Önce ‘Komşularla Sıfır Sorun Politikası’ nedir, ne değildir? Bunu açıklayarak başlayalım. Sıfır Sorun politikası Türkiye’nin ‘Yurtta Sulh Cihanda Sulh’ temel dış politikasından esinlenerek Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından komşularla daha çok entegrasyonu sağlamak için ortaya atılmış bir dış politikadır. Türk dış politikası, bugün dünya düzeninde önemli değişimlerin yaşandığı bir dönemde ve belki de bu gelişmelerin en yoğun şekilde meydana geldiği bir coğrafyanın merkezinde yürütülmektedir. Bu süreçte işbirlikçi görüşler ülkelerin dış politikasına hakim olmuştur. Komşu ülkelerden birçoğunun nadir ortak paydalarından biri, Türkiye’ye duydukları güvendir. Keza Türkiye’nin ekonomik kalkınma ve demokrasi alanında kaydettiği mesafe de dış ilişkilerdeki hareket sahasını ve etki gücünü artırmıştır.
“Komşularla Sıfır Sorun” söylemi, Türkiye’nin sınırdaş olduğu ülkelerle ilişkilerinde aslında beklentilerini özetleyen bir slogandır. Türkiye, komşularıyla ilişkilerini tüm sorunlardan arındırmayı, en azından mümkün olduğu kadar azaltmayı istemektedir. Bu yüzden Liberal perspektifin de desteklediği gibi Türkiye sorunların barışçı yollardan kazan-kazan yaklaşımı doğrultusunda çözülmesini istemektedir. Ama Realist açıdan baktığımız zaman Sıfır Sorun Politikası imkansız bir durumdur. Çünkü Realizm’e göre devletlerarasında sürekli ilişki yoktur, sürekli bir çıkar çatışması vardır. Kaldı ki dünyanın hiçbir yerinde uluslararası ilişkilerin doğası gereği sorunsuz ilişkiler ağı bulunmamaktadır.
Sıfır Sorun Politikası ortaya atıldıktan sonra Türkiye de pozitif gelişmeler oldu ama ne yazık ki Orta Doğu’da hâlâ devam eden ‘Arap Baharı’ bu süreci olumsuz etkilemektedir. Türkiye, bir demokratik, laik, sosyal hukuk devleti olarak haliyle demokrasiyi, konuşma özgürlüğünü… vs. savunan halkın yanında olmuştur. Kısa vadede düşündüğümüz zaman diktarörlerle var olan ilişkimiz dibe vurmuştur ama orta ve uzun vadede düşündüğümüz zaman Türkiye, Arap Dünyasıyla eskiye nazaran daha entegre olmuş olumlu ilişkilere sahip olacaktır.
Komşularla ilişkilerimizi değerlendirmek gerekirse; Yunanistan’la Ecevit döneminde başlatılan çözüm çalışmaları hala devam etmektedir. Soğuk Savaş döneminin hasım ülkeleri Bulgaristan ve Romanya’yla ilişkilerini ise ileri bir seviyeye çıkarmış, bu iki ülkeyle tüm temel sorunlarını çözmüş, güçlenen ekonomik ilişkilere bir de NATO müttefikliği boyutunu eklemiştir.
Soğuk Savaş döneminden sonra Türkiye eski Sovyet devletleriyle iyi ilişkiler kurmaya başlamıştır. Rusya ile olan ilişkilerinde Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra ciddi bir ivme kazanmış ve 2010 yılında vizelerin de kalkmasıyla büyük bir potansiyel oluşturulmuştur. Vizelerin kalktıktan sonraki ay ticari hacim %30 artmıştır. Azerbaycan’la olan kültürel ve tarihi bağımız daha da derinleşmiştir.
Ermenistan ise ‘Sıfır Sorun Politikası’nın yumuşak karnıdır. Maalesef yıllardır süregelen bu sorun Türkiye’nin uluslararası arenada kafasını ağrıtan bir konu haline gelmiştir. Özellikle sözde soykırımın 100. yılı olan 2015 ve sonrasında Türkiye uluslararası platformda daha fazla baskılara tabi tutulacaktır. Bu sorunun çözülmesi için Kamu Diplomasisi kullanılmalı ve uzlaşmacı bir politika izlenmelidir. Artık Türkiye Ermenistan ile olan ilişkilerinde, sözün kısası, büyüklük heyecanı ile değil, bir komşu devlet olarak makul politikalar üretmelidir.
Türkiye, İran’la olan ilişkilerinde ise İran’ın uluslararası toplumda endişe yaratan nükleer programı konusunu yakından izlemekte ve meselenin diplomatik ve barışçıl yollardan çözülmesi gerektiğine inanmaktadır. Türkiye, Brezilya ile birlikte, Amerika ve Batı’ya rağmen İran’ın uranyum zenginleştirmesine onay vermiştir. Bu da iki ülkenin yakınlaşmasına büyük katkı sağlamıştır. Ama Türkiye’nin Suriye meselesinde Esad karşıtı tavır alması ve ona karşı söylemleri ister istemez İran’la olan ikili ilişkileri olumsuz etkilemektedir.
Irak’ın, toprak bütünlüğünü kurmuş, kendi güvenliğini sağlayabilen, Türkiye’ye de tehdit oluşturan terörist unsurlardan temizlenmiş, müreffeh bir ülke haline gelmesi amacıyla ikili ilişkiler yürütülmektedir. Ama her iki ülke de teoride iyi ilişkilerin olmasını istese de uygulamaya konulamamaktadır. Merkezi yönetim daha çok Irak’taki gruplarla değil de kendileri ile ilişkileri güçlendirmek istemektedir.
En büyük ortak kara sınırlarına sahip olduğumuz Suriye ile ilişkiler ‘Sıfır Sorun Politikası’ ortaya atıldığı zaman büyük yol kat etmiş, ticari hacim 2-3 kat artmıştır, hatta iki ülke arası vizeler kaldırılmıştır. Ama son 1,5 yıldır Arap Dünyasında patlak veren olaylar ve Türkiye’nin yeni dönemde bölge ülkeleriyle ilişkilerini artık otoriter rejimler üzerinden değil, toplumsal talepler ekseninde şekillendireceğini ifade etmesi iki ülke arasındaki ilişkileri kötü etkilemiştir.Geçen yılın ilk altı ayına oranla şu an ticari hacim %50 azalmıştır.
Türkiye-İsrail ilişkileri 1949 yılında Türkiye’nin İsrail’i tanımasıyla başlamış ve 2000’li yıllara kadar, başta askeri ve güvenlik ilişkileri olmak üzere, birçok alanda inişli çıkışlı bir seyir izlemiştir. 27 Aralık 2008‘de İsrail’in Gazze’ye karşı başlattığı “Dökme Kurşun Operasyonu”, daha sonraki süreçte yaşanan “Davos Krizi” ve “Alçak Koltuk Krizi” ilişkilerdeki gerilimi tırmandırırken, 31 Mayıs 2010 tarihinde, Gazze’de ki sivil halka yardım götürme amacıyla yola çıkan insani yardım konvoyunda bulunan Mavi Marmara gemisine İsrail askerlerince yapılan saldırıyla başlayan “Mavi Marmara Krizi”, ilişkileri kopma noktasına getirmiştir. Türkiye olaydan sonra yaptığı açıklamada Türk-İsrail diplomatik ilişkilerinin ikinci katip düzeyine indirileceğini ve iki ülke arasındaki askeri anlaşmaların tümünün askıya alındığını açıklamıştır. Ayrıca, Türkiye ilişkilerin normalleşmesi için İsrail’in Türkiye’ye özür dilemesi, ölen kişilerinin ailelerine tazminat ödemesi ve Gazze Ablukası’nın kaldırılması gerektiği kararını almıştır.
Türkiye’nin uluslararası alanda başını ağrıtan diğer konulardan biri ise Kıbrıs Sorunu’dur. 2004 yılındaki Annan Plan’ı hem Türkiye hem Kıbrıs Rum Kesimi hem de uluslararası toplum için bir dönüm noktasıydı. Annan Planı, Türk ve Rum kesimleri halinde bölünmüş Kıbrıs Adası’nın bağımsız bir devlet olarak birleştirilmesini öneren Birleşmiş Milletler planıdır. Plan, Kıbrıs adasının İngiliz üsleri bölgesi haricinde kalan kısımlarının bağımsız ve federal nitelikte bir devlet olacak şekilde birleştirilmesini öngörüyordu. Plan gereğince Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki bakanlıkların en az üçte biri Türklerden oluşacaktı. Devlet başkanlığı ve başbakanlık makamları 10 ayda bir Türkler ve Rumlar arasında değişecekti. Nisan 2004’de KKTC ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nde yapılan referandumlar ile oylamaya sunulan plan, Türk tarafından % 64,91 oranında kabul gördüğü halde Rum oylarının % 75,38’i red şeklinde olduğundan hayata geçirilememiştir.
Sonuç olarak;
Aslında 2000’lerde Türk dış politikasında her şey yolunda görünüyordu. Türkiye ’de siyasal ve ekonomik istikrar sağlanmış, 1 Mart tezkeresinin geçmemesi özellikle Ortadoğu ’da Türkiye’nin görünümünü yükseltmişti. Türkiye yeni bir vizyonla ve Komşularla Sıfır Sorun söylemiyle dış politikayı yeniden tanımlayacak, komşularla kronikleşmiş bütün sorunları çözeceği gibi, Bosna’dan Afganistan’a, Yemen’den Gürcistan’a her bölgesel sorunun içinde olacak, sorun çözdükçe güçlenecek, bir bölgesel güç, bir merkez ülke, medeniyetler ittifakının öncüsü, düzen kuran, hiçbiri olmazsa, Davutoğlu’ nun sözünü ettiği bir “akil ülke” olacaktı. Ama olmadı. Sıfır sorun oldu sırf sorun. Ermeni açılımı çöktü, ‘Kürt sorunu’ ağırlaştı, Kıbrıs sorunu çözülemediği gibi ağır hakarete maruz kalan Kıbrıslı Türkler son dönemde Türkiye’ye yabancılaştı, Rumların Akdeniz’de doğalgaz aramaya başlamaları ve İsrail’le yakınlaşmalar sorunu daha da derinleştirdi.
Dış politikanın Komşularla Sıfır Sorun ilkesiyle yürütüldüğünün söylendiği bir dönemde Türkiye ’nin ilk kez hem İran, Irak ve Suriye ve hem de İsrail ’le ilişkileri kötü seyreder oldu. Yine ilk kez, AKP döneminde İsrail sivil Türkiye vatandaşlarını öldürürken, 1998’den beri ilişkilerin yakın olduğu Suriye bir savaş uçağını düşürdü. Bir süre önce İsrail ile Suriye arasında ara buluculuk yapmaya çalışan Türkiye şimdi ikisiyle de çatışma halinde.
Ama;
‘Sıfır Sorun’a ulaşılması doğal olarak Türkiye’nin bölgesel bir güç haline gelmesi ve bu coğrafyadaki sorunların çözülmesinde rol oynayabilmesine ciddi katkılarda bulunacaktır. Ancak liberal bir bakış açısı olan ‘karşılıklılık’ (reciprocity) ilkesiyle mümkün olacaktır. Bir örnek üzerinden değerlendirmek gerekirse Suriye uygundur. Şu an Suriye’de yaşananların herkes az çok biliyor. Durumun ne kadar içler acısı olduğunu bir önceki yazım ‘Suriye Dramı’nda ele almıştım. Kendi halkını öldüren azınlık diktatörlüğü ile ilişkiler nasıl çok iyi olabilir ki? Bu imkansız. Ama bu süreç er veya geç bitecek. Olaylar durduğunda, halk istediğini elde ettiğinde yeni kurulan rejimlerle çok daha iyi ilişkiler kurulacağını tahmin etmekteyim. Çünkü şu an Türkiye izlediği politikalarla Arap Dünyasının kalbini kazanmaktadır ki bunu Tunus, Mısır ve Libya örneklerinden rahatlıkla görebiliriz…
Yasin ERDOĞMUŞ
TUİÇ Platformu Yalova Üniversitesi Temsilcisi
TUİÇ Yakın Doğu Çalışmaları Grubu