Snowpiercer (2013)

“(Ayakkabıyı işaret ederek) Yolcular! Bu, bir ayakkabı değil. Bu, düzensizliktir. 42 numara kargaşadır. Bunu görüyor musunuz? Bu, ölümdür. Bu lokomotife biz evimiz diyoruz. Sıcak kalplerimizle dondurucu soğuk arasında tek bir şey var. Kıyafet mi? Pantolon mu? Hayır, düzendir. Düzen bizi ölümcül soğuktan koruyan tek şeydir. 

(Ayakkabıyı cezalandırılanın kafasına koyar) Kafanıza ayakkabı giyer misiniz? Tabii ki giymezsiniz. Ayakkabı kafa için değildir. Ayakkabı, ayak içindir. Şapka kafa içindir. Ben şapkayım, siz ayakkabı. Ben kafa için varım, siz ayaklar için. Her şey yerli yerindedir. Tüm yolcular kendi bölümlerindedir. En başından beri ben ön taraftayım, siz arka taraftasınız. Ne zaman bir ayakkabı kafaya çıkarsa kutsal sınır geçilmiş olur. Yerinizi bilin. Yerinizde kalın. Ayakkabı olun!”

2014 yılında devletler artık küresel ısınmanın görmezden gelinemeyeceği husunda fikir birliğine varır ve 79 ülke anlaşarak, küresel ısınma ile mücadele edebilmek ve küresel sıcaklığı yaşanabilir seviyeye çekebilmek amacıyla atmosfere yapay bir soğutucu materyali olan “CW7” ismindeki gazı yaymaya başlar. Bu, insanlığın gezegenin ısınmasına karşı geliştirdiği devrimsel bir çözüm olarak anlatılır. Ancak durum kontrolden çıkar, dünyadaki sıcaklık yaşanabilir seviyenin altına düşer ve dünya buz tutar, değerli bir azınlık ise kendilerini koruyabilmek için Wilford ismindeki birinin sürekli hareket halinde olan trenine binebilmeyi başarır ve kurtulur.

Bu bilgilerin ardından kendimizi bir anda olayın üzerinden 17 yıl geçmiş bir halde, 2031 yılında, dünya üzerindeki insanlığın yok olduğu ve yalnızca trene binebilmiş bir azınlığın var olduğu distopik bir gelecekte, buz tutmuş bir dünyada ve bu dünyanın içerisinde durmaksızın ilerleyen, kendi içerisinde tavizsiz bir kast sistemi oluşturmuş distopik, otokratik, acımasız, sert ve imgesel bir trenin en arka vagonunda, sınıfsal olarak en düşük insanların yer aldığı bölgede buluyoruz. 

Tren, içinde ön taraftan arka tarafa doğru aşağı yönde seyreden katı bir kast sistemine sahiptir. Trenin sahibi olan, motoru kontrol eden ve hiyerarşik olarak kastın en tepesinde tek başına bulunan (yüksek otorite/erk güç) Bay Wilford en ön vagondadır ve treni yönetmekte, trenin içindeki popülasyona bir nevi insanlığa yön vermektedir. Vagonlarda geriye gittikçe standartlar düşmekte, insanların değeri ve ulaşabildikleri imkanlar azalmakta, en arka vagonda ise tamamen insanlık dışı bir şekilde var olan, yalnızca hayatta kalan en aşağı grup yer almaktadır. Bu grubun herhangi bir olanağa erişimi yoktur. Pencereleri yoktur, dışarıyı göremezler, yalnızca hayatta kalmalarını sağlayacak, kendilerine sayı ile gelen ve filmin ilerleyen sahneleri de de bir kaynak kullanmadan trenin içindeki atık haşeratlardan yapılıyor olduğunu öğreneceğimiz protein barları tüketebilirler. Belirli periyodlarla, trenin eksilen, yenisi temin edilemeyen ve elle çalıştırılması gereken parçalarının yerine arka vagondaki çocuklar arasından boyları ölçülerek makinelere sığabilecekler alınır ve onlara ne olduğu bir daha asla bilinmez. 

Film oldukça Realist bir düşüncenin hakimiyeti ile ilerliyor. Örneğin çocuğunu vermek istemeyen bir baba yöneticiye ayakkabı fırlatır. Ardından düzeni sağlamakla görevli kişilerce halk diz çöktürülür ve o babanın ayakkabıyı fırlattığı kolu “Yerinizi bilin. Yerinizde kalın” replikleri ile kesilerek baba, halkın önünde cezalandırılır. Otoriteyi korumak ve düzeni sağlamak için izlenecek her yol mübahtır. Zaten Machiavelli Prens kitabında de bir liderin eğer ikisi arasında kalırsa sevilmek yerine korkulmayı tercih etmesi gerektiğinde, bunu da kendisine karşı gelenleri halka açık bir şekilde cezalandırarak elde edebileceğinden ve bu sayede karşıt görüşleri ve bunlara sahip insanları sindireceğinden bahseder. Burada da tam olarak olan budur. Bu sahnede de cezalandıran kişi herkesin yerini bilmesi ve nereye ait olduğuyla ilgili bir konuşma yaparak Bay Wilford’a bağlanır. Bağlantı gerçekleşmez ama Wilfordun varlığı en arka vagonda bile hissedilir. 

Bay Wilford karakteri ise bir nevi George Orwell’in 1984 romanındaki Büyük Birader (Big Brother) ile güçlü benzerlikler taşır. Her şeye kadirdir, sürekli ulu şeklinde bahsedilir ve her vagonda her an ne olduğundan sürekli haberi vardır. En arka vagondaki küçük bir ayaklanma bile bilgisi dahilindedir. Zaten daha sonra başlayacak olan ve filmin konusunu oluşturan isyan da onun rızası ve yönlendirmesi ile onun amaçları doğrultusunda  çıkmıştır ve onun istediği şekilde ilerleyecektir. Her şeyi o yönetir, yöneticiler hariç diğer vagonlardaki insanlar onu göremez. Daha sonra vagonlarda ilerledikçe göreceğimiz, trenin çocuklara eğitim verilen vagonunda küçük çocuklara Bay Wilford’un kahramanlığı, insanlığı nasıl kurtardığı, onlara nasıl önderlik ettiği epik bir kahramanlık hikayesi şeklinde izletilmekte, zamanında trenden kaçmış olanların dışarıdaki donmuş vücutları çocuklara gösterilmekte, Bay Wilford’un otoritesine boyun eğmeyenlerin sonu budur denilerek yine Makyavelist bir yaklaşım ile korku iklimi oluşturulmakta ve Bay Wilford’un otoritesi halka daha çocukluktan itibaren güçlü bir şekilde empoze edilmektedir. Her vagonda büyük W işaretleri vardır ve insanlar her yerde Bay Wilford’unn otoritesini  varlığını hisseder. 

Film cezalandırma sahnesi ve Wilfordun otoritesinin, trenin acımasızlığının hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde gösterilmesi ile başladıktan sonra arka vagonda süren isyan planları ve nihayet isyanın başlaması ile devam eder. Ana karakter olan ve isyanın liderliğini yapan, başını çeken Curtis’e ön vagonlardan, protein barlarının içine gizlenmiş, isyan sırasında ne yapılması, yapılanların nasıl yapılması gerektiği ile ilgili istihbarat niteliğinde kırmızı kağıtlar gelir. Curtis isyana ve isyanın gidişatına hem bunlara göre hem de Bay Wilford’un eski dostu olduğunu anladığımız ve treni asıl yönetmesi gereken kişi olduğuna inanılan yaşlı, bilgiç Bay Gillian’ın bir mentör, akıl hocası niteliğindeki davranışları, fikirleri ve söylemleri ile yön verme niyetindedir. 

Daha önce de bir çok isyan, ayaklanma olmuştur ancak başarılı olabilen, ilk vagona ulaşabilen bir isyan olmamıştır. Curtis ile Bay Gillian arasında “eğer motoru kontrol edebilirsek tüm treni kontrol ederiz” konuşması geçer. Daha sonra ise yine bir istihbarat ile trenin su kaynağının motorun olduğu ana vagona göre daha geride ve daha kolay ulaşılabilir olduğu fark edilir ve “eğer suyu kontrol edersek, müzakere sürecini de kontrol ederiz” repliği geçer. Aslında bu bir isyanda, devrimde, rejimi değiştirmeye veya olanı yıkmaya yönelik herhangi bir hareketin neyi amaçlaması gerektiğinin veya hangi yol ile başarılı olabileceğinin, tren imgelemesi ile referans gösterilen bir devlet düzeninde yönetim noktasının ve halkın/popülasyonun kaynaklara ulaşımı ve güvenliği perspektifinden stratejik noktaların ne derece önemli olduğunun ve bunların yönetimi, otoriteyi, mevcut düzenin sağlayıcılarını sert güç kullanımı yerine nasıl müzakere masasına, uzlaşmaya getirebileceğinin, isyancı hareketin nasıl stratejik bir güç ve koz elde edebileceğinin bir açıklamasıdır.

Aynı şekilde istihbaratın ve güvenlik açıklarının bilinmesinin önemi  de isyancı hareketin vagonlar arasında ilerlerken, trenin inşasında o vagonların güvenlik sistemlerinin tasarımını yapmış olan Namgoong Minsu sayesinde ilerleyebilmesi, vagonların kapılarını açabilmesinden anlaşılabilmektedir.

Filmin ilerleyen dakikalarında isyancı hareket çeşitli mücadelelerin ve kayıpların yaşandığı çeşitli aksiyon sahneleri ve diğer vagonlardaki yaşam stillerini, hayat standartlarının gördüğümüz sahneler ile ilk vagona doğru ilerler. Her vagon geçtiğinde daha lüks, daha zengin ve trenin kuyruk kısmındaki insanlara adeta birer hayvanmış gibi bakan ve onlardan korkan insanların olduğunu görürüz. 

Nihayet Curtis birçok kayıp ve mücadele neticesinde ilk vagona ulaşabilen ilk insan olmayı başarır ve nihai amacını gerçekleştirir. Curtis’in burada Bay Wilford ile olan görüşmesinden de yine Realist düşünce ve makyavelci devlet yönetimi ile alakalı çıkarılabilecek önemli dersler var. 

Bay Wilford’un ağzından duyduğumuz “eğer insanları kendi başlarına bırakırsak kaos çıkar birbirlerini yok ederler, ben onları kendilerinden koruyorum”, “Tren dünyadır, insanlık da biziz. Liderleri olmadan insanların neler yaptığını gördün. Yakıp yok ederler. İnsanlar böyledir. Tuhaf ve zavallılar değil mi? Onları kendilerinden koruyabilirsin.” replikleri Thomas Hobbes’un herkesin herkesle savaş halinde bulunduğu ve üstün bir erk olmadan birbirleriyle tamamen güvensiz ve şiddetli bir ilişki içinde bulundukları ve realist teorinin insanların doğasının kötü, bencil ve çıkarcı olduğu anarşik yapı fikirlerinin yansımasıdır. 

Sonuç olarak bizlere distopik ve acımasız bir gelecek sunan bu filmi realist ve Makyavelist bir bakış açısıyla okumak ve analiz etmek aslında birçok sahneyi daha farklı ve teorik olarak anlamlandırmak açısından faydalı olacaktır.

Zeki Talustan Gülten

Uluslararası İlişkiler Staj Programı

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...