Özet
Uyuşmazlıkların çözümünde mevcut uluslararası durumu en doğru ve etkili bir biçimde tespit etmeye yarayan ve savaş dışında doğru araçlar kullanarak en kestirme yollardan uzlaşıya varmayı sağlayan diplomasi yöntemi, taraflar için etnik, ulusal veya dini grupların paylaştığı ortak travmalar sonucunda işlevsiz hale gelebilmektedir. Bu çalışmada ilk olarak savaş sonrası süreçte hafızalardan silinmeyen trajedilerin Bosna-Hersek ve Sırbistan arasındaki ilişkileri nasıl etkilediğine bakılacaktır. Beraberinde savaşı durdurmak ve mevcut izleri silmek için imzalanan Dayton Anlaşması’nın bir geniş diplomasi örneği olarak ne derece başarılı olduğu tartışılacak ve son olarak günümüz Bosna-Hersek ve Sırbistan arasında yaşanan diplomatik gelişmeler değerlendirilecektir. Çalışmanın amacı, taraflar arasında çatışmaya neden olan travmaların diplomatik ilişkilerin seyrinde ne gibi bir etki kapasitesine sahip olduğunu tespit etmeye çalışmaktır.
Anahtar Kelimeler: Bosna-Hersek, Sırbistan, Diplomasi, Dayton anlaşması, Travma
Abstract
The method of diplomacy that helps to determine the current international situation in the most accurate and effective way in the resolution of disputes and to reach a compromise in the shortest ways by using the right tools outside of war; It may become dysfunctional for the parties as a result of common traumas shared by ethnic, national or religious groups. This study will first examine how the tragedies that are not erased from memory in the post-war period affected the relations between Bosnia-Herzegovina and Serbia. Then, the success of the Dayton Agreement, which was signed to stop the war and erase the existing traces, will be discussed as an example of broad diplomacy and finally current diplomatic developments between Bosnia-Herzegovina and Serbia will be evaluated.
Key Words: Bosnia and Herzegovina, Serbia, Diplomacy, Dayton accords, Trauma
Giriş
İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana geçen süre içerisinde Avrupa’da ortaya çıkan çeşitli etnik ve din temelli mücadeleler içinde etnik temizleme ve soykırım kavramlarının türetildiği en ciddi çatışma, Yugoslavya’nın parçalanmasından sonra Bosna-Hersek’te yaşanmıştır. Bosna-Hersek topraklarındaki savaş inanılmaz boyutlarda yıkıma, insan hayatına ve nesilden nesile aktarılacak travmalara neden olmuştur. Bu savaşta insan hakları tümü ile ihlal edilmiş, uluslararası kaide ve kurallar dünya kamuoyunun sessizliği içerisinde defaatle çiğnenmiştir. 1992-1995 yılları arasında geçen süreçle birlikte, Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Birliği (AB) ve NATO tarafından uygulanan krize yönelik çözüm, karar ve yöntemlerin yetersizliği kesin olarak anlaşılmıştır. Bosna’da kalıcı sonuçların alınabilmesi için o zamana kadar uygulanan metotların değiştirilmesi gerekliliği, çatışmaların şiddetinin her geçen gün daha da artması neticesinde zorunlu hale gelmiştir. Üç etnik grubun bir arada barış içinde yaşamalarını ve bir devlet içinde entegre olmalarını sağlamayı amaçlayan Dayton anlaşması, bu anlamda taraflar arasında gerilen ilişkilerin normalleştirilmesi adına geniş bir diplomasi çalışması olarak karşımıza çıkmaktadır. Gözlemci ülkeler eşliğinde, 14 Aralık 1995 tarihinde Paris’te Bosna-Hersek adına Aliya İzzetbegoviç, Hırvatistan adına Franko Tudjman ve Yugoslavya Federal Cumhuriyeti adına Slobodan Miloseviç tarafından imzalanan anlaşma, savaşın durdurulması ve barışın sağlanması adına büyük bir adım olmuştur (Zilic, 2003, s. 2). Anlaşmanın beraberinde getirdiği sorunlar ise bu girişimin ne ölçüde başarı sağladığına ilişkin çeşitli tartışmalara yol açmıştır. Günümüz Bosna-Hersek ve Sırbistan ilişkileri ise görece ılımlı bir görüntü sergilemektedir. Sosyal, ekonomik ve siyasi arenada gelişmeler yaşanırken, diplomatik alandaki faaliyetler ise 2000 yılının sonunda ikili ilişkilerin başlaması ve beraberinde ülkeler arasında konsoloslukların kurulması ile artmıştır.
Bosna Savaşı’nın Trajedik Bilançosu
Yirminci yüzyılın son on yıllık dönemi, dünya siyasal konjonktürü açısından ciddi değişikliklere sahne olmuştur. 1989 sonrasında soğuk savaşın sona ermesiyle çöken Yugoslavya ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, büyük bir parçalanma sürecini beraberinde getirmiş, iki hegemonik gücün dağılmasından sonra bu bölgelerde büyük bir otorite boşluğu oluşmuştur. Sosyalist ideoloji ile uzun yıllar yönetilen küçük devletler ise bağımsızlıklarını ilan etme yolunda irade göstermişlerdir. Yaşanan siyasi ve ekonomik dar boğazın yanında yükselen etnik milliyetçilik sorunu ise bünyesinde birçok çeşitliliği barındıran Balkanlar’da çok daha tehlikeli bir hal almıştır. Bu süreçte seslerin en çok yükseldiği bölge olan Balkanlar, ciddi sorunların ve kanlı mücadelelerin merkezi haline gelmiştir. Yugoslavya’nın parçalanmasından sonraki en büyük çatışmalar ise Bosna-Hersek Cumhuriyetinde yaşanmıştır. Bosna-Hersek’te yaşayan halk daha öncesinde kendilerini Bosnalı olarak tanımlarken, Yugoslavya’nın dağılmasının ardından dini-etnik kimliklerini ön plana çıkartarak, Müslüman Boşnak, Bosnalı Hırvat ve Bosnalı Sırp şeklinde tanımlamaya başlamıştır. Mart 1992’de Bosna Hersek Devleti’nde bağımsızlık için gidilen referandumun Sırplar tarafından boykot edilmesi de bu sürecin sıkıntılı geçeceğinin işareti olmuştur (Türkeş, 2012). Bosna-Hersek parlamentosu tarafından, Bosna Hersek Devleti’nin kuruluşunun resmen ilan edilmesi ise çatışmanın fitilini ateşlemiştir. Sırbistan’dan gizlice Bosna’ya gelen askerler, paramiliter gruplar ve Büyük Sırbistan hayali kuran isyancı Sırp güçleri tarafından, ordu açısından hiçbir donanıma sahip olmayan Bosna Devleti’ne savaş açılmıştır (Emgili, 2012, s. 60). Sırbistan’daki Miloseviç yönetiminden açık destek gören Bosnalı Sırplar, Boşnaklara yönelik askeri saldırılara başlamış ve kısa süre içinde Bosna-Hersek’in %70’i işgal edilmiştir.
1992–1995 yılları arasında süren Bosna Savaşı, Bosna’daki tüm toplumlar için ciddi trajedik sahnelere neden olmuş, en acı sonuçlarına katlanan kesim olan Boşnaklar ise bu savaşta yine en ağır faturayı ödeyen taraf olmuştur. Bu trajedinin bilançosu olarak Kızıl Haç Örgütü verilerine göre, yaklaşık 312.000 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu sayının büyük çoğunluğunun Boşnaklardan oluşması ise bu faturayı özetler niteliktedir. Lahey Adalet Divanı tarafından ‘Soykırım’ olarak nitelendirilmiş bu trajedide, Sırp milis ve askerleri tarafından Boşnak kadınlarına ve kız çocuklarına etnik temizlik aracı olarak sistematik şekilde tecavüz edilmiş, bu durum onlarda ciddi fiziksel ve ruhsal travmalara neden olmuştur. Bunun dışında her türlü işkence ve kötü muameleler de sürdürülmüştür. Boşnak nüfusunun neredeyse yarısı bu zor koşullara daha fazla dayanamayarak evlerini terk etmek zorunda kalmış, mülteci konumuna düşürülmüşlerdir. Tüm bunların dışında bazı bölgelerde Nazi kamplarını aratmayacak türde kamplar kurulmuş, bu kamplarda insanlar en zaruri ihtiyaçlarını dahi karşılayamayacak şekilde ölüme terk edilmiştir. Özetlemek gerekirse, Dört yıla yakın süren bu savaşın neticesinde Bosna-Hersek, 300 binin üstünde ölü ve yaralı, yerinden edilmiş milyonlarca göçmen, yüzbinlerce tecavüze uğramış kadın ve psikolojik travmaya uğramış sayısız çocuğa rağmen, daha fazla can yanmaması ve arkada kalanların kurtarılabilmesi için Dayton Anlaşması’nı imzalamak zorunda kalmıştır (Mughisuddin ve Akgönenç, 2021, s. 117).
Yaşanan acıların kökenine inildiğinde o anları bizzat yaşayan Boşnakların zihinlerinde büyük travmaların oluştuğu görülmektedir. Etnik, ulusal veya dini grup üyelerinin büyük bir travmayı paylaşması ise yaşananların nesilden nesile aktarılmasına ve acıların sürekli olarak hatırlanmasına neden olmuştur. Travma, büyük bir grubun şiddetli kayıplarla karşılaşmasına, başka bir grup tarafından çaresiz ve mağdur hissetmesine ve aşağılayıcı bir yarayı paylaşmasına neden olan bir olayın zihinsel temsilini ifade etmektedir (Volkan, Ast, & Greer Jr, 2014). Geçmişte yaşanan bu büyük felaket ve kayıplar ise zamanla ulusal kimliğin önemli bir parçası hâline gelebilmektedir. Geçmişin büyük acı toprak kayıplarının bir türlü kabullenilmemesi diğer bir deyişle yasının tutulması, bir ulusun kimliğinin tanımlanmasında olduğu kadar daha sonra bu kimliğin muhafazası ve pekiştirilmesi açısından da kritik bir önem kazanabilmektedir. Dayton gibi, sınırların tanındığını gösteren anlaşmaların varlığına rağmen bu toprakların geri alınmasına yönelik arzular komşuluk ilişkilerinde barış ve istikrarı engelleyebilmekte, hatta bazı koşullar altında şiddete başvurmayı körükleyebilmekte, krizleri ve savaşları tetikleyebilmektedir. Bu anlamda, travmaların taraflar arasında yaşanan diplomatik süreçleri olumsuz etkilediği ve müzakere süreçlerinin başarısızlıkla sonuçlanmasında etkili oldukları söylenebilir. Bosna-Hersek ve Sırbistan arasında yaşanan diplomatik gelişmeler bu açıdan incelendiğinde, her ne kadar uzlaşıya varılmış bir profil sergilese de geçmişin acı gölgesi, aradaki bağın çok kırılgan bir yapıya sahip olmasına neden olmuştur.
Geniş Bir Diplomasi Örneği: Dayton Anlaşması
Diplomasi, uyuşmazlıkların çözümünde mevcut uluslararası durumu en doğru ve etkili bir biçimde tespit etmeye yarayan ve savaş dışında doğru araçlar kullanarak en kestirme yollardan uzlaşıya varmayı sağlayan bir yöntemdir (Tan, 2015). Diplomasi dar ve geniş olmak üzere iki anlamda ifade edilmektedir. Dar anlamda diplomasi tanımı, bir ülkenin dışişleri bakanlığı tarafından ve büyükelçilikler vasıtasıyla aktif şekilde yürütülen diplomatik karşılıklı görüşme ve anlaşmaları ifade etmektedir. Geniş anlamda diplomasi ise daha çok uluslararası örgütler tarafında sürdürülen uluslararası ilişkileri ifade etmektedir (Abdurrahmanlı ve Bagış, 2021, s. 141).
Bölgesel bir çatışma olarak başlayan Bosna Savaşı, Birleşmiş Milletler’in, Avrupalı devletlerin ve NATO’nun tüm yaşananlar karşısında sessiz kalması sonucunda giderek yayılmış, bu sessizlik Sırp milislerini daha da cesaretlendirmiş ve şiddetin dozu arttırılmıştır. Yaşananların tüm dünyada canlı bir şekilde takip edilmesi, savaşın uluslararası bir mesele haline gelmesinde etkili olmuştur. Dünya kamuoyunda çığ gibi büyüyen tepkilerin sonucunda ise bölgede barışın sağlanmasına yönelik uygulanan yetersiz politikaların değiştirilmesine karar verilmiştir. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Bill Clinton’ın 5 Ekim 1995 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere Bosna’da altmış günlük bir ateşkesin başladığını Washington’da ilan etmesiyle savaşa ara verilmiştir. Bosna-Hersek, Hırvatistan ve Sırbistan cumhurbaşkanları 1 Kasım 1995 tarihinde Amerika’nın Ohio eyaletinde, Dayton’un hemen dışında bulunan Wright-Patterson Hava Kuvvetleri Üssü’nde toplanmışlardır. Amerika Birleşik Devletleri’nin daveti üzerine gerçekleşen toplantının amacı Amerika’nın destekleyip öne sürdüğü barış şartlarını görüşmek ve dört yıla yakındır Bosna’da devam etmekte olan savaşa bir son vermektir. 21 gün süren müzakere görüşmeleri boyunca ilişkiler sık sık gerilmiş, taraflar arasında özellikle toprakların paylaşımı hususunda ciddi sıkıntılar yaşanmıştır. Dayton’da yapılan görüşmeler neticelendirilmiş ve 21 Kasım 1995 tarihinde Dayton Uzlaşması her üç lider tarafından parafe edilmiştir. Yine her üç liderden de Paris’te toplanacak olan Barış konuşmalarına katılacaklarına dair söz alınmıştır. Anlaşma, bölgeyi yeni baştan dizayn eden bir hukuki metin olarak 14 Aralık’ta Fransa’nın başkenti Paris’te imzalanmıştır.
Savaşın ve yaşanan acıların durdurulması açısından oldukça önemli bir konumu bulunan Dayton Anlaşması, beraberinde Bosna-Hersek’te başlayacak olan ciddi sıkıntıların baş sorumlusu olarak görülmektedir. Kısa vadedeki amacı savaşı durdurmak olan anlaşma, uzun vadede bölgedeki barış ve istikrarı tesis etmeyi hedeflemiştir. Ancak sürdürülebilir bir sistem inşa edilemediği gibi, bölgede sürekli bir barış ortamı da sağlanamamıştır. Bu antlaşmayla kurulan Bosna-Hersek Devleti, 10 kantondan oluşan Bosna-Hersek Federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti olarak iki entiteye ve Brcko adında küçük bir özerk bölgeye ayrılmıştır. Bu entiteler yaklaşık 1400 km. uzunluğundaki bir sınır ve ayrım hattı ile ayrılmışlardır. Bu sınırlar hukuksal olarak gerçek bir sınır niteliği taşımamakla birlikte, uluslararası güçler tarafından denetlenmektedir (Dalar, 2008, s. 99). Anlaşma, Bosna-Hersek’in resmi hudutlarını uluslararası düzeyde korumayı sağlamışsa da ateşkes zamanında tarafların elinde bulunan toprakların büyük ölçüde olduğu gibi kabul ve tescil edilmesi, bu durumun bir statüko haline gelmesine sebep olmuş ve etnik bölünmüşlüğü yasallaştırmıştır. Bu durum Bosna-Hersek’in birlik ve bütünlüğü için ciddi ve sürekli bir tehdidi barındırmaktadır (Ceylan, 2021). Anayasal hükümler değerlendirildiğinde ise durum daha da karışıktır. Devlet seviyesinde bir, entiteler seviyesinde iki, özerk bölge için bir ve 10 kanton için birer olmak üzere 3,5 milyonluk Bosna-Hersek Devleti adına toplamda 13 anayasa söz konusudur. Anayasanın öngördüğü yasama ve karar alma süreçlerinde ise bir karar veya yasanın çıkabilmesi için her üç etnik grubun da onayının alınması gerekmektedir. Bu durum, ortak bir kararın alınamamasından ötürü sık sık sistem kilitlenmelerine ve kurumsal tıkanmalara yol açmaktadır. Bosna-Hersek’te aynı anda 1.200 yargıç ve savcı, 760 milletvekili, 180 bakan, 14 başbakan ve 5 cumhurbaşkanı’nın görev yaptığı göz önünde bulundurulursa, altyapı hususunda ciddi sıkıntılar yaşayan ülkenin böyle büyük bir külfeti sadece devlet mekanizmalarının finansmanına ayırması işten bile değildir. Bu durum hem siyasi istikrarın önüne ket vurmakta hem de ülkenin kalkınması için gerekli olan yatırımların gerçekleştirilememesine neden olmaktadır.
Dayton Anlaşmasının, geniş bir diplomasi örneği olarak ele alınmasının nedeni uluslararası topluma geniş yetkiler ve dokunulmazlıklar vermesinden kaynaklanmaktadır. Zira anlaşma incelendiğinde, savaşı durdurmaktan daha çok uluslararası örgütlerin gözetiminde yeni bir Bosna’nın ne şekilde inşa edilebileceğine ilişkin maddeleri içerdiği görülür. Bosna-Hersek Devleti ve kurumlarının üzerinde uluslararası toplumun otoritesi bulunmaktadır. Bu haliyle Yüksek Otorite’nin denetimindeki ülke yönetimin bağımsızlığı, sorgulanabilir hale getirilmiştir (Dalar, 2008, s. 103). Dayton Uzlaşması ve onu takiben Paris’te imzalanan barış anlaşması muhakkak ki bölgede uzun süredir beklenen barış ve sükûneti getirmeyi başarmıştır. Sağlanan bu sükûnet ortamına rağmen, Balkan haklarının toplumsal şuurlarında yer alan haksızlığa uğradıkları düşüncesi ve mağduriyetler, gelecek zamanlarda yaşanabilecek çatışmaların tohumları olarak bir köşede yeşermeyi beklemektedir. Dayton Anlaşması’yla adil bir şekilde çözülemeyen ve mevcut durumu meşrulaştıran bu sorunlar, ileride ciddi sıkıntılara yol açabilecek kapasiteye sahiptir.
Geçmişten günümüze Bosna-Hersek ve Sırbistan Diplomatik İlişkileri
Küreselleşme sürecinde siyaset ve yönetim anlayışındaki değişikliklerle birlikte küresel ilişkilerde ulus devletlerin yanı sıra devlet dışı yeni aktörler de etkin olmaya başlamıştır. Çok kutuplu bir nitelik taşıyan yeni uluslararası sistem, ülkelerin birbirleriyle ilişkilerinde sert güç olarak tabir edilen askeri müdahale ve ekonomik yaptırım gibi yaklaşımların etkisinin azaltılmasına, kültürel ilişkiler ve diplomasi gibi yumuşak güç unsurlarının öneminin ise arttırılmasına olanak sağlamıştır (Canbolat, 2009).
Bosna-Hersek’in gerek içerisinde bulunduğu kriz durumundan derin yaralar alarak çıkması ve uzun bir süre toparlanamaması, gerek yaşanan krizde Sırbistan’ın etkili oluşu bu iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin seyrinde negatif yönlü dalgalanmalara neden olmuştur. Bosna-Hersek Devleti’nin bağımsızlığından kısa bir süre sonra Belgrad, sınırları tanımayacağına ilişkin tehditkâr bir tutum sergilemiştir. BM Güvenlik Konseyi tarafından yaptırım tehdidinin öne sürülmesiyle, Sırbistan, o günkü adıyla Yugoslav Federal Cumhuriyeti, Bosnalı Sırplarla ilişkisini kestiğini duyurmuştur. Bu ilan yalnızca söz üzerinde kalmış, Sırbistan gizli bir şekilde Bosnalı Sırp paramiliter gruplara silah, cephane ve asker sevkiyatı konusunda ciddi destekler vermiştir (Emgili, 2012, s. 60). Sırbistan yönetimi ve Başkan Miloseviç tarafından düşlenen ‘Büyük Sırbistan’ hayali, Bosna’da yaşanacak olan insani dramın en büyük kıvılcımlarından biri olarak görülmektedir. Uluslararası Adalet Divanı, 1993 yılında Bosna-Hersek tarafından açılan soykırım davasını 2007’de neticelendirmiş ve ilginç bir sonuca varmıştır. Sırbistan Devleti, Srebrenitsa soykırımından doğrudan sorumlu olmak veya soykırıma iştirak etmek suçlarından aklanmakla birlikte, Sırbistan’ın yalnızca bu soykırımın önleyememesi hususunda sorumlu tutulabileceğine karar vermiştir. Sırbistan’ın Sırp militanlarına yardım konusunda desteğini esirgemediği, o dönemdeki pek çok medya kuruluşu tarafından kanıtlanan bir gerçek olsa da bu aklama kararı hem içinde çelişkiler barındırması hem de mağdur tarafın uluslararası yargıya olan inancının kırılması noktasında hukukun üstünlüğüne gölge düşürmüştür (Dalar, 2008, s. 117). Bu trajedinin yaşanmasında suçu bulunanların cezalandırılması, yaşananlara maruz kalan tarafların acısının bir nebze dindirilmesi ve uluslararası kuruluşlara olan inancın yeniden sağlanması hususlarında etkili olmuştur. Farklı mahkemelerde görülen Srebrenitsa davalarında bugüne kadar 45 Sırp, toplam 699 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Eski Sırbistan Devlet Başkanı Slobodan Milosevic de Srebrenitsa’daki soykırımla suçlanmış ancak ICTY’deki yargılanması devam ederken tutuklu bulunduğu cezaevinde yaşamını yitirmiştir (Euronews, 2021).
Sırbistan’ın eski Yugoslav Cumhuriyetleri ve Eyaletleriyle diplomatik ilişkileri çeşitli tarihlerde başlamıştır. İlk olarak Karadağ ile başlayan bu ilişkiler, Kuzey Makedonya, Slovenya ve Bosna-Hersek ile sürmeye devam etmiştir. Sırbistan tarafından tanınmayan Kosova ile herhangi bir diplomatik girişimde bulunulmamıştır. Sırbistan bunun dışında çeşitli Afrika, Amerika, Asya ve Avrupa ülkeleriyle hali hazırda ilişkilerini geliştirerek sürdürmektedir.
Bosna-Hersek ve Sırbistan arasındaki ikili ilişkiler 2000 yılında başlamıştır. Sırbistan Cumhuriyeti ve Bosna-Hersek arasındaki siyasi diyalog geçmişte yaşanan süreçlere göre daha yoğun bir görünüm sergilemektedir. Gerek Dayton Anlaşması’nın çizdiği siyasi çerçeve gerek Bosna Hersek’in istikrarının sağlanması hususunda Sırbistan’ın çıkarları doğrultusunda adımlar attığı görülmektedir. Sırbistan, Bosna’yı yakın bir komşu olarak görme ve iş birliğini arttırma konusunda olumlu bir imaj çizmektedir. Genel anlamda iki ülke arasında geliştirilecek komşuluk ilişkisi hem bir engel hem de bir fırsat olarak değerlendirilmektedir. Hangisinin tercih edileceği ise tarafların tercihlerine bağlıdır. Komşuluk her iki ülke için de iyi bir fırsat olabilir çünkü iletişim ve ulaşım sorunlarının daha az yaşanması, kültürel ve ticari anlamda alışverişe ve daha yoğun bir iş birliğine ortam hazırlar. Sırbistan ise, bu her düzeyde yoğun diyaloğu daha çok Sırp Cumhuriyeti’yle gerçekleştirmeye yönelik faaliyetler yürütmektedir. Bu anlamda sürdürülen ortak birçok proje bulunmaktadır. Aynı zamanda Sırbistan ve Sırp Cumhuriyeti arasında Sırp halkı için önemli tarihlerin birlikte kutlanılması ilişkin bir anlaşma vardır. Yine Sırbistan’ın yaptığı mali yardımların daha çok Sırp Cumhuriyeti’ne yönelik olduğunu görülmektedir. Ekonomik anlamda ise Bosna-Hersek’in Sırbistan’ın en önemli dış ticaret ortaklarından biri olduğu görülmektedir. Karşılıklı ticaret oranlarının sürekli artarak devam etmesi bu durumu açıklar niteliktedir. Her iki ülke de Avrupa Konseyi, Avrupa Güvenlik ve İş birliği Teşkilatı (AGİT) ve Orta Avrupa Serbest Ticaret Anlaşması’na (CEFTA) tam üyedir. Yine ülkeler için büyük önem arz eden Avrupa Birliği’ne (AB) Sırbistan resmi aday, Bosna-Hersek ise potansiyel aday ülke olarak kabul edilmektedir.
Sırbistan Cumhuriyeti’nin Büyükelçiliği Saraybosna’da yer almaktadır. Bunun dışında Trebinje, Mostar, Drvar ve Banja Luka’da da konsoloslukları bulunmakta ve ilişkiler aktif şekilde yürütülmektedir. Bosna Hersek Büyükelçiliği ise Belgrad’da yer almaktadır. Sırbistan ile Bosna-Hersek arasında imzalanmış olan toplamda 69 adet anlaşma bulunmakta ve bunların arasından beş ana anlaşma öne çıkmaktadır. Bu anlaşmalar sırasıyla şöyledir; Yugoslavya Federasyonu ile Bosna Hersek arasında Yatırımların Teşvik Edilmesi ve Korunması ilişkin Anlaşma, Sırbistan Cumhuriyeti ile Sırp Cumhuriyeti Arasında Özel Paralel İlişkilerin Kurulmasına İlişkin Anlaşma, Sırbistan Cumhuriyeti ile Bosna Hersek Arasında Karşılıklı Temsil ve Üçüncü Ülkelerde Konsolosluk Kurulmasına ve Hizmetlerinin Sağlanmasına İlişkin Anlaşma, Sırbistan Cumhuriyeti Hükümeti ile Bosna Hersek Bakanlar Konseyi Arasında Kayıp Kişilerin Aranması Konusunda İşbirliği Protokolü ve son olarak Sırbistan Cumhuriyeti Hükümeti ile Bosna Hersek Bakanlar Konseyi Arasında Doğal Afetler ve Diğer Afetlerden Korunma Hususunda İşbirliğine İlişkin Anlaşma (Sırbistan Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, 2021). Yakın zamanda gerçekleşen Sırbistan Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Nikola Selaković ve Bosna Hersek’in Sırbistan Büyükelçisi Aida Smajić arasındaki görüşmede Bakan Selaković, gelecek dönem için mevcut pandemi koşullarına rağmen Sırbistan ile Bosna-Hersek arasındaki siyasi iş birliğinin her alanda yoğunlaştırılarak optimal seviyeye ulaşabileceğine işaret etmiştir. Bosna Hersek’in en önemli ekonomik ortaklardan biri olarak görüldüğü ve bu açıdan Sırbistan’ın hem döviz miktarı hem de yatırım miktarı açısından ekonomik ilişkilerin geliştirilmesine özel bir önem verdiğini belirtmiştir (Sırbistan-Bosna Hersek Büyükelçiliği, 2021). Yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı üzere Sırbistan, gerek bölgede bulunan Sırp halkıyla arasındaki kültürel etkileşim gerek ekonomik çıkarları açısından Bosna-Hersek ile ilişkilerini arttırarak devam ettirme eğilimindedir. Bosna-Hersek açısından da durum farklı değildir. Özellikle ciddi altyapı sorunlarıyla boğuşan ve ciddi yatırım arayışında olan bir ülke olarak, Sırbistan iyi bir ortak olarak görülmektedir.
Sonuç
Uyuşmazlıkların çözümünde mevcut uluslararası durumu en doğru ve etkili bir biçimde tespit etmeye yarayan ve savaş dışında doğru araçlar kullanarak en kestirme yollardan uzlaşıya varmayı sağlayan diplomasi yöntemi; etnik, ulusal veya dini grupların paylaştığı ortak travmalar sonucunda taraflar için işlevsiz hale gelebilmektedir. Bosna Savaşı’nın trajedi dolu bilançosuna bakıldığında, Bosna’daki tüm toplumların ciddi insanlık dramlarına şahit oldukları, savaşın en ağır sonuçlara katlanan kesimin ise Boşnaklar olduğu görülmektedir. Bu savaş, öyle bir hal almıştır ki, Bosna’da insan hakları tümü ile ihlal edilmiş, uluslararası kaide ve kurallar dünya kamuoyunun sessizliği içerisinde defaatle çiğnenmiştir. 1992-1995 yılları arasında geçen süreçle birlikte, Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Birliği (AB) ve NATO tarafından uygulanan krize yönelik çözüm, karar ve yöntemlerin yetersizliği kesin olarak anlaşılmıştır. Bosna’da kalıcı sonuçların alınabilmesi için o zamana kadar uygulanan metotların değiştirilmesi gerekliliği, çatışmaların şiddetinin her geçen gün daha da artması neticesinde zorunlu hale gelmiş ve sessizlik bozulmuştur. Bu anlamda üç etnik grubun bir arada barış içinde yaşamalarını ve bir devlet içinde entegre olmalarını sağlamayı amaçlayan Dayton Anlaşması, gerilen ilişkilerin normalleştirilmesi açısından çözüm yolu olarak görülmüştür. Savaşın ve yaşanan acıların durdurulması açısından oldukça önemli bir konumu bulunan Dayton Anlaşması, beraberinde Bosna-Hersek’te başlayacak olan ciddi sıkıntıların baş sorumlusu olarak görülmüştür. Dayton Anlaşması, kısa vadedeki hedeflerini gerçekleştirmekle birlikte uzun vadede, bölgedeki sürekli barış ve istikrar ortamını sağlamakta başarısız olmuştur. Günümüz Bosna-Hersek ve Sırbistan Diplomatik İlişkilerine bakıldığında ise geçmişin acı gölgesinin dağılmaya başladığı ve bu anlamda iki ülke arasındaki ilişkileri geliştirecek birçok adımın atıldığı görülmektedir. Özellikle Sırbistan’ın gerek ekonomik çıkarları gerek bölgede bulunan Sırp halkıyla arasındaki kültürel etkileşim açısından, Bosna-Hersek ile ilişkileri son derece önemsediği görülmektedir. İki ülke arasında kurulmuş olan Büyükelçilik ve konsolosluklar ise diplomatik ilişkilerin daha da arttırılması hususunda aktif rol oynamaktadır. Küreselleşen dünyada inatçı bir çatışma sürdürmenin her iki ülkenin ulusal çıkarlarına da zarar vereceği açıktır. Bu yüzden Sırbistan ve Bosna Hersek’in mevcut ilişkilerini geliştirmeye yönelik adımlar atacağı ve ilerleyen süreçte iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin yoğunlaşarak devam edeceği öngörülmektedir.
Büşra Aktaş
Balkan Çalışmaları Staj Programı
KAYNAKÇA
Abdurrahmanlı, E., & Bagış, E. (2021). Diplomasi Tanımı ve Uluslararası Konjektürde Mevcut Olan Diplomasi Türleri. Akademi Sosyal Bilimler Dergisi, 141.
Canbolat, İ. (2009). Türk Dış politikasının Avrupa ile İlişkiler Çerçevesinde Geleceği. Uluslararası 3. Türk dış politikası sempozyumu. Ankara: Uluslararası stratejik araştırmalar.
Ceylan, N. (2021, 02 25). Dayton Antlaşması Tarihi ve Günümüze Etkileri. TUİC Akademi: https://www.tuicaakdemi.org/dayton-antlasmasi-tarihi-gunumuze-etkileri-2/ adresinden alındı
Dalar, M. (2008). Dayton Barış Antlaşması ve Bosna-Hersek’in Geleceği. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 99.
Emgili, F. (2012). Bosna-Hersek Trajedisinde (1992-1995) Türk Birliği 2012, Sayı21 s,60. Güney-Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, 60.
Euronews. (2021, 02 25). Srebrenitsa Soykırımı: Sürece nasıl gelindi, neler yaşandı? Euronews: https://tr..com/2020/07/10/srebrenitsa-soykirimi-surece-nasil-gelindi-neler-yasandi adresinden alındı
Mughisuddin, O. A., & Akgönenç, O. M. (2021). Bosna-Hersek’te Güvenilmez Barış ve Dayton Anlaşması Sonrası. Bilig / Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, 117.
Sırbistan-Bosna Hersek Büyükelçiliği. (2021, 02 26). Selakoviç: Sırbistan, BH ile ilişkilere özel önem veriyor. Sırbistan-Bosna Hersek Büyükelçiliği: http://sarajevo.mfa.gov.rs/cir/index.php adresinden alındı
Türkeş, M. (2012). Kriz Sarmalında Bosna Hersek: Devlet Krizi. İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi.
Volkan, V., Ast, G., & Greer Jr, W. (2014). The Third Reich in the Unconscious: Transgenerational Transmission and Its Consequences. Routledge.
Zilic, A. (2003). The Dayton Agreement: Challenges of Change. 2003, (s. 2). Berlin.