Sivil toplum ve sivil topluma bağlı olan konularda birçok yayını bulunan Prof. Dr. Ömer Çaha, Sivil Toplum Sivil Topluma Karşı adlı kitabında sivil toplum örgütleri ve onların değindikleri konuların Türkiye’deki ve dünyadaki serüvenine göz atmaktadır. Kitap, 15 bölümden oluşmaktadır. Her bir bölümde başka bir alandan söz eden Çaha, birçok konuya kısa ve öz bir şekilde değinmiştir. Bu yazı, kitabın “Sivil Toplum Örgütleri ve Çevre Politikaları” isimli bölümünü incelemek amacıyla yazılmıştır.
Çevre sorunları ve bunun üzerine üretilen politikalar, 1972 yılında Birleşmiş Milletler’in konuyu konseye taşımasıyla ulusal bir sorun olmaktan çıkmış, uluslararası arenada da tartışılan bir problem haline gelmiştir. Küresel ısınma, iklim değişikliği, su kaynaklarının kuruması, çölleşme tehlikesi, buzulların erimesi gibi problemler günümüzde de kaçınılmaz ve uluslararası sistemin gündeminde başı çeken birkaç sorundan biri haline gelmiştir. Günlük hayatın en içinde yer alan bu problem doğal olarak devletlerin, siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin de oldukça önem verdiği bir konudur. Çaha, kitabın bu bölümünde hem bu küresel soruna değinirken hem de Türkiye’nin bu konudaki eğilimlerini ve kuruluşlarını incelemeye almıştır.
Çaha, dünyada yürütülmekte olan çevre politikalarını 4 ana başlığa ayırmaktadır.
Dünyada çevre politikaları yürütme şekilleri:
1. Tamamen devlete bırakan ülkeler
2. Siyasi partiler üzerinden yürüten ülkeler
3. Devlet destekli araştırma kurumu üzerinden yürüten ülkeler
4. Toplum düzeyindeki baskın gruplar tarafından yürütülen ülkeler
olarak sıralanmaktadırlar. 1972 Birleşmiş Milletler konferansından sonra Türkiye bu kategoriler arasında konuyu toplum düzeyinden alıp devlete bırakanlar arasında yer almıştır. Halbuki bu tarihten önce çevre konusu, Türkiye Tabiatını Koruma Derneği gibi kurumlar aracılığıyla sivil topluma indirgenmiş bir skalada incelenmiştir.
Yazar, Türkiye’nin kendi içinde de yeşeren 4 ayrı çevrecilik şekli olduğuna değinmiştir. Birincisi, yukarıda bahsedildiği üzere “Bürokratik Çevrecilik” tir. Devletin, cumhuriyetle beraber kendini çağdaş seviyeye çıkarmak için çaba göstermesiyle birlikte çevre ve çevre sorunlarına çözüm getirme, devlet mercilerinde temel bir konu haline gelmeye başlamıştır. Çevre politikaları, devletin gelişimi için bir araç haline gelmiştir. Bu durum 90’ların sonundaki Kalkınma Planları’nda da görülmektedir. Özellikle turizm potansiyeli yüksek bölgelerin veriminden yararlanmak adına doğa yok edilip oteller, turizm merkezleri kurulmuştur. Giderek betonlaşan bu bölgelerin doğası ve güzelliği de bu hedef uğruna hala yok edilmeye devam edilmektedir. Aynı zamanda bürokratik çevreciliğin yukarıdan dayatıcı olması, ahlaki ve insani olan bu konunun buradan uzaklaşıp siyasi bir konuma düşmesine sebep olmaktadır. Bu durum çevrenin, özellikle sivil toplum yaşamını etkileyen bir faktör olarak halktan uzak kalmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla çevre ile iç içe yaşam süren halkın bağları zedelenmektedir.
Yazara göre ikinci gelişen çevrecilik anlayışı ise “kurumsal” çevreciliktir. Kurumsal çevrecilik, bilimsel gelişmeleri baz alarak çevresel sorunları tespit edip bunlarla ilgili mercilere durumu iletme hedefiyle hareket etmektedirler. Bu tür kuruluşlar; örneğin TEMA, Türkiye Tabiatını Koruma Derneği, Doğal Hayatı Koruma Derneği gibi kuruluşlar uzman kişilerin görüşlerini devlet yetkililerine sunduğu, bu konuda yürütülen politikaları etkileyen ve bir bakıma devletin bir yardımcı kolu gibi çalışan kurumlardır. Devletin yanlış politikalarına karşı reaktif bir tutum göstermeden bilimsel şekilde ilerlemektedirler.
Yazarın ele aldığı üçüncü gelişen çevrecilik anlayışı olan “reaksiyoner” çevrecilik, yerel düzeyde yaygınlaşan ve daha çok yanlış politikalara tepki verme ve düzeltici olma yolunda ilerleyen bir anlayış olarak karşımıza çıkmaktadır. Yalnız çevre konusu için değil; ayrıca kadın hakları, katılımcı demokrasi gibi temel anlayışlar için de harekete geçmektedirler. Küçük de olsa politik bir yanı olan bu örgütlenmeler, büyük kentler olmak üzere birçok yerde faaliyet göstermektedirler.
Kitapta dördüncü olarak ele alınan “sosyal” çevrecilik, politik bir yönü olmayan Türk kültürüne de bir bakıma yerleşmiş olan çevre sevgisinin temsili olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanların yaşadığı çevreyi temiz tutması, yeşillendirmesi ve güzelleştirmesi temel misyonlar arasındadır. Ancak bahsedildiği üzere bu grupların etkileri ve hareketleri kendi yaşam alanları içerisinde sınırlı kalmıştır.
Yazar son bölümde ele aldığı çevre konusunu sade ve nitelikli eleştirilerle sonlandırmaktadır. Yukarıda da bahsedildiği üzere, Türkiye’de çevre politikalarının çoğunluğunun devlet adı altında yapılması güçlü bürokratik geleneğini devreye sokarak çevre konusunda toplumdaki direnci kırmaya çalışmaktadır (Çaha, 2017, s.150). Devlet, gerekli finansal desteği ve fikir belirtme alanını sağlayarak sivil toplum kuruluşlarını harekete geçirmeli ve onları politikalara ortak etmelidir. Sivil toplum örgütleri, halkla çevre arasında bir köprü kurabileceği gibi çevreyi politik bir araç olarak ele almadan çevrenin yararını koruyabilmektedirler. Sivil toplum örgütleriyle organize olarak çalışmak hem çevreye olan duyarı artırırken hem de çevrenin menfaatini korumak açısından sağlıklı bir adım olacaktır.
GÜZİDE GÜLİZAR DOĞAN
SİVİL TOPLUM STAJYERİ
KAYNAKÇA:
Çaha, Ö. (2010). Sivil Toplum Sivil Topluma Karşı. İstanbul: Mana Yayınları.