Siyaset Sosyolojisi Temelinde Lübnan Hizbullah’ına Bakış

Önsöz

Lübnan Hizbullah’ını siyaset sosyolojisi açısından değerlendirmeye çalışılacak bu metin, Doç. Dr.Veysel Ayhan ile Doç. Dr. Özlem Tür’ün “Lübnan-Savaş, Barış, Direniş ve Türkiye ile İlişkiler” kitabı temelinde konuyu ele almaya gayret edecektir. Söz konusu kitap Dora Yayın Dağıtım tarafından Kasım 2009 tarihinde yayınlanmıştır. Hizbullah örgütünün Lübnan siyasetinde etkin olmaya başladığı 1982 yılından 2009 genel seçimlerine kadar olan süreçteki rolünün ele alındığı kitabın III, IV ve V. Bölümleri (s.119-277) bu metnin temel kaynağını oluşturmuştur.

Konunun seçim nedeni hususunda birkaç söz söylemenin gerekli olduğu düşüncesinden hareketle; “Neden Lübnan ve neden özellikle Hizbullah?” sorusunun kısaca cevaplandırılmasına çalışılacaktır. 1932 yılındaki Lübnan’daki genel nüfus dağılımına bakıldığında, bu topraklarda en az sekiz ana mezhebin varlığının olduğu görülmüştür (Ayhan-Hür 2009).[1] Bu kadar karmaşık, kimilerine göre de “zengin” bir nüfus yapısına sahip olan Lübnan’ın, siyaset sosyolojisi açısından incelenmesi bu topraklarda yaşanan şiddetli ve sürekli devinimin anlaşılması açısından oldukça aydınlatıcı olabilirdi. Buna ilaveten, Lübnan’ın son çeyrek asırlık döneminde önemli aktörlerden biri olan Hizbullah’ın oldukça ilginç bir şekilde ortaya çıkan örgütlenme ve etkinlik bağlamındaki karakterine siyaset sosyolojisi temelinde bakmanın yine ilginç olacağı düşünülmüştür.

Hizbullah Sürecinin Siyaset Sosyolojisi Açısından İrdelenmesi

Siyaset bilimi açısından ve doğal olarak da uluslararası ilişkiler bakımından çok değerli bir yapıya sahip olan; aynı oranda da ilgi çeken, genelde Lübnan, özelde de Hizbullah konusunu ele almadan önce, siyaset bilimi ile siyaset sosyolojisi arasındaki farklılığa değinmek gerekecektir. Nur Vergin, siyaset sosyolojisi ile siyaset bilimi arasındaki temel farkı: “siyaset sosyolojisinin siyaset biliminin aksine, siyaset olgusunu toplum içinde var olan diğer olgulardan tecrit ederek ele almadığını” belirterek açıklar.[2] Devletin, her iki bilim dalının önde gelen bir objesi olduğunu vurgulayan Vergin, devletin incelenmesinde siyaset sosyolojisinin, devletin toplumla ilişkilerine öncelik verdiğini söyler.[3] Bu öncelik nedeniyle, siyaset sosyolojisinin “işe toplumla başlar” ve devletin toplumu değil, toplumun devleti nasıl etkilediğini irdeler (Vergin, 2008).[4] A.Orum’un siyaset sosyolojisi inceleme konusu üzerine yaptığı tanım da N.Vergin’in vurgusuna kaynak teşkil etmekte ve geniş bir kabul görmektedir. O’na göre; siyaset sosyoloğunun inceleme konusu ”siyasetin toplumsal koşullarıdır, yani siyasetin toplumdaki diğer olaylar tarafından nasıl etkilendiği ve aynı zamanda da bu toplumsal olayları nasıl etkilediğiyle ilgilidir”(Vergin, 2008).[5]

Yukarıdaki tanımlamalar çok kısa bir şekilde, siyaset sosyolojisinin devlet ve toplum arasındaki etkileşimleri inceleyen bir sosyoloji dalı olduğunu ortaya koymaktadır. Bu bağlamda Hizbullah’ın Lübnan’daki varlığının Lübnan devleti üzerindeki etkisi, bu etkinin oluşturduğu yeni devlet koşullarının Hizbullah üzerindeki tesiri; hem Vergin’in hem Orum’un tanımlamalarına ilginç bir uyumluluk göstermektedir. Lübnan toprakları üzerindeki mezhepsel farklılıkların yarattığı yeni siyaset anlayışları ve bunun yarattığı devlet yapısındaki değişikliklerin, bu kez mezhepler üzerindeki dönüşümlü etkisi, Fransız sömürge dönemine dek uzanmaktadır. Örneğin, Fransız manda yönetimi esnasında Fransa, mezhepsel farklılıkları kullanmak suretiyle “böl ve yönet” siyasetini kullanmış ve 1931 nüfus sayımında nüfusun %19’unu oluşturan Şiileri tarafına çekmek için, onları Sünnilerden ayrı ve bağımsız bir mezhep olarak tanıma yoluna gitmiştir.[6] Fransa’nın Lübnan toprakları üzerinde uyguladığı örnekteki bu siyasi anlayış, toplusal bir olayın siyaseti nasıl etkilediğini göstermektedir. Ayrıca karşılıklı etkileşimler bağlamında, Fransa’nın bu siyasi tercihi neticesinde ortaya çıkan yeni toplumsal durumun, yani Lübnan’daki Müslüman nüfusun Sünni ve Şii olarak ayrılmasını resmileştiren tavrının, Lübnan Devleti üzerinde etkisi de çok büyük olmuştur. Aslında bu örnek; toplumsal olay – siyaset – devlet üçgenindeki sürekli etkileşimi ortaya koyması ve siyaset sosyolojisinin konusunu teşkil etmesi anlamında önemli bir veri olarak değerlendirilebilir. Olaya bir başka açıdan bakıldığında ise, Ocak 1926’da Fransız Yüksek Komiseri’nin Şii Caferi mezhebinin örf ve adetlerine uygun olarak yargılanmalarına olanak sağlayan yasayı kabul etmesi, yıllar sonra güçlenecek Şii toplumu içerisinden önemli bir aktörün doğmasını sağlamış olduğu da rahatlıkla ifade edilebilir. Bu aktör ise “Hizbullah” adı ile örgütlenecek yapı olacaktır.

Osmanlı döneminden süregelen Sünni Kadı’nın Şiiler üzerindeki geçerli yetkilerini 1926 da kaldıran Fransa, aynı yıl hazırladığı Anayasa ile “Lübnan Cumhuriyeti”nde farklı dinsel ve mezhepsel grupların siyasal sürece katılımını sağlamak için bir meclis oluşturmuştu (Ayhan-Tür, 2009). Bu durum, siyaset sosyolojisinin en önemli terimlerinden biri olarak kabul edilen Eric Hobsbawm’ın “icat edilmiş gelenek”ini hatırlatmaktadır. Hobsbawm, bu terimi geniş kapsamda ama belirsiz olmayan bir anlamda kullandığını söylemektedir. “Bu terim gerçekten icat edilmiş, inşa edilmiş ve formel düzlemde kurumsallaşmış gelenekleri olduğu kadar, kolayca izi sürülemeyecek bir şekilde kısa ve belirlenebilir bir zaman diliminde-belki de birkaç yılda-ortaya çıkmış olan ve büyük hızla yerleşmiş ‘gelenekleri’ de kapsamaktadır” [7]diyen Hobsbawm’ın bu tarifi; acaba Fransa’nın Osmanlı’dan bu yana süregelen bir geleneğin “yeniden icadı” anlamına mı gelmektedir? Bu soruya olumlu bir cevap vermek mümkündür. Çünkü Lübnan’daki idari Osmanlı geleneği 1516-1918 yılları arasında 400 yıl sürmüştür. Dört asırlık bu süre de bir geleneğin oluşabilmesi için oldukça makul bir zaman dilimidir. Kaldı ki Hobsbawm, “yeni geleneğin eklendiği tarihsel geçmişin mutlaka uzun bir geçmişe dayanması gerekmez” demiştir.[8]

Fransa’nın Şii toplumunu kazanmak adına Lübnan’daki Osmanlı geleneğinden kalma Müslüman nüfus üzerinde yaptığı bu “yenilik”, ülkede çok önemli ve kalıcı değişikliklerin de en önemli nedenlerinden biri olacaktır. Nitekim 1941 yılında Lübnan’ın bağımsızlığı için birlikte hareket eden Maruni ve bir kısım Müslüman seçkinler ülkenin yönetimi konusunda “Ulusal Pakt” adı altında uzlaştılar. Bu paktın amacı, Hıristiyanların Batı korumacılığından, Müslümanların ise Suriye veya diğer Arap ülkeleri ile birleşmeleri hedefinden vazgeçmelerini sağlamaktı. Böylece Lübnan’ın bağımsızlığı ile beraber çoğulcu toplum yapısı da korunacaktı.[9] Ayrıca bu Ulusal Uzlaşı kapsamında, Cumhurbaşkanının Maruni, Başbakanın Sünni ve Meclis Başkanının Şii olması konusunda uzlaşarak, bir anlamda Lübnan’ın siyasi ve idari yapısını mezhepçilik üzerine inşa etmiş oldular (Ayhan-Tür, 2009).[10] 1947 yılına gelindiğinde, II. Dünya Savaşı sona ermesine rağmen Fransa’nın Lübnan ve Suriye üzerindeki denetimini sürdürmeye devam etmesi Lübnanlı grupların büyük tepkisine neden olmuştur. Lübnan Meclisi, Kasım 1947 de bir Anayasa değişikliği yaparak Manda yönetimini kaldırdığını açıklar. Ancak Fransa bu bağımsızlık ilanını kabul etmez ve Cumhurbaşkanı ve Başbakan ile birlikte üç Bakanı tutuklar. Bu durum Lübnan milliyetçilerinin Fransa’ya karşı askeri direniş başlatmasına sebebiyet verir. ABD ve İngiltere’nin baskısı neticesinde Fransa 22 Kasım’da tüm tutukluları serbest bırakmak ve Lübnan’ın bağımsızlığını tanımak zorunda kalır (Ayhan-Tür, 2009). Tüm bu gelişmelerin siyaset sosyolojisinin konu tanımlamasına ve dolayısı ile terimlerine tam anlamı ile uygunluk gösterdiği açıkça görülmektedir. Gelenek icadı, siyaset-devlet ve toplumsal olaylar arasındaki karşılıklı etkileşimler ve bunların sonuçları gibi…

Şii toplumunun Lübnan’daki idari ve hukuki zemindeki kazanımlarından sonra silahlı bir örgüt olarak Lübnan sahnesinde kendilerini göstermeleri 1975 yılındaki iç savaşla başlamıştır. Musa Sadr’ın öncülüğünde örgütlenmeye başlayan Şii milisler o dönemde El-Fetih ve Dürzi güçler tarafından eğitilmekteydi. 1974’yılında “Emel” adı altında örgütlenen Şiilerin liderliğini, İran’da medrese eğitimi almış bir din adamı olan Musa Sadr’dır. İsrail’in 1978’de Lübnan’ı işgal etmesi ve 1979 İran İslam Devrimi’nden sonra İran’dan sağlanan destek Emel’in güçlenmesini sağlamıştır. Ancak 80’lerin başına dek Lübnan’daki Şii örgütlenmesi ve muhalefetinin odağını teşkil eden örgüt, siyasi yapıya adapte olması, sorunlara çözüm bulamaması ve yolsuzluklar nedeni ile oldukça zayıflamıştır. Bu dönemden itibaren Şii muhalefet daha sonra Hizbullah’a dönüşecek İslami Emel’e yönelecektir. Bu iki örgüt arasındaki en temel farklılık Filistin meselesine bakış açılarından kaynaklanmaktadır. İslami Emel yani Hizbullah için Filistin’in bağımsızlığı temel bir öneme sahipken, Emel için Filistin’in bağımsızlığının sağlanması amaç değildir. Kısıtlı bir silahlı güce sahip olan örgüt günümüzde de bazı zamanlar Hizbullah ile ortak eylemleri sürdürmektedir.

Hizbullah örgütünün tarihsel sürecine baktığımızda; Örgütün kuruluş tarihi tam olarak bilinmemekle beraber kuruluş çatısının 1982 yılında başlatıldığı söylenebilir. Yukarıda da belirtilmiş olduğu üzere örgütün çekirdeği Hüseyin Musavi’nin liderliğinde kurulan İslami Emel’e dayanmaktadır. “Hizbullah Programı”nın okunduğu 16 Şubat, 1985 tarihi Hizbullah’ın tek ve organize bir kimlikle ortaya çıktığı gün olarak kabul edilebilir. Bu tarihten itibaren Lübnan’da etkin olarak yer almaya başlayan örgütün ideolojisi Ayetullah Humeyni’nin söylemleri çizgisindedir. Ancak Hizbullah’ın son dönemlerde daha katılımcı bir siyasal kimliğe yöneldiği rahatlıkla ifade edilebilir. Özellikle 1990’lı yılların başından itibaren seçimlere katılarak sistem içerisinde yerini almaya başlayan örgüt ilk günlerinden itibaren sürdürdüğü- Türkiye’deki bazı muhafazakar siyasi partilere de örnek teşkil etti iddia edilen- sosyal destek hizmetleri sayesinde halkın sevgi ve sempatisini kazanmayı başarmıştır. Örgüt’ün Hüseyin Musavi’den sonra gelen ikinci lideri Abbas Musavi’nin bir İsrail suikastı neticesinde 1992 de öldürülmesinden sonra Hizbullah Genel Sekreterliği’ne Hasan Nasrallah getirilmiştir. Özellikle İslami çevreler tarafından İsrail’in 2000 yılında Lübnan’dan çekilişinin mimarı olarak kabul edilen ve önemli bir siyasi kişilik haline gelen Nasrallah ile halen liderliğini yaptığı Hizbullah’ın yükselişi devam etmektedir.[11]Eylül 2012 tarihinde Lübnan’da bulunduğum esnada Hizbullah’ın diğer topluluklar içinde bile “takdir” edilmesi beni fazlası ile şaşırtmıştı. Maruniler’in “başkenti” olarak kabul edilen Jounieh kentinde konuştuğum birçok Maruni Hizbullah’ın çok ciddi bir örgütlenme yapısının olduğunu ve liderleri Hasan Nasrallah’ın da Şii nüfus üzerinde mutlak bir hakimiyetinin bulunduğunu ifade etmişlerdir. Ancak aynı kesimler Kuzeydeki Sünni nüfusun yoğun olarak bulunduğu Trablusşam kentini örnek göstererek; Sünnilerin Nasrallah gibi bir liderlerinin olmaması nedeniyle küçük ve dağınık gruplar halinde örgütlendiklerini, kendi aralarında bile çatıştıklarını vurgulamışlardır.

Hizbullah’ın yapısını siyaset sosyolojisi açısından ele alıp değerlendirdiğimizde, “otorite” tanımlamasının ön plana çıktığını görmekteyiz. Otorite Nur Vergin’in tanımlamasına göre,” İktidar olgusunda var olan baskı unsurundan ve iktidarın baskıcı niteliğinden arınmış, adeta hoş gelen, doğal karşılanan bir hiyerarşik ilişki sistemi oluşturan ve insanları seve seve itaat etmeye sevk eden bir olgudur”.[12] Bu tanımlama, Lübnan’daki Şii nüfusun Hizbullah otoritesi ile olan ilişkisini çok iyi açıklamaktadır. Şiilerin Hizbullah otoritesine karşı geliştirdikleri mutlak güven, Hizbullah’ın Lübnan’daki 2006 yılındaki İsrail ile olan savaşındaki başarısında belirleyici bir rol oynamıştır. 34 gün süren savaş sırasında İsrail yoğun hava ve kara saldırılarına rağmen Hizbullah’ın İsrail yerleşim birimlerine füzeler fırlatmasına engel olamamış ve bu askeri başarısızlık, İsrail Genel Kurmay Başkanı Halutz’un Ocak 2007’deki istifası ile de ortaya çıkmıştı.[13] İsrail savunma ve dışişleri eski bakanlarından Moşe Arens, hükümeti eleştiren bir konuşmada “Arap ve Müslüman dünyası İsrail’in birkaç yüz Hizbullah savaşçısı tarafından yenilgiye uğratıldığına inanıyor, İsrail Savunma Gücü’yle karşılaştırılabilecek, büyük, kuvvetli bir ordu tarafından yenilgiye uğratıldığına değil” diye konuşmuştu (Ayhan-Tür, 2009).[14] Bu noktada Vergi’nin “otorite” tanımlamasında bahsetmiş olduğu “insanları seve seve itaat etmeye sevk eden” o olgu, İsrail’in, Moşe Arens’in deyişi ile “birkaç yüz Hizbullah savaşçısı” tarafında yenilgiye uğratılmasındaki en önemli etkenlerden biri olarak işaret edilebilir.

Otorite olgusunun biçimleri ve meşruluğu konusunda Max Weber’in ünlü tripolojisi, bize Hizbullah’ın ve örgütün lideri Hasan Nasrallah’ın siyaset sosyolojisi bağlamında irdelenmesine başka açılardan da yardımcı olabilecek değerdedir. Weber, otoritenin (meşruluğun) üç ayrı kaynağı olduğunu açıklıyor: karizma, gelenek ve ussalıkla hukuk.

Bu üç otorite tiplerinin birincisi olan “Karizmatik otorite” konumuzla ilgili üzerinde en fazla durulması gereken otorite biçimi olarak ele alınabilir. Çünkü Hizbullah’ın örgütlenmesinde ve göreceli başarılarında “lider” olgusu önemli bir yer tutmaktadır. Vergin’e göre, Weber’in, otorite ve meşruluk tipleri arasında diğer iki tipe oranla açıklanması en zor olan karizmatik otorite tipidir. Bu nedenle, karizma ve karizmatik meşruluk sosyo-politik analizlerde bu denli yoğun bir ilgiye neden olmuştur. Yine Vergin’e göre, karizmatik temellere dayanan otorite, yöneticinin istisnai, olağandışı, adeta doğaüstü yetenekler taşıdığı ve onun kutsal bir kişiliğe sahip bir kahraman olduğu inancına dayanmaktadır. Onun “gönderilen adam” , kaderin olağanüstü güçlerin “tayin” ettikleri adam olduğuna inanılmasından kaynaklanmaktadır. Bu, yaşamı mucizevi olaylarla geçmiş, kahramanlık payesine erişmiş kişiye toplum tarafından atfedilen bir niteliktir.[15] Bu tanımlamalar kapsamında, Lübnan’daki Şii nüfusun hatta mezhepsel farlılıkların çok önemsendiği Ortadoğu’daki Müslüman kitlelerin önemli bir bölümünün dahi, Nasrallah’ı neden bir “karizmatik bir otorite” olarak algıladıklarını anlayabilmemizi kolaylaşmaktadır. Çünkü Hasan Nasrallah yukarıdaki tanımlamalara oldukça yakın bir lider portresi çizmektedir. Onun, Humeyni’nin meşhur deyişi ile “Küçük Şeytan” İsrail’i 2006 savaşında alt etmesi, sadece Şii kesimlerde değil, Sünni nüfuslar nezdinde de karizmatik otoritesini bir bakıma meşrulaştırmıştır.

Kaynakça

ARENS, Moshe, “Consequences of the 2006 War for Israel”, MERIA Report, Vol: 11, No: 1, March 2007

AYHAN, Veysel ve TÜR, Özlem, “Lübnan”, Dora Yayınları, 2009

BENDIX, R.ve  LIPSET, S.M., “Political Sociology”, Current Sociology, Unesco, Paris, 1957

HOBSBAWM, Eric ve RANGER, Terence, Agora, 2006

MAGSTAFF, J.M., “A Note some Nineteenth-Century Population Statistics for Lebanon, British Journal of Middle Eastern Studies, Vol:13, No:1 (January 1986 Atallah Mansour, “Narrow Gate Churches: The Christian Presence in the Holy Land Under Muslim and Jewish Rule”, Pasadena, Hope Publ., 2004

MANSOUR, Atallah, “Narrow Gate Churches: The Christian Presence in the Holy Land Under Muslim and Jewish Rule”, Pasadena, Hope Publ., 2004

ORUM, A., Introduction to Political Sociology, Prentice-Hall, New Jersey, 1998

SETA, “Lübnan Raporu: Lübnan’da istikrar Arayışları”, Aralık, 2006

VERGİN, Nur, “Siyaset Sosyolojisi-Kavramlar, Tanımlar, Yaklaşımlar”, Doğan Kitap, 2008

Alp AYDINOVA

Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi


[1] J.M. Magstaff, “A Note some Nineteenth-Century Population Statistics for Lebanon, British Journal of Middle Eastern Studies, Vol:13, No:1 (January 1986 A.Orum, Introduction to Political Sociology, Prentice-Hall, New Jersey, 1998), s.31 (ss.27-35)

[2] Nur Vergin, “Siyaset Sosyolojisi-Kavramlar, Tanımlar, Yaklaşımlar”, Doğan Kitap, 2008,  s, 18

[3] a.g.e.

[4] R. Bendix ve S.M. Lipset, “Political Sociology”, Current Sociology, Unesco, Paris, 1957, s, 87

[5] A.Orum, Introduction to Political Sociology, Prentice-Hall, New Jersey, 1998. S. 1

[6] V. Ayhan ve Ö. Tür, “Lübnan”, Dora Yayınları, 2009, s. 52

[7] E. Hobsbawm ve T. Ranger, Agora, 2006. S. 2

[8] a.g.e.

[9] Hanf, op. Cit., s. 86

[10] Atallah Mansour, “Narrow Gate Churches: The Christian Presence in the Holy Land Under Muslim and Jewish Rule”, Pasadena, Hope Publ., 2004, s. 139; odeh, op. Cit., s. 86

[11] SETA, “Lübnan Raporu: Lübnan’da istikrar Arayışları”, Aralık, 2006

[12] Nur Vergin, “Siyaset Sosyolojisi-Kavramlar, Tanımlar, Yaklaşımlar”, Doğan Kitap, 2008,  s, 63

[13] V. Ayhan ve Ö. Tür, “Lübnan”, Dora Yayınları, 2009, s. 241-242

[14] Moshe Arens, “Consequences of the 2006 War for Israel”, MERIA Report, Vol: 11, No: 1, March 2007, s. 24

[15] Nur Vergin, “Siyaset Sosyolojisi-Kavramlar, Tanımlar, Yaklaşımlar”, Doğan Kitap, 2008,  s. 64

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...