Rusya, Türkiye’yi Gözden Çıkardı mı?

Yaklaşık bir haftadır aynı sorular soruluyor: “Rusya, Türkiye ile olan iyi ilişkilerini bozmak mı istiyor?” Bu sorulara şu şekilde cevap vermek gerekir: “Rusya ile Türkiye’nin ilişkileri hangi anlamda iyiydi?” İki ülke arasında “stratejik” bir boyut kazandığı ifade edilen ilişkiler, gerçekten bu boyuta taşınmış mıydı, yoksa tarafların konjonktürel ihtiyaçlarına cevap veren ve belli politika alanlarına sıkışmış söylem boyutunda bir uluslararası algı operasyonu muydu? Bu soruya benim vereceğim cevap, ikinci seçeneğin altını çizen bir anlayışa yaslanmaktadır.

Rusya ile Türkiye arasındaki “işbirliği” genel itibarıyla ticaret, turizm, yatırım, enerji ve Montrö Sözleşmesi’nin değiştirilmesine karşı çıkma gibi hususlar bağlamında söz konusudur. Yapılan anlaşmaların içeriğini gözden geçirdiğimizde ve özellikle Rusya tarafından gelen açıklamalara kulak verdiğimizde bunu açıkça görürüz. Yani ilişkiler, realist uluslararası ilişkiler ekolünün genel itibarıyla “düşük önem arz ettiği” konular ya da sektörler bağlamında işbirliğini içermektedir. Hâlbuki iki ülkenin siyasal ilişkilerine göz attığımızda sorunlu bir ilişkinin bulunduğunu ve bölgesel siyasal anlaşmazlıkların tüm netliği ile ortada olduğunu görebiliriz. Rusya, Ukrayna’nın bölünmesine yol açarak ve özellikle Kırım’ı ilhak ederek Türkiye’nin karşı olduğu bir adım atmıştır. Rusya, Ermenistan’a destek veren, onu askeri ve siyasal anlamda koruyan ve Dağlık Karabağ Sorunu’nun çözülmesine engel olan en önemli aktördür. Rusya, Türkiye’nin stratejik partneri Azerbaycan’ın üzerinde baskı uygulamaktadır. Rusya, Türkiye’nin Güney Kafkasya’daki en önemli müttefiklerinden Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü ortadan kaldırmıştır. Türkiye’nin NATO üyesi olması, Moskova’da her daim ciddi bir rahatsızlık nedeni olarak görülmüş ve Türkiye ile siyasal anlamda yakın ilişkiler kurulamayacağına/kurulmaması gerektiğine ilişkin analizler, Rus liderlerin ve politika yapıcılarının stratejik önem atfettiği bir husus olmuştur. Şimdi ise, iki ülkenin Suriye politikaları çatışmaktadır. Türkiye, Esad yönetiminin devrilmesi için 4,5 yıldır elinden geleni yapar ve bu stratejinin olumsuz yansımaları ile uğraşırken Rusya, İran ve Hizbullah’ı da yanına alarak, hatta Irak merkezi hükümetini de yanına çekerek Esad yönetimine destek vermek için Suriye’ye yerleşmiştir. Moskova’nın bu stratejisinin arkasında, Ortadoğu/Doğu Akdeniz çanağında bölgesel bir askeri üs elde etme ve böylece kendi küresel görünümünü/gücünü konsolide etme düşüncesi vardır. Rusya, bu strateji ekseninde, küresel anlamda Avro-Atlantik İttifakı ile bölgesel anlamda ise onun bir parçasını oluşturan Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkelerle mücadele etmesi gerektiğinin farkındadır. Ne ilginçtir ki Rusya’nın, siyasal anlamda bu denli ciddi karşıtlık ilişkisi içerisinde olduğu Türkiye, Batı ile son dönemde yaşadığı sorunlar ekseninde, Rusya ile nispeten “düşük önemde” olduğu değerlendirilebilecek sektörlerde/politika alanlarında kurgulanan işbirliği iklimini, siyasal sonuçları da olan/olacak bir “stratejik” müttefiklik ilişkisi gibi sunmaya çalışmaktadır. Bu yaklaşımın yanlış ya da söylem düzeyinde kalmaya mahkûm bir yanılsamadan ibaret olduğu ise geçtiğimiz hafta Rusya’nın Suriye özelinde Türkiye’ye karşı giriştiği hamleler çerçevesinde açığa çıkmıştır.

Rusya, Lazkiye’ye konuşlandırdığı savaş uçakları vasıtasıyla Türkiye hava sahasını ihlal ederken; aynı zamanda karadan havaya fırlatılan Rus yapımı “SA” füzeleri, Türkiye-Suriye sınır hattında uçan Türk F-16’larına “radar kilitleyerek” tacizde bulunmuş, elektronik tanıma sistemleri kapalı olduğu için Suriye’ye mi, yoksa Rusya’ya mı ait olduğu belli olmayan Rus yapımı savaş uçakları ile Türk F-16’ları arasında “it dalaşı” yaşanmıştır. Hatta bu satırlar yazıldığı esnada, Türk Genelkurmayı’ndan yapılan açıklamada Suriye’ye ait iki savaş uçağının yeni bir ihlalde bulunduğuna yönelik bir açıklama da gelmiştir. Türkiye’yi hedef alan bu hamlelerin “yanlışlıkla” ya da “elektronik arızadan kaynaklanan” nedenlerle gerçekleştiğine yönelik açıklamalar, pek tabi ki gerçeği yansıtmamaktadır. Rusya’nın Tartus Limanı’ndaki deniz üssünü geliştirmek ve Lazkiye yakınlarında hava üssü kurmak için Suriye’ye yerleşmesinden ve IŞİD’i vurma hedefiyle giriştiği hava operasyonlarına paralel olarak yaşanan bu gelişmeler, esasen Türkiye ile Rusya arasında hiçbir zaman aşılamamış siyasal sorunların Suriye özelindeki yansıması olarak belirmiştir. Yani Moskova, Ankara’ya sınırın hemen öte yanından mesaj vermekte ve Türkiye’nin, Suriye’nin kuzeyindeki etkinliğinin “artık sona erdiğine” yönelik bir beyanda bulunmaktadır. Peki, Rusya bunu nasıl bu kadar rahat yapabilmektedir? Türkiye’nin yanında duran aktörler neden Rusya’nın hamlelerine yalnızca söylem boyutunda karşı durmaktadırlar?

Her şeyden önce, Rusya’nın “IŞİD” ile mücadele çerçevesinde Suriye’ye girdiğini belirtmesi ve bu yönde düzenlediği hava saldırıları Moskova’ya ciddi bir meşruiyet kazandırmaktadır. Zira aynı söylem üzerinden ABD ve müttefikleri de Suriye özelinde 1 yıla yakın bir süredir hava operasyonları düzenlemektedir. Moskova’nın bu hamlesi, gerek söylem, gerekse de ABD tarafından zaten girişilmiş bir uygulamanın kopyası olarak ortaya çıktığı için meşruiyet yönünden fazlaca tartışılamamaktadır. İkincisi, ABD’nin tutumudur. Obama yönetimi, ülkenin Afganistan ve Irak operasyonlarında yaşadığı olumsuzlukların da etkisiyle Suriye ve IŞİD meselesine askeri anlamda fazlaca kanalize olmamaktadır. Bu çerçevede, IŞİD ile mücadele ekseninde maliyeti ve sorumluluğu Rusya’nın üzerine yıkmak Washington’u çok rahatsız etmemektedir. ABD, Rusya’yı bu mücadeleye iterken, SSCB’nin Afganistan özelinde yaşadığı başarısızlığı ve bu başarısızlığın SSCB’nin çöküşünde oynadığı rolü de göz önünde bulundurmaktadır. Yani Suriye operasyonunun Rusya’yı bataklığa çekeceğini ve güçsüz düşüreceğini düşünmektedir. Obama, ABD’nin bundan sonraki stratejik yöneliminin Ortadoğu değil, Asya-Pasifik olduğunu ifade etmektedir. Bu minvalde, kendisini Ortadoğu meselelerinden olabildiğince uzak tutmaya çabalamaktadır. Rusya ise, bunu gördüğü için Ortadoğu bağlamında önemli bir adım atmış ve ABD’nin, Asya-Pasifik’e yoğunlaşmasını engellemek amacıyla Ortadoğu’da dengeleri kendi lehinde değiştirmek için kendisinin liderliğinde ve Şam ile Bağdat’tan yönetilecek dörtlü bir yapıyı (Rusya, İran, Irak, Esad yönetimi) devreye sokmuştur. Bu yapı, Suriye özelinde ve hatta Ortadoğu genelinde Rusya’nın yatırım yaptığı Şii eksenini güçlendireceği ve ABD’nin müttefik olarak gördüğü Sünni bloğu zayıflatacağı için, Washington’u öyle ya da böyle Ortadoğu’ya müdahil olmaya itecektir. Rusya, ABD’yi Ortadoğu’da tutarak, Asya-Pasifik bölgesinde büyüyen Çin-Rusya etkinliğinin artmasını ve çok kutupluluk yönündeki söylemin güçlendirilebilmesini arzulamaktadır.

Rusya’nın Türkiye’yi bu denli rahatsız etmesinin önemli nedenlerinden biri, ABD ve NATO’nun, hava sahası ihlali gibi nispeten “basit” bir gerekçeyle Rusya’ya karşı askeri bir manevra yapamayacağını görüyor olmasıdır. Gerek NATO müttefikleri arasındaki Rusya’ya ilişkin yaklaşım farklılıkları, gerek ABD’nin Ortadoğu’ya askeri anlamda kanalize olmak istememesi ve gerekse de Ukrayna’da yaşanan krizin Suriye eliyle yeniden tetiklenerek Doğu Avrupa’daki gerginliği tırmandırması endişesi önemli çekinceler olarak gözler önüne serilmektedir. Rusya’nın, IŞİD ile mücadele söylemi çerçevesinde başta Fetih Ordusu bileşenleri olmak üzere Türkiye’nin destek olduğu grupları da vuruyor olması, Batı Dünyası’nda ve özellikle Washington’da çok ciddi bir tepki yaratmamaktadır. Zira Obama yönetimi, Suriye’de “muhalif grup” olarak görülen ve Türkiye, Suudi yönetimi ve Katar eliyle desteklenen aktörlerin Selefilik bağlamında bir ideolojik altyapıya sahip olduğunu ve bu gruplarla Suriye özelinde bir “yeniden inşa” faaliyetine girişilemeyeceğini görmektedir. Özgür Suriye Ordusu’nun güçsüzlüğü ve dağılma aşamasında olması ve yurtdışına olan mülteci akını, Suriye’deki “ılımlı muhalefetin” alan bazında tamamıyla ortadan kalkmak üzere olduğunu göstermektedir. Washington, Türkiye’nin “muhalefet” olarak gördüğü/göstermeye çalıştığı gruplar ile Suriye özelinde bir anlayış birliğine varamayacağını gördüğü için Rusya’nın, Türkiye tarafından da desteklenen bu gruplara da saldırmasına engel olmayı düşünmemektedir. Hatta bu eylemliliği, El Nusra, Ahrar’uş-Şam ve Fetih Ordusu içerisindeki Selefi-Cihadçı yapılanmayı ortadan kaldıracak “olumlu” bir tablo olarak dahi değerlendirebilir. Üstelik bu gruplara saldıran da kendisi değil Rusya’dır. Yani Türkiye’nin itirazlarına “Rusya saldırganlığı” çerçevesinde bir cevap verebilmektedir.

Moskova; Türkiye’nin, gerek muhalefet olarak gördüğü gruplar ekseninde, gerek son dönemde Batı ve NATO ile ilişkileri çerçevesinde, gerekse de hem kendisinin hem de ABD başta olmak üzere Batı Dünyası’nın, Suriye özelindeki en güvenilir müttefik olarak gördüğü Suriyeli Kürtler ile ilişkileri bağlamında beliren sorunların Türkiye’nin elini zayıflattığını ve bu ülkeyi yalnızlaştırdığını görmektedir. Rusya, IŞİD’e ve diğer muhalif gruplara yönlendirdiği saldırının, bu grupların Türkiye’de ortaya koyabileceği “terör eylemleri” bağlamında, Ankara’nın başını ağrıtabilecek ciddi olumsuzluklar yaratabileceğini de değerlendirmektedir. Kısacası Suriye özelinde Rusya’nın Türkiye’ye karşı kullanabileceği önemli avantajları bulunmaktadır. Bu nedenle Rusya, Türkiye’nin eninde sonunda kendisi ile işbirliğine gideceğine ve ABD’nin dahi üzerinde durmayı düşündüğü Esad’lı geçiş ve belki de Esad’lı bir Suriye senaryosuna “sıcak” yaklaşabileceğine yönelik bir değerlendirmede bulunmaktadır.

Rusya, oldukça “rasyonel” davranarak, Suriye özelindeki etkinliğini açıkça ortaya koymayı ve en azından Esad yönetiminin elinde olan Akdeniz kıyısı ve Şam çevresini (Hama ve Humus dâhil) kendi koruması altına almayı tercih etmiştir. Bunu yaparken de IŞİD ile mücadele senaryosunu kullanmaktadır. ABD’nin Suriye özelindeki etkinliğinin azaldığı, muhalefetin neredeyse tamamen Selefi gruplardan ibaret hale geldiği ve “eğit-donat programının” tam bir başarısızlığa uğradığı bir anda, Suriyeli Kürtler ile de temas kurarak yapılacak bir girişim, Türkiye’yi zor durumda bırakacak ve Ankara’yı Rusya ile işbirliğine zorlayabilecektir. Tüm bunlar yeterli olmazsa Rusya’nın elinde bulunan “enerji kozu” devreye sokulabilecektir. Orta vadede bu kozun kullanılabileceğine dair emareler de Gazprom tarafından yapılan açıklamalar üzerinden görülebilmektedir. Rusya, Türkiye’yi “gözden çıkarmış” değildir. Ancak kendisi ile işbirliği yapmaması durumunda siyasal faktörlerin, mevcut işbirliği alanlarına üstün geleceğini Ankara’ya anlatmaya/göstermeye çalışmaktadır.

Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU*


*    Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...