İdris Küçükömer.(2013).Sivil Toplum Yazıları.İstanbul:Mavi Ağaç,234 sayfa, ISBN:9789759962388.
Bu kitap analizinde ilk olarak “Yeni Gündem Yazıları” başlıklı bölüm, Ayşe Deniz Öztürk tarafından incelenecektir. Ardından, “Ant Yazıları” başlıklı bölüm, Aydan Yolcu tarafından değerlendirilecektir.
YENİ GÜNDEM YAZILARI
Kitap, İdris Küçükömer’in Türk toplumunun politik ve ekonomik ilişkilerini incelediği ve çeşitli gazetelerde yayınlanmış yazılarından oluşmaktadır. Kitapta Türkiye’nin 1960-85 arasında yaşadığı olaylara ilişkin değerlendirmeler bulunmaktadır. Küçükömer, bu dönemde görev almış hükümetlerin ekonomi politikalarını ve toplumla kurdukları ilişkileri eleştirmektedir. Kitap, Asyagil Üretim Tarzının anlatıldığı bir giriş bölümü, yazarın 1969 yılında Ant gazetesinde yazdığı yazılar, 1980’li yıllarda Yeni Gündem gazetesinde yazdığı yazılar ve son olarak da “Değişik Yazılar” başlıklı bağımsız denemelerden oluşmaktadır.
Kitabın ismi her ne kadar “Sivil Toplum Yazıları” olsa da aslında ana tema olarak üretim ilişkilerinin nasıl şekillendiğini, hangi dinamiklerden oluştuğunu ve yaygın ölçekte kamu edilen siyasi doğruların yanlışlığını anlatıyor. Bunun en keskin örneği, “Hitler ne kadar sosyalistse Özal da o kadar liberaldir’ başlıklı bölüm olarak gösterilebilir. Yazarın en ünlenmiş fikirlerinden birisinin genel yargının aksine Cumhuriyet Halk Partisi’nin sağ bir parti olduğu görüşüdür. Buradan hareketle, Küçükömer’in Türkiye’deki siyasi ve ekonomik dengeleri incelerken edindiği bakış açısının eleştirel ve popüler olmayan bir perspektif olduğunu söyleyebiliriz. Küçükömer, kitapta farklı bölümler içerisinde neden Doğu toplumlarında sivil toplumun olmadığı sorusunun yanıtını vermeye çalışıyor.
Kitabın başından sonuna kadar Türkiye’deki siyasi iktidarın ekonomi politikaları ve ekonomik iktidarlarla olan ilişkileri irdelerken yoğun bir Doğu-Batı karşılaştırması da görmek mümkün. Bunun temelinde, yazarın dayandığı nokta ise hem Türkiye Cumhuriyeti’nde hem de diğer Doğu toplumlarında görülen merkeziyetçi yönetim biçimi ve bunun bu medeniyetlerinin kültürünün bir parçası haline gelmesi olarak gösteriliyor. Sözü edilen Doğu-Batı karşılaştırmasını üç ana başlıkta görebiliyoruz. İlki kapitalist üretim ilişkilerinin doğuşu ve sürdürülebilirliği; ikincisi, devletin iktidarı paylaştırmaya olan yatkınlığı; üçüncüsü ise ilk iki başlığın doğal bir sonucu olarak sivil toplumun varlığı ve işlevi. Kapitalizmin Batı toplumlarında ortaya çıkışını, Batı’nın politik kültürü içerisinde yer edinmiş iktidarın bölünebilirliğine bağlayan Küçükömer, bu sayede de sivil toplumun Batı toplumlarında olduğunu savunuyor. Bu düşünceleri oksidentalist bir bakış açısıyla değil, aksine eleştirel bir tavırla anlatıyor. Küçükömer, sivil toplum olmayan ülkeleri anlatırken, “Felsefesiz Toplum” (Küçükömer, 2013 s:134-135) kavramını da kullanıyor. Bunun sebebi felsefenin yasaklandığı ya da ilgi görmediği toplumlarda; sorgulamanın azaldığını, bunun da hükümetin gücünü arttırdığını söyleyerek, Osmanlı Devletinde 15. yüzyılda felsefenin yasaklanmasını ve İbni Rüşd’ün haksız bulunmasını örnek gösteriyor. “Felsefe geleneğinin yokluğu sivil toplumun yokluğun bir göstergesidir” (2013, s:136) diyen Küçükömer, İbni Rüşd’e yapılan diğer referanslarla felsefesiz toplum kavramını tekrar tekrar açıklıyor. Yazara göre,İbni Rüşd’ün ölümüyle beraber İslam’ın akıl çağı da gömülmüştür.
Kitapta yer alan siyaset ve sivil toplum ilişkilerine dair argümanlar ise yine Doğu-Batı karşıtlığı üzerinden tanımlanarak, sivil aralık kavramından bahsediliyor. Sivil aralık, çok sesliliğin olduğu, farklılığın olduğu yerde bilginin olduğunu savunan yazar, demokrasinin, doğrudan katılımın ve insanların siyasete aktif katılımın bu farklılığı beslediğini de söylüyor. Yurttaşların, politik topluma ait olan iktidara karşı kendilerini koruyarak ortaya çıkan hukuk kavramları, Batı’nın politik kültürünün de önemli bir parçası olarak kabul ediliyor. Bu arada yurttaşlar ve iktidar iki denk olarak kabul edilir ve sivil aralık tam da budur. Oysa, Doğu’da ne insan ilişkilerinden doğan bir hukuk sistemi vardır ne de sivil aralık: “Doğuda tersinedir; bölünmüşlük strüktürel değil geçicidir; asıl olan eğilim iktidarda tekliktir! Simetri yok, tamamlayıcı organik bütün var….Kısaca, politik toplum çok dar ya da tek kişiden oluşur; sivil aralık açılamaz; ya da cılızdır yetmez, bunun ideolojisi kültürün üzerine abanır.” (2013, s:139)
Türkiye’deki politik toplumu, insansızlaştırılmış bürokrasi ve toplumun varoluş problemlerini çözememiş sistemlerden ibarettir. Bu yüzden toplum her krizde kendini kurtaracak bir “baba” arar devlette. Demokratik Misak’la politikanın ve ekonominin çatışmasının çözüleceğini öne süren yazar bunun ancak politik toplumun demokratik olarak genişlemesiyle olacağını da söylüyor. Sivil toplum inşa süreci, çalışan grupların yurttaş olma süreciyle inşa edilebilir.
Son olarak kitapta yer alan iki önemli kavram için Çakışılabilirlik ve Kültür Otonomisi diyebiliriz. Çakışma kavramı, üretim ilişkileri içinde kapitalist işverenlerin, iktidar tarafından bir müdahaleye uğramasıdır. Otonom olarak liberal kurumlar kurulamaz. Bu yüzden Türkiye’de liberalizm yoktur. Yazar, Türkiyede otonom sayılabilecek tek sınıfın bürokratlar olduğunu ve otonom bürokrasi varsa sivil toplumun var olamayacağını öne sürer. Kültür otonomisi kavramı aynı zamanda politik epistemoloji olarak da adlandırılabilir. Bunun sebebi, bir kültür mirası olarak kabul edilebilecek politik davranışlardır. Türkiyedeki kültür otonomisi, toplumu sorgulamadan “yukarının” ideolojisini benimseye iter diyen Küçükömer son olarak kapitalizmin bir Batı kültürü mirası olduğunu da açıklar.
Sivil Toplum Yazıları, okura sorular soran, yazıldığı yılların gündemine ilişkin yazılardan oluşur. O yılların siyasi ortamına, parti ajandalarına referansta bulunan kitap aslında politika, ekonomi ve sivil toplum üçgeninde türk politik kültürünün sınırlarını, dinamiklerini ve uzun zamandır süregelen problemlerini analiz eder.
AYŞE DENİZ ÖZTÜRK
Sivil Toplum Okumaları Stajyeri
ANT YAZILARI
Türkiye ekonomisi emperyalist koşullar altında tıkanma eğilimi göstermiştir (Küçükömer, 2013, s. 65). Dolayısıyla burada denenmiş ve denenebilir olan iki alternatif ele alınmıştır. 19. yüzyılda, kapitalizm, Osmanlılarda asıl çıkarlarını Batıcı-Laik kapıkulu ya da bürokratlar eliyle sağlamıştır. Yönetici bürokratlar, devlet mekanizmasındaki otonomileriyle batı kapitalistleri ile Osmanlı Devleti arasındaki ilişkiyi sağlamışlardır. Kapitalizm karşısında bir Osmanlı burjuvazisinden söz etmek mümkün olmadığından, ilişkiler doğrudan devletin yani bürokratların kanalından geçmektedir. Bu sebepledir ki Osmanlı toplumuna nüfuz edebilmenin yolu, bürokrasiden geçmektedir. Emperyalist ilişkilerin, Tanzimat, Birinci ve İkinci Meşrutiyet bürokratları ile kurulduğunu da belirtmek gerekir.
Cumhuriyet’te ise, başka bir alternatif denenmiştir. Politik iç ve dış ilişkiler, yerli özel sermaye ve büyük toprak sahipleri aracılığıyla kurulmuştur. Bu ilişkiler oyla ve İslamcı-Doğucu halk potansiyeli kullanılarak sağlanmıştır. Bürokrasinin rolü ikincil konuma düşürülmüştür. Demokrat Parti iktidarında bu görülmüştür ve 27 Mayıs’a kadar da devam etmiştir. Daha sonrasında Adalet Partisi iktidarı, özellikle aynı sermaye ve büyük toprak sahibi çevreler adına, yine Doğucu-İslamcı potansiyeli kullanılarak sağlanmıştır.
Küçükömer, Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren Türkiye’yi idare eden sağlam kuvvetleri hep CHP’nin temsil ettiğinden bahsetmektedir. Burada kendisini Batıcı-Laik olarak tanımlamaya çalışan CHP’yi sert bir dille eleştirmektedir. CHP içerisinde bir demokrasiden söz edilmediğini çünkü nihai hedeflerinin bürokrasinin elinde tutulması şeklinde olduğunu belirtir.
İsmet Paşa’ya göre Türkiye’nin dengesi, bürokrasinin, memleketin sahibi olduğu iddia edilen sağlam güçlerin dengesiyle özdeştir (Küçükömer, 2013, s.81). Burada Küçükömer şu soruyu sormaktadır: “Bu ne biçim demokrasi görüşüdür?” Türkiye’de demokrasi, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemleri de dahil olmak üzere “yukarıdan aşağıya” uygulanmaya çalışılmıştır. Dolayısıyla bürokratik gücün tek elde muhafaza edildiği bir ortamda sivil toplumun var olma çabaları başarısız olarak nitelendirilebilir. Burada CHP kanadında, İsmet Paşa da dahil olmak üzere diğerlerinden ayrılan biri vardır: Bülent Ecevit. Ortanın Solu hareketinin başına getirilen Ecevit, CHP toplantısında verdiği bir demeçte halktan kopuk bürokrat aydın ile halk arasındaki ilişkiyi Marx üzerinden örneklendirmiştir. Halkçılığın gerçekleşebilmesi için bürokrasiye karşı çıkılması, ondan uzaklaşması ile mümkün olacaktır.
Küçükömer, Türkiye’de içten ve dıştan örülen bir kördüğümden bahseder. Bu kördüğümde emperyalizmin büyük bir rolü olduğunu belirtir. Bu düğümün çözümünün ise devrimle mümkün olabileceğini ifade etmektedir.
Daha sonraki kısımda Celal Bayar’ın ele aldığı iki gruptan bahsedilmiştir: Ordu ve Aydın. Bayar, “fiili durum” olarak bahsettiği 27 Mayıs hareketinin Demokrat Parti’ye karşı düşen ve devlete ortak olan ordu ve aydın grubundan bahsetmektedir. Bu politik meselenin aslında Osmanlı dönemi için de benzer bir versiyonundan bahseder Bayar. Osmanlı’daki Saray, Medrese ve Ordu üçlüsünden bahsedilir. Ordu ve Medresenin tabandan gelen yönetimin temsilcileri olduğu ele alınır. Çünkü Türk toplumunda Batı anlamıyla bir sınıftan söz edilemez.
Küçükömer’in teorik bilginin üzerine çıktığını ve pratik olarak da verdiği örneklerle argümanlarını güçlendirdiğini söylemek gerekecektir. İlk bölümler de doğu-batı karşılaştırması yaparak Türk toplumunun temel dinamiklerini oluşturan alt bilgiyi okura ulaştırır. Ardından Türk toplumunda eksik gördüğü noktaları, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinden verdiği kesitlerle zenginleştirir. Dolayısıyla okuyucu birbirinden bağımsız zaman ve mekanlarda verilen bu demeçleri aynı çizgiye oturabilir, zorlanmaz. Yukarıda da değinilmeye çalışıldığı gibi bürokrasinin varlığı sivil toplumun gelişimine engeldir. Batı’da üretim ilişkileri, devlet yönetiminde yer alan kitlenin farklı olması ve zaman olarak da Türk toplumunun sivil toplumun oluşacağı zeminden geri kalması örneklerle ele alınmıştır.
Bir diğer önemli nokta, felsefedir. Felsefe sivil toplumun oluşabilmesi için gereklidir. Ancak doğu toplumlarında felsefe genel itibariyle mevcut değildir. “Toplumlar ideolojisiz yaşayamazlar. Ama ideolojileri de derleyip toplayacak, birini öbürüyle ikame edebilecek, üst düzeyde bir ideoloji olarak felsefe geleneği gerekli değil midir?” sorusunu sorar Küçükömer Küçükömer, 2013, s. 135).
Bizde Batı’daki anlamda bir sivil toplum hiçbir zaman oluşmamıştır. Osmanlı, Batı’yı etkilemiş ve Lord Acton’ın deyimi ile “Modern Avrupa devletlerinin kuruluşu Türklerin Batı’yı vurması ile başlamıştır.” (s.135) Ancak bundan ötesine gidilememiştir. Burada Batı’dan farklı olarak sivil ve politik toplumun bir bütün halinde olmasından bahsedilebilir. Modern sivil toplum sürecinde politik ve sivil toplumun ayrışması gerekir. Doğu toplumlarında, Türkiye de dahil olmak üzere sivil-politik toplum ayrımından bahsedilemez.
Batı’da iktidarlar çeşitli düzeylerde bölünmüşlerdir. Ancak bu durum Doğu’da tersinedir. Bölünmüşlük varsa bile geçicidir. Kısaca, politik toplum çok dar ya da tek kişiden oluşur; sivil aralık açılamaz; ya da cılızdır yetmez; bunun ideolojisi kültürün üzerine abanır (Küçükömer, 2013, s. 139).
Burada kısa kısa kesitlerle ifade edilmeye çalışılan şey, Türkiye’de bir sivil toplumun Batı manasıyla olmadığının altının çizilmesidir. Belirtildiği gibi, eleştirel bir üslupla yazıldığı için sorgulanmaya açık alanlar açar ve üzerinde düşündürür. Bu açıdan bakıldığında okunmaya ve üzerinde düşünmeye değer bir derleme olmuştur.
AYDAN YOLCU
Sivil Toplum Okumaları Stajyeri