Eski Yugoslavya’nın en büyük ve merkezi ülkesi olan Sırbistan, günümüzde de Balkanlar coğrafyasının kilit ülkelerinden biridir. Gerek coğrafi konumu ve büyüklüğü gerekse Kosova ve Bosna-Hersek içerisinde yaşayan Sırplar üzerindeki siyasi nüfuzu ile bölgenin bütünlüğü ve istikrarlı geleceği açısından Belgrad son derece önemli bir aktördür. Bu farkındalıkla hareket eden AB, Sırbistan’a üyelik perspektifi vererek, son on yılda ülkede ciddi bir dönüşüm sürecine imza atmıştır.
______________
1990’larda yaşanan gelişmelerin ardından, bir taraftan Yugoslavya’nın devamı ve mirasçısı, diğer taraftan ise Yugoslavya’nın parçalanmasının baş sorumlusu ilan edilen Sırbistan, son yirmi yıllık süre zarfında kayda değer bir dönüşüm geçirdi. Bu geçiş dönemi oldukça sancılı, kanlı ve uzun süre direnerek geçti. Bilhassa, 1990’larda yaşanan dört ayrı savaş, 2001’de Miloseviç’in iktidarı bırakması ve ardından hızlanan AB entegrasyon süreci ülkenin son dönem siyasi tarihinde önemli dönüm noktalarını oluşturdu. Diğer taraftan 2006’da Karadağ’ın referandum ile ayrılması ve 2008’de Kosova’nın tek taraflı olarak bağımsızlık ilan etmesi, Yugoslavya’nın 1990’larda başlayan dağılma sürecinde savaşlar sonucu ortaya çıkan beş ülkeye, iki yeni ülke daha ekledi. Bu tarihten sonra, Belgrad yönetiminin dış politikasındaki en önemli gündem maddelerinden biri AB üyeliği, diğeri ise Kosova için mücadeleye devam etmek oldu.
Sırbistan’ın Zorlu AB Üyelik Süreci
AB ile ikili ilişkilerinin tarihi 1990’ların ikinci yarısına uzanan Sırbistan’ın, AB üyelik süreci, resmi olarak ilk kez 2003 Selanik Zirvesi’nde Batı Balkanlara verilen üyelik perspektifi ile başladı. Bu tarihten itibaren Sırbistan gerek iç gerek dış politikasında çetrefilli bir döneme girdi. Üyelik yolunda gerekli teknik şartların ve reformların yerine getirilmesi, organize suçlar ve her türlü kaçakçılıkla etkin mücadele edilmesi, komşularla iyi ilişkiler geliştirilmesi, bölgesel iş birliği dinamiklerinin harekete geçirilmesi ve son olarak savaş suçlularının yakalanmasında Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICTY)’ne tam destek verilmesi ve tüm bunların iç kamuoyuna kabul ettirilmesi gibi sayısız alanda Sırbistan zorlu bir mücadele verdi.
AB tarafından müzakere masasında önüne getirilen teknik şartlar bir kenara bırakılırsa, Sırbistan’ın en fazla uğraştığı mesele Bosna Savaşı esnasında yapılan soykırım ve katliamlardan sorumlu savaş suçlularının yakalanması ile ilgili Lahey’deki mahkeme ile tam iş birliği yapma konusunda kendisine yöneltilen eleştirilerdi. Nitekim bu mesele, 2006’da, AB’nin Sırbistan ile 2005’te başlattığı İstikrar ve Ortaklık Paktı müzakerelerinin bir yıldan fazla askıya alınmasına sebep oldu. Meselenin ciddiyetini kavrayan Sırp yetkililer ilk kez açık bir şekilde mahkeme ile işbirliği noktasında üzerine düşeni yapacağını belirterek gerekli adımları atmaya başladı. Bu kapsamda ilk olarak, ICTY arananlar listesinin en başında bulunan Radovan Karadziç, 2008’de Belgrad’da üzerinde sahte bir kimlikle serbestçe yaşarken yakalandı. Hatta Karadziç, alternatif tedavi yöntemleri uygulayan özel bir klinikte çalışarak hayatını idame ettiriyordu. Karadziç’in yakalanmasını bir gurur vesilesi olarak gören Belgrad yönetimi vakit kaybetmeden Aralık 2009’da AB’ye tam üyelik başvurusunda bulundu. Komisyon, Sırbistan’ın üyelik başvurusu ile ilgili değerlendirmesini henüz açıklamadı (12 Ekim’de neticelendirilecek) fakat hâlihazırda -diğer bölge ülkeleri ile birlikte- Sırbistan için vizesiz seyahat uygulaması başlatılarak, Belgrad, deyim yerindeyse Birlik’e arka kapıdan alınmış oldu.
Ratko Mladiç ve Goran Hadziç’in Yakalanması
Karadziç’in yakalanması ile birlikte Sırbistan gerek AB koridorlarında gerekse uluslararası kamuoyu nezdinde az da olsa nefes aldı. Fakat adaylık statüsünü elde edebilmek için savaş suçlularının yakalanması sayfasını tam olarak kapatması; diğer bir ifadeyle, aranan son iki savaş suçlusu General Ratko Mladiç ve savaş sırasında Hırvatistan toprakları içerisindeki Krijina’da tek taraflı olarak ilan edilen Sırp Cumhuriyeti’nin eski Cumhurbaşkanı Goran Hadziç’in de mahkemeye teslim edilmesi gerekiyordu.
Bu noktada Belgrad yönetimi üzerine düşeni geç de olsa yaptı ve Srebrenitsa soykırımının 16. yılı anma törenlerinin yaklaştığı günlerde önce General Mladiç’i yakaladı. O da Karadziç’e benzer şekilde sahte bir kimlikle Sırbistan içerisindeki Voyvodina Bölgesinde bir köyde rahatça günlük hayatını sürdürüyordu. Yaklaşık iki ay sonra ise Bosna Savaşı’nın son kasabı Hadziç yakalandı. Böylece, ICTY tarafından aranan toplam 161 savaş suçlusunun tamamı yakalanmış oldu. Sırbistan için ise hem Cumhurbaşkanı Boris Tadiç’in hem de AB Genişlemeden Sorumlu Komiseri Stefan Füle gibi Avrupalı liderlerin dediği gibi, “AB üyeliği daha görünür bir hale geldi.”
Sonuç itibarıyla, Sırbistan’ın 1990’larda uyguladığı sert dış politikası ilerleyen yıllarda, bilhassa AB üyelik sürecinin etkisiyle, kayda değer şekilde değişmiş ve Belgrad iş birliği politikaları geliştirmeye başlamıştır. Savaş suçlularının yakalanması bu politikanın en son örneğidir. Nitekim Sırbistan gerek Bosna-Hersek’le ikili ilişkilerinde gerekse kendi geçmişi ile yüzleşmede önemli bir samimiyet testi vermiştir. AB üyeliği yolunda ciddi bir adım olan bu politikanın başarıya ulaşması için süreç bundan sonra dikkatle yönetilmeli ve Belgrad yönetimi, bilhassa Kosova konusunda da benzer hassasiyeti göstermelidir. AB değerlerinin temsilcisi olacak bir Belgrad’ın Kosova’ya karşı tarihi sorumluluğunu yerine getirmesi en doğal beklentidir. Zira Balkanlar coğrafyası özelinde sıkça söylenen bir deyim bulunmaktadır: “Yugoslavya krizi Kosova’da başladı; Kosova’da bitecek.”
Muzaffer Kutlay
USAK AB Araştırmaları Merkezi
Balkanlar Uzmanı
Not: Bu yazı ilk olarak EkoAvrasya Dergisi‘nin, Güz 2011 sayısında yayınlanmıştır.
Kaynak: USAK