde iyi ilişkiler kurmayı hedef edinmiştir. Milli Mücadele döneminde olan yardımlarından dolayı, Türkiye’nin Sovyetler Birliği ile arasında ilişkiler Cumhuriyet kurulduktan sonra da iyi bir şekilde devam etmiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra İsmet İnönü Cumhurbaşkanı olmuştur. Bu dönemde ise Dış Politika büyük ölçekte denge üzerine kurulu idi. II. Dünya savaşı patlak verdiğinde Türkiye’nin savaşa katılmaması ülkenin ekonomik durumu açısından olumlu bir gelişmedir. Üç denize kıyısı olması sebebiyle stratejik bir öneme sahip olan Türkiye Cumhuriyeti, İsmet İnönü önderliğinde Denge Politikası uygulayarak, büyük bir yıkıma neden olan II. Dünya savaşına katılmamıştır. I. Dünya Savaşı’nın sonunda Türkiye ile Sovyetler arasındaki “iyi” ilişkiler bozulmaya başlamıştır. Lenin Döneminde geliştirilen ve sürdürülen diplomatik ilişkiler Stalin döneminde yaşanmamıştır. Bir İmparatorluk geleneği olarak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, yayılmacı bir politika benimsemiş ve bu politika Türkiye’ye karşı da Iğdır, Erzurum, Kars ve Boğazlar üzerinden uygulanmaya çalışılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti karşı karşıya kalmış olduğu ve egemenliğini ciddi olarak tehdit eden bu politikadan dolayı kendini Batı’ya yakınlaşırken bulmuştur. Türkiye’nin çıkarı ve egemenliği için yapmış olduğu politika sonucunda NATO’ya giden süreç başlamıştır. (Balcı, 2019, s. 253-257)
1950 yılında bir ideoloji savaşı olarak başlayan Kore Savaşı ile II. Dünya Savaşından sonra ilk defa bir çatışma yaşanıyordu. ABD ve SSCB’nin Birleşmiş Milletlerin çalışmalarına rağmen uzlaşı sağlayamamaları Kore’de iki devletin kurulmasına sebep olmuştur: ABD’nin öncülüğünde kapitalist anlayışa sahip Güney Kore ve SSCB’nin öncülüğünde sosyalist anlayışa sahip Kuzey Kore. Kore Savaşı, Liberalizm ve Komünizmin silahlı unsurlarla birebir çarpıştığı bir mücadele olarak tarihteki yerini almıştır. (Kahraman, 2020, s. 1376-1378)
Türkiye’nin NATO’ya girme süreci CHP iktidarı döneminde başlıyordu. İnönü Cumhurbaşkanlığı ve Celal Bayar Başbakanlığı döneminde üç kez başvuru yapılmış ve üç başvuruda da ret cevabı alınmıştır. 1950 yılında gerçekleşen seçimle Demokrat Parti iktidara gelmiş ve NATO’ya katılma çabaları arttırılmıştır. 1950 yılında başlayan Kore Savaşı, Türkiye’nin NATO’ya katılımında önemli bir olay olarak tarihe geçmiştir. Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes döneminde Türkiye, savaşa asker gönderme kararı almıştır. Askerlerin gönderilmesi amaçlarından biri de ordunun Cumhuriyet döneminde ilk defa tecrübe kazanabileceği düşüncesidir. Yapılan görüşmeler neticesinde Türkiye, Birleşmiş Milletlerin talebine uyarak ve ABD’ye yardım etmek üzere Kore’ye askeri bir birlik göndermiştir. Türk ordusunun Kore Savaşında vermiş olduğu kayıplara rağmen gösterdiği üstün ve başarılı mücadele uluslararası politikada Türkiye’ye olan olumsuz bakışı belirli ölçekte değiştirmiştir. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne karşı da stratejik bir bölgede bulunan Türkiye’nin NATO’ya katılarak bu mücadelede önemli rol oynayabileceği düşüncesi oluşmuştur. Bu sebeplerden dolayı yapılan görüşmeler neticesinde Türkiye 1952 yılında NATO İttifakına katılmıştır. (Akkaya, 2012, s. 3-15)
Türkiye ile NATO İttifakı arasında zaman zaman olumsuz gelişmeler de cereyan etmiştir. Özellikle Türkiye’nin 1974 Kıbrıs Harekatını düzenlemesi, Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri ve NATO tarafından tepkiyle karşılanmış ve harekata karşılık Türkiye’ye silah ambargoları uygulanmıştır. Ambargo uygulanmasına karşın Türkiye’nin Kıbrıs Meselesinde politikalarından vazgeçmemesi bu konudaki kararlığını göstermektedir. Bu kararlılığından ve NATO ile ABD’nin Barış Harekatındaki tutumundan dolayı Türkiye, dış politikasında daha dengeleyici politikaları benimsemiştir. (Kurban, 2016, s. 474-475)
Soğuk Savaş dönemi sona erdikten sonra NATO varlığını sürdürmeye devam etti. Fakat, bu süreçten sonra Türkiye ile NATO ittifakı bazı noktalarda tartışma konusu olarak eleştirildi. Bu tartışmalara sebep olan durum, SSCB’nin yıkılması ile gün yüzüne çıkmıştır. NATO ve Türkiye’nin birbirine ne kadar ihtiyacı var? sorusu bir nevi gündeme gelmektedir. Çünkü, SSCB yıkılmış ve Türkiye’ye olan tehdit ortadan kalkmıştır, bu yüzden güvenlik anlamında Türkiye NATO’ya eskisi kadar “bağlı” olmak zorunda değildir düşüncesi ortaya çıkmıştır. NATO içerisinde ise Avrupalı ülkeler, Türkiye’yi güvenlik konusunda Avrupa bazlı değil daha çok Ortadoğu Bölgesi için önemli bulduklarını dile getiriyorlardı. NATO’nun kendi içerisinde yaşamış olduğu dönüşümden dolayı Avrupa Ülkelerinin güvenliklerini artık daha çok Avrupa Birliği üzerinden sürdürme çabaları ve istekleri Türkiye açısından sorun teşkil eden başka bir durumdu. Bu sebeplerden dolayı Türkiye’nin eleştirileri artmıştır. Öte yandan 1990’dan sonra Türkiye’nin NATO’nun Avrupa ve Balkanlar’daki politikalarını ve çalışmalarını desteklemesi işbirliği açısından önemlidir. İttifakta önemli olan noktalardan birisi de 2001 yılıdır. 11 Eylül 2001 saldırısından sonra NATO, ABD öncülüğünde Avrupa’nın dışına çıkarak Afganistan’a girmiş ve bu müdahaleyi Türkiye desteklemiştir. Burada önemli olan NATO’nun bir bölgesel örgüt olmasına rağmen kendisini küresel ölçekte yenileyerek dönüşüm yaşamış olması ve ittifakın devamında önemli rol oynamıştır. Türkiye ise kendi politikalarının NATO politikaları ile çelişmemesi adına NATO ittifakı içerisinde daha aktif bir rol oynayacak konuma ulaşmaya başlamıştır. Yaşanan tüm olumlu ve olumsuz gelişmelerin yanı sıra 1952’de oluşturulan NATO ve Türkiye ittifakı günümüzde de devam etmektedir. (Oğuzlu, 2012, s. 103-104)
6. SONUÇ
NATO ve Türkiye İttifakı, iki unsur için de önem teşkil etmektedir. Burada vurgulanması gereken husus aslında iki unsurun da o dönem şartlarında birbirlerine “ihtiyaç” duymalarıdır. Bu ittifak tek bir taraf için avantaj sağladığı gibi yine tek bir taraf için de kurulmamıştır. Türkiye, Cumhuriyet Halk Partisi ve sonrasında Demokrat Parti dönemlerinde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin tehdidinden dolayı NATO’ya katılmak istemiştir. Kore Savaşı’nda Türkiye, Birleşmiş Milletlerin çağrısı ile Amerika Birleşik Devletleri’ne yardım etmek için Kore’ye asker göndermiştir. Türkiye’nin daha önce yapmış olduğu başvuruları reddeden NATO’da, Türkiye’nin Kore Savaşında göstermiş olduğu başarılı mücadeleden ve stratejik bir bölgede bulunmasından dolayı SSCB’ye karşı mücadelede etkin bir rol oynayabileceği fikri hakim olmuştur. Bu sebeplerden dolayı NATO ve Türkiye ittifakı kurulmuş oluyordu. NATO ve ABD ile özellikle askeri ve istihbarat noktasında işbirliği içerisine girmiştir. Soğuk Savaş bittikten sonra da ittifak devam etmiştir. İttifak dahilinde olumlu gelişmelerin olduğu gibi olumsuz birtakım unsurlar da yaşanmıştır. 1974 Kıbrıs müdahalesi yaşanan olumsuz gelişmelerin sebeplerinden birisidir. Günümüzde ise Türkiye’nin NATO üyesi olup Rusya’dan S-400 savunma sistemlerini alması Türkiye’ye yönelik bazı eleştirileri ve yaptırımları getirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti ise bu durumun kendi Egemenlik ve Ulusal Bağımsızlık meselesi olduğunu ve buna göre hareket ettiğini vurgulamaktadır. NATO’nun varlığını devam ettirebilmesi için tekrardan gelişim ve dönüşüm yaşaması gerekli midir, gerekliyse bu gelişim ve dönüşüm nasıl olmalıdır, NATO ve Türkiye İttifakı devam edecek midir? gibi sorular ise zaman içerisinde kendi cevaplarını yaratacak sorulardır.
OKTAY SOYSAL
Uluslararası Örgütler Staj Programı
KAYNAKÇA
Akkaya, B. (2012). Türkiye’nin NATO Üyeliği ve Kore Savaşı. Akademik Bakış Dergisi, 1-20.
Balcı, A. (2019). Demokrat Parti ve Cumhuriyet Halk Partisi Dönemlerinde Türkiye’nin NATO’ya Giriş Denemeleri ve Türkiye’nin NATO’ya Girişi 1945-1960. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 251-276.
Ekşi, M. (2017). Dönüşerek Varlığını Sürdüren NATO’nun 2000’lerdeki Yeni Rolü: DEAŞ/Terörizmle Mücadele Ve Türkiye. Bölgesel Araştırmalar Dergisi, 43-72.
Gül, M. (2015). Kuruluşundan 21. Yüzyıla: 1990’larda NATO’da Devamlılık ve Dönüşüm. Akademik İncelemeler Dergisi , 247-265.
Hasgüler, M., & Uludağ, M. (2018). Devletlerarası ve Hükümetler Dışı Uluslararası Örgütler. İstanbul: ALFA.
Kahraman, N. (2020). Kore Savaşı ve Türkiye’nin Savaşa Katılma Kararının Türk Basınına Yansıması Üzerine Bir Analiz (Haziran-Ağustos 1950). Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Elektronik Dergisi, 1375-1408.
Kurban, V. (2016). Kıbrıs Sorununun Türk Dış Politikasına Etkisi ve ABD-SSCB İle İlişkiler. Çağdaş Türkiye Araştırmaları Dergisi, 455-484.
Oğuzlu, T. (2012). NATO ve Türkiye: Dönüşen İttifakın Sorgulayan Üyesi. Uluslararası İlişkiler Dergisi, 99-124.
Sander, O. (2017). Siyasi Tarih İlkçağlardan 1918’e. Ankara: İMGE Kitabevi.
Sander, O. (2019). Siyasi Tarih 1918-1994. Ankara: İMGE Kitabevi.
Sönmezoğlu, F. (2017). Uluslararası İlişkilere Giriş. İstanbul: DER YAYINLARI.
Şahin, G. (2017). Küresel Güvenliğin Dönüşümü; NATO Bağlamında Kavramsal, Tarihsel ve Teorik Bir Analiz. Savunma Bilimleri Dergisi, 59-81.