Geçtiğimiz hafta Cuma günü (23 Eylül) Bulgaristan’ın ikinci büyük kenti Plovdiv (Filibe)’e bağlı Katunitsa Köyü’nde 19 yaşındaki Angel Petrov’un bir Roman’ın kullandığı minibüs tarafından ezilerek öldürülmesinin ardından başlayan ve kısa sürede ülke geneline yayılan olaylar, Bulgaristan’ı ciddi bir bunalıma sürükledi.
“Roman Kralı” (Çar Kiro) lakabı ile bilinen mafya lideri Kiril Raşkov ile bağlantısı olduğu ileri sürülen minibüs sürücüsü ortadan kaybolurken, nüfusu 2300 civarında olan Katunitsa halkı toplu protesto gösterilerine başladı. Cumartesi gününden itibaren, ülkenin farklı bölgelerinde yüzlerce insan sokaklara döküldü, Romanların yaşadığı mahalleler savaş alanına döndü. Çeşitli şehirlerde Bulgar gençlerin oluşturduğu çeteler bir anlamda sokakta Roman avına çıktı. Yaklaşık bir haftadır aralıksız devam eden olaylarla ilgili hükümetin aldığı önlemler de yetersiz kaldı. 23 Ekim’de yapılacak olan cumhurbaşkanlığı ve yerel seçimler arifesinde Bulgaristan’ı önemli bir krizin eşiğine getiren bu olay, Romanlar söz konusu olunca, dış basında da ciddi bir yankı buldu. Spiegel Online, konuyla ilgili “Doğu Avrupa’nın Unutulmuş Sivil Savaşı” başlığını atarken Bulgaristan’ı sert bir şekilde ülkede Romanlara karşı sürekli şiddet uygulamakla suçladı.
Azınlıklara “Hoşgörü” Değil, “Tahammül” Siyaseti
Katunitsa halkının başlattığı protestolar başlangıçta haklı bir tepkiydi. Fakat ilerleyen günlerde, belirli kesimlerim manipülasyonu ile ülkedeki tüm azınlıkları hedef alan toplumsal/etnik bir çatışmaya dönüştürüldü. Bilhassa, ismini Türk azınlıklar ve Türkiye karşıtı sert çıkışlarından dolayı sıklıkla duyduğumuz aşırı-milliyetçi parti ATAKA lideri Volen Siderov, yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kendi oy potansiyeli arttırmak pahasına, “Katunitsa’da yaşanan olayın sembolik olduğu, Bulgarların tehdit altında olduğu ve Bulgaristan’ın Bulgarlara ait olduğu” yönündeki söylemlerini arttırarak meydanlardaki alışılmış şovlarına başlamış oldu.
Diğer taraftan hükümet bir anlamda iktidar olmanın sorumluluğunu yerine getirerek, halkı sağduyulu davranmaya çağırdı. Hatta ilk kez Başbakan Boyko Borisov ile Cumhurbaşkanı Georgi Pırvanov birlikte hareket ederek olayların yaşandığı bölgeye ziyarette bulundu. Ardından Kiril Raşkov başta olmak üzere hem suçlular hem de bir haftadır devam eden gösterilerde çatışmalara karışan yaklaşık 350 kişi gözaltına alındı. Ayrıca suçlular ile halk arasında ayrım yapılması telkin ederek, meselenin Bulgar-Roman gibi etnik zeminde tartışılmasının önünü almaya çalıştı. Ancak gösterilerde, tıpkı Mayıs ayında Sofya’daki Banyabaşı Camiinde namaz kılan cemaate ATAKA yandaşları tarafından yapılan saldırıda veya geçtiğimiz yıl sonunda Baş Müftülük binasını ele geçirmeye çalışan komünist dönem müftüsü Nedim Gencev’in kiraladığı özel güvenlik güçlerinin müftülük çalışanlarına uyguladığı zor kullanma esnasında olduğu gibi, Bulgar polisinin müdahalede geç kaldığı ve taraflı davrandığı medyadaki görüntülere yansıdı. Dolayısıyla devletin, bir kez daha gerektiği şekilde müdahale edemediği yönünde çeşitli kesimlerden, nispeten haklı eleştiriler yükseldi.
Bulgaristan’da Romanların Durumu
Bulgaristan nüfusunun yaklaşık % 6-7’lik kesimini oluşturan Romanlar ülkede Türklerden sonra gelen en büyük etnik grubu oluşturuyor. 2011 nüfus sayımı resmi rakamlarına göre oranları % 4.4 olarak kabul ediliyor. Avrupa genelinde ise yaklaşık 10 milyon civarında Roman’ın bulunduğu, bunların 1/5’inin Romanya’da yaşadığı tahmin ediliyor. Avrupa ülkelerinden birçoğunda etnik kimliğe göre nüfus sayımı yapılmadığından Romanların sayısı ile ilgili net rakamlar bilenemiyor.
Romanların Avrupa genelinde sosyo-ekonomik durumlarının son derece kötü olduğu bilinen bir gerçek. Bulgaristan’da yaşayan Romanlar bu anlamda bir istisna oluşturmuyor, aksine sadece AB’nin değil Balkanların en fakir ülkesi diyebileceğimiz Bulgaristan’daki yaşam şartları, bu grup için çok daha çetrefilli. Öncelikle toplum tarafından kabul görmeyen, sosyal dışlanmışlık yaşayan bir kesimden bahsediyoruz. Şehir merkezlerinden uzakta, izole edilmiş ve adeta gettolara dönüşen mahallelerde yerlerde yaşayan Romanların %90’ı düzenli bir iş ve maaştan yoksun. Eğitimden, sağlığa her türlü kamu hizmetinde ayrımcılığa maruz kalıyorlar. Geçimlerini sokak satıcılığı yaparak veya metal toplayıp satarak kazanıyorlar. Çoğu zaman bu metaller yol kenarlarındaki trafik tabelaları oluyor ki, bu durum dönem dönem kamu harcamaları açısından ciddi bir yüke dönüşüyor.
Bulgarların Romanlara bakışı, ülkedeki farklı azınlık gruplara yönelik yaklaşımlarda da değişik şekillerde hissedildiği gibi, oldukça önyargılı. Toplumun büyük bir kısmı Romanların devletin sırtından geçindiğini düşünüyor. Bu kişilerin, sosyal hayata uyum sağlayamadığını ve bilhassa yasalara saygı göstermediği kanısında. Fakat bu yaklaşımların tam anlamıyla yersiz olduğu söylenemez. Zira öncelikle, AB, BM gibi çeşitli kurum ve kuruluşların raporlarında Romanlar hırsızlık gibi adi suçlarla birlikte anılıyor. Diğer taraftan, AB müktesebatı kapsamında Bulgaristan’ın Roman topluluğu özelinde başlatmış olduğu uzun vadeli bir entegrasyon politikası mevcut. Ancak Romanların bu konuda son derece isteksiz davrandığı, açılan okul ve kurslara gitmeyi, mesaili işlerde çalışmayı, kendileri için yapılan ev ve apartmanlara taşınmayı reddettikleri Bulgaristan yetkili makamlarınca sıklıkla dile getirilen ve ilgili yerlere resmi dokümanları ile rapor edilen hususlar. Tüm bunlar, Romaların ülkede niçin kötü bir üne sahip olduğunu bir nebze de olsa açıklamaya yardımcı oluyor.
Bulgaristan: Çalışan Fakirler Ülkesi
Bulgaristan sokakları, bir taraftan Katunitsa olayını yaklaşan cumhurbaşkanlığı ve yerel seçimlerde rant mücadelesine dönüştüren siyasetçilere sahne olurken, diğer taraftan ekonomik krizin etkilerini en ağır şekilde hisseden Bulgar halkı için öfkesini boşalttığı bir alan haline geldi. Zira Bulgaristan ekonomisi son dönemde çok zor bir dönemeçten geçiyor. Rakamlara göre, ülkede her beş aileden biri yoksulluk sınırının altında, aylık 95 euro gelir ile yaşıyor. İşsizlik ülke genelinde %12-14 civarında seyrediyor (Türklerin çoğunlukta yaşadığı bölgelerde bu oran %40’lara kadar çıkıyor). Üniversitede bir profesörün aldığı en yüksek maaş 500 euro civarında. Kamu harcamalarının dengelenmesi için memurların işten çıkarılması gündeme alınıp resmi ağızlarda tartışılabiliyor. En düşük emekli maaşının yoksulluk sınırının altında olması, devletin bizzat kendi eliyle yoksulluğa sebep olduğunun en açık kanıtı.
Dolayısıyla, son yaşanan olaylarda ekonomik dar boğaz, halkın meydanlarda daha hızlı toplanmasına, milliyetçi söylemlere prim vermesine ve bir kez daha azınlıkların günah keçisi ilan edilmesine uygun ortamı hazırladı diyebiliriz. Burada sevindirici olan husus, her zaman olduğu gibi ülkede yaşayan Türklerin çatışmalarda yer almaması, tarafsız kalması oldu.
Yazının İngilizcesi için tıklayınız…
Muzaffer Kutlay
USAK Balkanlar Uzmanı
Kaynak: USAK