Mavi Marmara saldırısından sonra merakla beklenen Birleşmiş Milletler Palmer Raporunun basına sızması ve kararın Türkiye’nin beklentilerinden çok daha öte bir sonuçla çıkması aslında şaşırılacak bir durum değildi. Türkiye’nin “özür, tazminat ve Gazze ablukasının kaldırılması” yönündeki talep ve beklentilerinin İsrail tarafından karşılanmaması, devamlı ek süre talep edilerek oyalanılmaya çalışılması ve Birleşmiş Milletler’in sürekli İsrail’den tarafa olan kararları karşısında raporun bu doğrultuda olacağını tahmin etmek zor olmazdı.
İsrail’in uluslararası hukuku yok sayarak yapmış olduğu haksız fiilerin/eylemlerin karşısında bugüne kadar Türkiye dışında hiçbir ülkenin ses çıkarmamış olması; insan haklarının, hukukun ve evrenselliğin devamlı ön plana çıkarıldığı yüzyılımızda gerçekleşiyor olması elbette kabul edilmesi zor bir durum. Hukuki nitelik taşıması gereken bir raporun tamamen siyasi saik ve çıkar hesaplarıyla uluslararası hukukun temel değerlerine aykırı olması, Türkiye tarafından kabul edilemezdi, edilmedi de. Nitekim Türkiye söz konusu raporu yok sayarak olay karşısındaki dik duruşunu korudu ve Davutoğlu’nun beş maddelik yaptırım planını kamuoyuna açıklamasıyla dünya gündemi bir anda Türkiye’ye odaklandı.
Söz konusu yaptırımları hatırlayacak olursak:
1- Türk İsrail diplomatik ilişkileri ikinci kâtip düzeyine indirilecek. 2- Türkiye ile İsrail arasındaki tüm askeri anlaşmalar askıya alınacak. 3- Doğu Akdeniz’de en uzun kıyısı bulunan sahildar devlet olarak Türkiye, Doğu Akdeniz’de seyrüsefer serbestîsi için gerekli gördüğü her türlü önlemi alacak. 4- Türkiye İsrail’in Gazze’ye uygaladığı ablukayı tanımamaktadır. İsrail’in 31 Mayıs 2010 tarihi itibariyle Gazze’ye yönelik uyguladığı ambargonun Uluslararası Adalet Divanı’nda incelenmesini sağlayacak. 5- İsrail saldırısının Türk ve yabancı tüm mağdurlarının mahkemelerdeki hak arama girişimlerine gereken destek verilecek.
Seyrüsefer Serbestisi
Bu yaptırımlardan en çok dikkat çeken ve dünya kamuoyu tarafından üzerinde durulanı, Türkiye’nin Akdeniz’de seyrüsefer serbestîsi için gerekli gördüğü tüm önlemleri alabileceği maddesi. Bu maddenin sonuçlarını tartışmadan önce seyrüsefer serbestîsi nedir, hukuksal olarak neyi ifade etmektedir ve seyrüsefer serbestîsinin sağlanması için ne gibi önlemlerin alınabileceğine değinmemiz gerekiyor.
Modern milletlerarası hukukunun kurucusu kabul edilen Hugo Grotius’un “açık denizlerin serbestliği” ilkesini taşıyan kitabı sayesinde deniz hukukunda bir çığır açılmış ve 17. yüzyıldan beri hala aynı ilkenin işleyişi devam etmektedir. Söz konusu ilke, açık denizlerin uluslar üstü bir kavram olduğunun ve hiçbir devletin üzerinde egemenlik tesis edemeyeceğinin, sahile kıyısı olsun veya olmasın bütün ülkelerin açık denizlerde serbestçe hareket edebileceği anlamı taşımaktadır diyebiliriz. 1982 yılında imzalanan ve şu anda 162 ülkenin onaylamış olduğu BM Deniz Hukuku Sözleşmesi, “Açık Denizlerin Serbestliği” adı altındaki 87.maddesinde söz konusu serbestliğin hangi hususları kapsayacağını başlıklar halinde saymıştır ve bu başlıklardan birisi de “seyrüsefer serbestîsi”dir. Sözleşmenin 90.maddesinde seyrüsefer hakkının açıklaması da yapılmıştır. Buna göre, sahili bulunsun veya bulunmasın her devlet, açık denizlerde kendi bayrağını taşıyan gemileri seyrettirme hakkına sahiptir. Yine aynı sözleşmenin 88.maddesi açık denizlerin barışçıl amaçlarla kullanılacağını belirterek, açık denizlerdeki her türlü hukuk dışı müdahalelerin önü kapatılmıştır diyebiliriz. Bu üç maddeyi tahlil ettiğimizde; açık denizlerin hiçbir ülkenin egemenliği altında olmadığı ve dileyen her devletin, kendi bayrağını taşımak şartıyla gemilerini açık denizlerde dilediği gibi seyrettirme hususunda “serbest” olduğu ve nihayet açık denizlerin sadece barışçıl amaçlarla kullanılabileceği ve buna muhalif her türlü müdahalenin uluslararası hukuka açıkça aykırı olduğu hususlarını çıkarabiliriz.
Sonuç
Mavi Marmara olayını hatırlarsak eğer, İsrail kıyılardan yaklaşık 72 mil açıkta, yani sözleşmenin 3.maddesindeki azami 12 millik karasuları sınırının dışında müdahalede bulunmuştur. Devletlerin, karasularının ölçülmeğe başlandığı esas hatlardan itibaren en fazla 24 mil genişlikte Bitişik Bölge ilan etme hakkı olsa da, bu alanda kullanılacak yetkiler gümrük, maliye, mühacerat gibi konuların kara ülkesinde veya karasularında ihlal edilmesini önlemekle sınırlıdır. İsrail’in, 200 millik Münhasır Ekonomik Bölge ilan etmiş olduğunu varsaysak dahi, Münhasır Ekonomik Bölge’de var olan yetkilerin diğer devletlerin seyrüsefer serbestîsini engelleyecek şekilde kullanılması mümkün değildir. Buradan çıkaracağımız sonuç, olayın gerçekleştiği anda Mavi Marmara gemisi açık denizde tüm devletlerin gemilerine tanınmış olan “seyrüsefer serbestîsi” hakkını kullanmaktadır ve İsrail açıkça uluslararası hukuka aykırı müdahalede bulunmuştur.
Davutoğlu’nun açıklamalarına dönersek, Doğu Akdeniz’de zaten hakkımız olan seyrüsefer serbestîsinin sağlanması için gerekli her türlü tedbirlerin alınması son derece hukuki bir olgu ve bir o kadar da ciddi bir uyarıdır. Bizim anladığımız kadarıyla Türkiye Gazze ambargosunu kesinlikle tanımadığı için, Türk gemileri bundan sonra ambargoyu kırarak, Gazze’ye deniz yoluyla doğrudan yardım gönderebilecek. Bunun yanında, uluslararası insani yardımların Gazze’ye ulaşabilmesi adına, seyrüsefer hakları olan söz konusu yardım gemilerini korumak için her türlü askeri desteği sağlayacaktır. Bu yaptırımların eyleme dönüşmesi Akdeniz’de her an sıcak çatışmaların yaşanabileceğinin de sinyalcisi aslında. Gelişmelerin seyrini tabiki İsrail’in tavırları belirleyecektir. Eğer Türkiye’nin taleplerini yerine getirirse, ortamın yumuşaması sağlanabilir. Yıllar boyu süre gelen bir stratejik müttefiki kaybetmemek adına İsrail’in artık son şansı. Hep birlikte bekleyip göreceğiz.
Bir öngörü isterseniz; İsrail çıkarları adına, Ortadoğu’daki en büyük destekçisi ve kadim devlet geleneğine sahip Türkiye’yi gözden çıkarmayacak, ulusal çıkarları için (ve kendi devlet onurunu da çiğnetmeyecek bir kararla) değiş(tirile)cek bir hükümet ile Türkiye’nin haklı taleplerini yerine getirecektir.
Arş. Gör. M. Yusuf EREN
Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Milletlerarası Hukuk Anabilim Dalı