Özet
Rusya tarihi boyunca hiçbir zaman bir ulus devlet olamamasına karşın her zaman ülkesi içinde varlığını sürdüren ulusları bir arada tutmaya çalışmıştır. Tarihinin büyük bir kısmında Slavlık ve Ortodoksluk kimlikleriyle bir arada olan Ruslar, 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile bir kimlik bunalımına girmişlerdir. Bu kimlik bunalımı hiç şüphesiz Rusya’nın iç ve dış politikasını etkileyerek eski süper gücünü de kaybetmesine sebep olmuştur. Tarihten gelen süper gücünün devam ettiğini Batı’ya ve ABD’ye kanıtlamaya çalışan Rusya için coğrafyasında büyük bir güç olarak bölgesini kontrol altında tutmasını sağlayacak ve aynı zamanda ülke sınırları içinde barındırdığı 140 milyonu aşkın nüfusu bir arada tutacak bir üst kimliğe ihtiyaç vardı. Tam da böyle bir ihtiyaç anında yeniden canlanan Avrasyacılık akımı, Rusya için bir alternatif, bir “üçüncü yol” ve Batı karşıtlığını simgeleyen bir seçenek olmuştur.
Anahtar kelimeler: Rusya, Avrasyacılık, Ulus, Milli Kimlik, Dış Politika
Abstract
Although Russia has never been a nation-state throughout its history, it has always tried to keep the nations that exist within its country together. The Russians, who have been together with their Slavic and Orthodoxy identities for most of their history, in 1991, with the collapse of the Soviet Union, entered an identity crisis. This identity crisis undoubtedly caused Russia to lose its former “superpower” by affecting its domestic and foreign policy. Russia needed a “top identity” to control her region as a superpower and keep together over 140 million Russian population in Russia. Also, it was important to prove to the USA and West that Russia’s historical superpower is still continuing. The movement of Eurasianism, which has been revived at such a time of need, has become an alternative for Russia, a “third way” and an option symbolizing anti-Westernism.
Key words: Russia, Eurasianism, Nation, National Identity, Foreign Policy
Giriş
17.100.000 km² yüzölçümü ile coğrafi olarak dünyanın en büyük ülkesi olan Rusya; köklü bir geçmişe ve kültürel zenginliğe sahip olmasına karşın, 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla birlikte bir bocalama dönemi yaşamış, yine bu süreç içerisinde ideolojik ve kimliksel bir boşluğa düşmüştür. Bu yıkılış ile hem süper gücünü hem de Sovyet kimliğini (homo Sovieticus) kaybeden Rusya Federasyonu 140 milyonu aşkın nüfusu ve bu nüfusun içerdiği farklı etnik kökenler için ortak bir Rus kimliği üretmeyi en acil meselesi olarak ele almıştır. 1812’de Napolyon’un Moskova’yı işgalinin ardından Rusya’nın geri kalmışlığını fark ederek ortaya çıkan Batıcılar ve Slav milliyetçileri bu kimlik arayışına bir çözüm bulmakta yetersiz kalmışlardır. 19. yüzyılda coğrafi bir kavram olarak gündeme gelen Avrasyacılık, bu kimlik arayışında yeniden canlanarak siyasi bir ideolojiye dönüşmüştür. Rus milli kimliğinin oluşumunda etkili olan bu Avrasyacılık anlayışı aynı zamanda Rus iç ve dış politikasında da etkin roller oynamıştır. Bu çalışmada Rus milli kimliği ve Rus siyasetinde Avrasyacılık’ın etkileri incelenecektir.
- Avrasyacılık
Asya ve Avrupa arasında var olduğuna inanılan üçüncü bir kıtayı niteleyen Avrasya kavramı ilk kez 19. yüzyılda Alexander von Humboldt tarafından coğrafi bir kavram olarak kullanılmıştır. Avrasyacılık (yevraziystvo) kavramı ise Rusça’da ilk kez Vladimir Lamanski tarafından kullanılmış olup (Akgül, 2009, 16), Avrasyacılık’a göre Asya ve Avrupa arasında var olduğu varsayılan üçüncü kıtanın (Avrasya) merkezini Rusya oluşturmaktadır. Bu bağlamda ele alındığında Avrasyacılık, 20. yüzyılda Rusya için milli bir ideoloji halini almıştır (Akgül, 2009, 16). Genel anlamıyla Avrasyacılık, iki dünya arasında yani Doğu ve Batı arasında kalmış olan Rusya’nın Batı’ya karşıtlığını yansıtan bir ideolojidir denilebilir. Batı’nın değerlerinin Rusya’ya uymaması – Rusya’da uygulanamaması sonucunda yükselişe geçen Avrasyacılık, esasen Batı’nın tam tersine toplumcu bir kimlik oluşturması sebebiyle Rusya’da büyük bir ilgi görmüştür (Akgül, 2009, 28). Rusya’nın iç ve dış politikalarında uygulanan Batıcılık ve Slav milliyetçiliği arasında üçüncü bir yol olarak ele alınan Avrasyacılık, etnik bir kimlik ve milliyetçilik yerine coğrafyada bulunan ulusları temsil etmekte ve “coğrafi” bir kimlik oluşturmaktadır. Kısaca, Avrasyacılık bir ırk birlikteliğinden ziyade bir coğrafya birlikteliği kurmaktadır.
Dönemin şartlarına göre politikalarında ve politikalarını şekillendiren ideolojilerinde değişiklik yapmak zorunda kalan Rusya için Avrasyacılık, bazı dönemler yükselişe geçerken bazı dönemler önemini kaybetmiştir. Avrasyacılık’ın Rus siyasetinde önemini kaybetmesinin en temel sebebi ise Batı’ya duyulan yakınlık olmuştur.
- Rus Avrasyacılığı ve Rus Milli Kimliğinde “Avrasyacılık”
1812’de Napolyon’un Moskova’yı işgalinin ardından Rusya’nın geri kalmışlığının farkına varan Rus entelijansiyalar Rusya’nın geleceğine yön verecek ideolojileri belirlerken Batıcılar ve Slav milliyetçileri olarak bölünmüşlerdir (Örmeci, 2018, 31). Bu ideolojiler imparatorluk ve Sovyetler Birliği dönemlerinde uzun bir süre Rus siyasetine ve Rusya’nın geleceğine yön verirken aynı zamanda Rus kimliğinin oluşumunda da etkili olmuşlardır. Komünizmin çöküşü ve 1991’de Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla yeni kurulan Rusya Federasyonu bir bocalama dönemi yaşamış ve bu süreç içerisinde ideolojik ve kimliksel bir boşluğa düşmüştür. Böyle bir yıkılış ile hem süper gücünü hem de Sovyet kimliğini (homo Sovieticus) kaybeden Rusya Federasyonu 140 milyonu aşkın nüfusu ve bu nüfusun içerdiği farklı etnik kökenler için ortak bir Rus kimliği oluşturmayı en acil mesele olarak ele almıştır (Taştan, 2012, 71-94). Yeni kurulan bu devletin özellikle dış politikada nereye yönelmesi gerektiği konusunda ayrışan Batıcılar ve Slav milliyetçileri aynı zamanda kimliksel bir boşluğa düşen Rusya’nın milli kimliğini de oluşturacaklardı.
İki dünya arasında kalan ve kendi öz kimliğini bulamayan Rusya, Büyük Petro ile başlayan Batıcılık hareketleri ışığında ve Batı’nın da yükselişe geçmesiyle erken dönemlerde, özellikle Yeltsin döneminde, Batılı bir Rus kimliği oluşturmaya çalışmıştır. Ancak Batı’nın yükselişine rağmen, Rus tarihinde daha önce de tecrübe edildiği üzere Batı’nın değerlerine ayak uydurulamamış, Batılılaşma ümitleri yıkılan Rusya (Göka ve Yılmaz, 1998, 31), Batı’dan yediği her darbe ile yüzünü Doğu’ya daha çok dönmüştür. Batılılaşma hareketlerinin toplumsal sorunlara yol açması sebebiyle Batılı Rus kimliği oluşturma çabaları olumsuz sonuçlanmıştır. Öte yandan, milliyetçiliğin böyle bir yıkılışın ardından etkili olması beklense de bir boşluk içerisinde olan, kimliğini sorgulayan ve farklı etnik kökenler barındıran Rus halkı için Slav milliyetçiliği de yeterli olamamıştır. Özellikle Vladimir Putin dönemine baktığımızda bir kimlik arayışı içerisinde olan Rusya için Putin’in çözümünün kesinlikle etnik bir milliyetçilik çerçevesinde oluşturulacak bir kimlik olmadığı görülmektedir (Taştan, 2012, 94). Çünkü Putin, Rusya’nın imparatorluk geçmişi olması sebebiyle halen büyük bir güç olduğuna ve ülke içindeki halkların bir arada olması gerektiğine inanmaktadır. Bunun da en etkili yolu bir üst kimlik oluşturmaktır. Bu sebepten ötürü Slav milliyetçiliği de Rus milli kimliğinin oluşumunda etkili olamamıştır. Kimliksel boşluğun devam ettiği Rusya Federasyonu’nda Batılı ve Slav milliyetçisi entelijansiyaların Rus milli kimliğinin oluşumunda etkili olamaması, coğrafya temelli bir düşünce olan Avrasyacılık akımının tekrar canlanmasını ve Rus milli kimliğinin Avrasyacılık çerçevesinde şekillenmesini sağlamıştır.
Avrasyacılık’ın Rus milli kimliğinde uygulanabilmesi ve Rus milletine bu denli uygun olmasının en büyük sebebi Rusların gönüllü birliğe, beraber olmaya geçmişten bugüne meyilli olmalarıdır (Göka ve Yılmaz, 1998, 115). Avrasyacılık düşüncesi Rus halkını etnik kimliklere ayrıştırmadan bir arada toplamış, Ruslara toplumcu bir milli kimlik sağlamıştır. Aynı zamanda bir imparatorluk geçmişi olan Rus halkı için Rusya özel ve önder bir ülkedir. Avrasyacılık Rus milli kimliğini oluştururken Rusya’nın yönünü Asya’ya dönerek tekrar süper güç olmasını sağlamıştır. Çünkü süper güç olmak Rus olmanın bir parçasıdır. Avrasyacılık’ın Rusya’nın bu “özel ülke” olma olgusunu desteklemesinden ötürü, üçüncü yol olan bu akım (Göka ve Yılmaz, 1998, 53), Rus mili kimliğini bir Avrasyalılık üst kimliği (Akgül, 2009, 23) olarak şekillendirmiştir.
- Rus Siyasetinde Avrasyacılık Akımı: Erken Dönem Batılı Dış Politikadan Putin Dönemi Avrasyacı Dış Politikaya
Anthony D. Smith Milli Kimlik kitabında milleti şu şekilde tanımlar: “Millet, tarihi bir toprağı/ülkeyi, ortak mitleri ve tarihi belleği, kitleyi bir kamu kültürünü, ortak bir ekonomiyi, ortak yasal hak ve görevleri paylaşan bir insan topluluğudur” (Smith, 1994, 75). Bu tanımın perspektifinden baktığımızda, Rusya Federasyonu içerisinde yaşayan halk ortak bir Rus tarihine, imparatorluk geçmişine ve Rus diline sahiptir. Bu yüzden bu devlette yaşayan Rus halkı bir Rus milletiydi ve etnik ayrılıkların değil, üst kimlik olarak ele alınabilecek bir milli kimliğin olması gerekmekteydi. Bu milli kimlik aynı zamanda iç ve dış politikanın da mihenk taşını oluşturacaktır. Esasında milliyetçilik üzerine kurulu olan bu Avrasyacılık (Kaya, 2010, 63) hem iç politikada hem de dış politikada etkilerini göstermiştir.
3.1. Rusya’nın İç Siyasetinde Avrasyacılık
İç politika bağlamında Avrasyacılık’a bakmadan önce milliyetçilik konusunda bir hususun belirtilmesi gerekmektedir. Milliyetçilik, özellikle kriz zamanlarında, ulusu bir arada tutan bir olgudur. Ancak çok etnikli, çok uluslu devletlerde bu durum bir “üst kimlik” milliyetçiliği üzerinden sağlanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında Avrasyacılık Rusya Federasyonu’ndaki halkı bir arada tutma konusunda etkili olmuştur. Sovyetler Birliği’nin yıkılışıyla bunalıma giren Rusya için içteki hedef imparatorluk ve süper güç geçmişinin zihinlerde canlı tutulmasını sağlamak ve bu şekilde Rusya’nın gelişmesin ve ilerlemesine zemin hazırlamak olmuştur. Aynı zamanda bir “Batı karşıtlığı” olarak ele alabileceğimiz Avrasyacılık, Rusya’da Batı’nın bireyselciliğinin aksine “toplumsal bir kimlik ve bilinç” oluşturmaktadır. Bunu Avrasyacılık ile hep birlikte Rusya’yı daha ileriye taşımak olarak ele almak mümkündür.
3.2. Rus Dış Politikasında Avrasyacılık
Dış politikaya baktığımızda belirtmek gerekir ki, bir ülkenin dış politikasının belirlenmesinde o ülkenin ekonomisi, coğrafyası, geçmişi ve en önemlisi ulusal güvenlik ve çıkarları etkili rol oynamaktadır. Bu bağlamda Avrasyacılık dış politika bağlamında ele alınırken Montesquieu’nun coğrafya – iklim tipolojisinden yararlanmak önem arz etmektedir. Ülkelerin iklim şartları ve coğrafyaları o ülkenin siyasetini ve halkının kimliğini, fıtratını etkilemektedir. Bu bağlamda Rusya’nın coğrafyasına baktığımız zaman her tarafı açık ve hükmedilmesi oldukça zor olan böylesi büyük bir alanın her an saldırıya uğraması çok muhtemeldir. Bu sebeple zorlu bir coğrafyaya sahip olan Ruslar, düşmanlarına karşı bir araya gelerek kendilerini korumalıdırlar. Aynı şekilde Avrasyacılık için önemli isimlerden biri olan Nikolay Trubetskoy’un Avrasya bölgesinin birbirinden bağımsız olamayacağı ve tüm ülkelerin dayanışmasını zorunlu kıldığı düşüncesi önem arz etmektedir (Akgül, 2009, 21). Tam da bu noktada Avrasyacılık dış politikada önemli bir araç olarak karşımıza çıkmaktadır.
Rus dış politikasında Avrasyacılık’ın etkilerini incelemeden önce erken dönem Rus dış politikasını anlamak Avrasyacılık’ın yükselişi hakkında ipuçları verecektir. Her ülkede olduğu gibi Rus dış politikası da dönemden döneme ve şartlara göre değişmektedir. Yeni kurulan Rusya Federasyonu teoride de olsa demokratik temellere dayanacağı için Batılı politikalara ihtiyaç duyulmuştur. Fakat bu demokratik temeller ve değerler esasında Rusya’nın fıtratına terstir. İlk olarak Boris Yeltsin dönemi ile bir Batılılaşma – modernleşme dönemine gidilmiştir. Rusya Federasyonu’nun erken dönem akımlarından biri olan Atlantikçiler, Batı’nın liberal pazar ekonomisini Rusya’ya getirmek istemişler (Göka ve Yılmaz, 1998, 44) bunun için de Batı’ya yakın olma ihtiyacı hissetmişlerdir. Öte yandan Yeltsin’in Batılı politikalar izlemesinin sebebi Rusya’nın Batı ile ilişkiler kurarak büyük güç olacağını düşünmesinden kaynaklanmaktadır (Kısacık, 2018, 115). Batılılaşma hareketleri ile siyasal ve ekonomik alanlarda gelişmelerin yaşanacağı ümit edilmiş ancak ümitlerin boşa çıkması halkı Batıcılıktan soğutmuştur (Taştan, 2012, 119-120). Ümitlerin giderek yok olduğu Rusya’da tarihin tekerrürü, Rus fıtratının Batı’nın kültürel ve siyasal değerlerini hazmedememesi ve Putin dönemine geldiğimizde Rusya’nın kendini coğrafyasında, yakın çevresinde bir “baba” olarak görmesi sebepleriyle dış politikada Batılılaşma fikri ve eylemlerinden uzaklaşılmıştır.
Rus dış politikasında imparatorluk geçmişi ve hâkimiyet büyük rol oynamaktadır. Bu imparatorluk geçmişi Rusya’yı kendisini her zaman büyük bir güç olarak görmeye zorlamış, bu sebeple bir türlü “yenemediği” ve “bir parçası olmayı” başaramadığı Batı karşısında Batı karşıtı politikalar izlemeye yöneltmiştir. Hiçbir zaman tam anlamıyla Batı’nın bir parçası olamayan Rusya, iki dünya arasında üçüncü bir yol seçmek zorunda kalmış, böylece Avrasyacılık Rusya’nın erken dönemlerinde Batıcılığa karşı bir alternatif olarak ortaya çıkmıştır (Sergunin, 2016, 86). İlk olarak Yevgeni Primakov döneminde iç ve dış politikada etkili olmaya başlayan Avrasyacılık’ın yükselmesinde Andrey Kozırev’in aşırı Batıcı yönelimine duyulan rahatsızlık da etkili olmuştur (Taştan, 2012, 120-122).
Erken dönemde Rusya’daki Batılılaşma politikalarının hem devlet hem de halk nezdinde olumsuz sonuçlar doğurması, Putin dönemine gelindiğinde Rusya’nın bölgesel sorunlarla karşı karşıya kalması ve NATO’nun genişlemesinden kaynaklanan korku Rusya’nın yüzünü Doğu’ya dönmesine sebep olmuştur. Batı’da aradığını bulamayan Rusya, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla yakınındakileri de kaybetme ihtimali ile yüzleşmiş, bu da Rusya’nın yakın çevredeki pasifliğini ortaya çıkarmıştır (Akgül, 2009, 51). Rusya’nın gerek imparatorluk geçmişi gerek coğrafi konumu ve gücünü geri kazanmak istemesi onu dış politikada Avrasyacı yönelime itmiştir. Avrasyacılık dış politikada “Batı karşıtlığı” ve “Yakın Çevre” olarak iki temel amaç için kullanılmıştır. Özellikle NATO’nun genişlemesi, Çeçen Savaşı ve bölgesel diğer huzursuzluklar Rusya’nın yakın çevresi – eski Sovyet ulusları ile daha çok ilgilenmesine ve buralarda daha aktif politikalar izlemesine sebep olmuştur (Sergunin, 2016, 136). NATO’nun genişlemesiyle Batı – ABD karşıtı politikalar halihazırda yükselişe geçerken, yakın çevrenin sorunları da eklenince Rusya artık dış politikada Avrasyacı bir yol izlemek durumunda kalmıştır.
3.2.1. Yakın Çevre Bağlamında Rus Dış Politikasında Avrasyacılık
Avrasyacılık’a Yakın Çevre perspektifinden baktığımızda karşımıza önemli bir husus çıkmaktadır. Esasen Rusya’nın Yakın Çevre ile ilişkilerinin en temel sebebi Rusya’nın yakın çevresini en büyük tehdit ve “potansiyel düşman” olarak görmesidir. Çünkü Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından birlikteki uluslar birer birer bağımsızlığını ilan etmişlerdi ve bu bağımsızlık hareketleri bölgede huzursuzluklara ve karışıklıklara sebep olmaktaydı. Bu durum hâlihazırda ekonomik ve siyasi kriz içerisinde olan Rusya için hem ulusal hem de bölgesel güvenliği tehdit etmekteydi. Bu yüzden Rusya bir Avrasya ulus birlikteliği diyebileceğimiz coğrafi bir birlikteliği ön plana çıkararak Avrasya’da, yakın çevredeki eski Sovyet uluslarıyla askeri ve ekonomik iş birlikleri yaparak güvenliği sağlamayı, bölgede süper gücünü tekrar göstermeyi ve “düşmanları” kontrol altına almayı amaçlamıştır. Yakın Çevre politikası bağlamında bakarsak, Vladimir Putin Sovyetler Birliği’nin siyasi olarak bir daha kurulamayacağını biliyordu. Siyasi bütünleşmelerin imkânsız olduğu yerde ekonomik bütünleşmelerin hâkimiyeti göstermek için en etkili çözüm olduğunun farkında olan Putin bu sebeple yakın çevrede hem ekonomi hem de (kendi güvenliğini sağlamak için) güvenlik alanında iş birliklerine imza atmıştır. Tek Ekonomik Saha, Orta Asya İşbirliği Örgütü, Kolektif Güvenlik Anlaşması, Gümrük Birliği, Beyaz Rusya Milletler Topluluğu gibi örgütler Rus dış politikasında Avrasyacılık akımına örnek olurken aynı zamanda Rusya’nın Batı’ya ve Batılı örgütlere (özellikle NATO’ya) karşı izlediği politikaları da bu şekilde göstermektedir (Akgül, 2009, 78).
Bölgedeki potansiyel düşmanları kontrol altında tutabilmek için özellikle ekonomik alanda ortaklıklar yapan Rusya, Avrasyacı dış politika bağlamında enerji alanında da ortaklıklar gerçekleştirerek bu sayede jeopolitik ve ekonomiyi birleştirirken aynı zamanda bölgedeki diğer devletlerin kaynaklarından da yararlanmıştır. Asya-Pasifik ülkelerle olan enerji ilişkileri, Çin ile artan ilişkiler ve enerji koridorlarının oluşturulması (Akgül, 2009, 89) gibi pek çok örnek Avrasyacılık anlayışının Rus dış politikasındaki etkileri açıkça ortaya koymaktadır.
Yakın Çevre bağlamında Avrasyacılık ele alınırken hep Rusya’nın bölgeyi kontrol ederek coğrafyasındaki süper gücünü ve hâkimiyetini geri kazanmasını amaçladığından bahsedilmektedir. Fakat farklı bir bakış açısı olarak, Rusya’nın bu bölgesel ortaklıkları Batı’nın – ABD’nin bu bölgeye yayılarak eski Sovyet ülkeleri ile ilişkiler kurmasını, tarihsel örnekler ışığında ekonomik yardımlar adına kendisine bağlamasını engelleme amaçlarıyla da gerçekleştirmiş olma ihtimali düşünülebilir. Bu her ne kadar yine Rusya’nın bölgede kendi gücünü ve hâkimiyetini kabul ettirme çabası olarak anlaşılsa da bu durum bir yandan da çalışmanın ileri bölümlerinde bahsedilecek olan Rusya’nın “mesihçi” rolünün Rus dış politikasına Avrasyacılık akımı aracılığıyla etkisini göstermektedir.
3.2.2. Batı Karşıtlığı Olarak Rus Dış Politikasında Avrasyacılık
Batı karşıtlığı olarak Avrasyacılık’ın dış politikadaki temelini yine imparatorluk ve süper güç geçmişi oluşturmuştur. Avrasyacılık düşüncesine göre Rusya coğrafyası gereği bir üstünlüğe sahiptir, çünkü Rusya Asya ve Avrupa arasında iki kıtada bulanan ve iki medeniyeti besleyen ve iki medeniyetten de beslenen bir ülkedir. Bu durum Rusya’ya coğrafi bir üstünlük ve benzersizlik sağlarken Rusya aynı zamanda bu üstünlüğünü coğrafyasında kullanarak bölgesine medeniyet getirmiş, imparatorluk döneminde olduğu gibi ulusları bir “baba” gibi kendi çevresinde toplayıp korumuş, bölgesel tehditlere ve dışarıya karşı tıpkı içerideki gibi bir “süper güç” olmuştur. Fakat dünyanın düzenini tek kutuplu bir hale getiren, Rusya’nın bu üstünlüğünü ve tekrar süper güç olma tahayyülünü engelleyen Batı – ABD bir rakip, bir düşman olarak görülmüştür denebilir. Ancak bu durum tamamen bir Batı düşmanlığı ve Batı ile sıfır politika olarak algılanmamalıdır. Çünkü unutulmamalıdır ki Rusya Batı ile her ne kadar zıt olsa da çıkarlar, özellikle ekonomik çıkarlar söz konusu olduğunda Batı ile iyi ilişkiler kurmaktan kaçınmamaktadır.
Rusya’nın tarihi boyunca kendini Batı’nın bir parçası olarak kabul ettirememesi ve Batı’nın da gerçek anlamda Rusya’yı hiçbir zaman gerçek bir dost ve müttefik olarak görmemesi Rusya’nın Batı ile olan ilişkilerini olumsuz etkilemiştir. Rusya’nın Batı ile anlaşmazlıklara düştüğü, özellikle güç yarışlarına girip uluslararası alanda bu yarışlarda önde olamadığı dönemlerde Rusya yüzünü Doğu’ya dönerek Batı karşıtı, bölgesel, Avrasyacı politikalar izlemiş, bu sayede aynı zamanda Batı’nın – ABD’nin Avrasya bölgesine girerek etkisini bu bölgedeki uluslar, devletler üzerinde göstermesinin de önüne geçmeye çalışmıştır. Ancak bu durumun ne kadar başarılı ya da ne kadar başarısız olduğu, izlenen politikaların ne kadar Avrasyacı ne kadar Avrasya ulus birlikteliğine yönelik fayda sağladığıyla doğru orantılı olmuştur.
Avrasyacılık anlayışını Batı karşıtlığı olarak ele alırken Rusya’nın “mesihçi” rolünü de göz ardı etmemek gerekmektedir. Rusya Avrasya’ya hâkim olmak isterken bunu yalnızca kendi süper gücünü yeniden elde etmek ve bölgeyi kontrol altında tutarak kendi ulusal güvenliğini korumak amacıyla yapmamıştır. Rusya’ya süper güç sıfatını geri vermesi ümit edilen Avrasyacılık, Asya ve Avrupa’yı Batı’dan kurtarmayı da kendine görev edinmiştir (Göka ve Yılmaz, 1998, 31). Bu yüzden Avrasyacılık sadece bir Rus dış politika aracı değil, aynı zamanda bölgesel bir kimlik ve politika, bir korumacılıktır.
Avrasyacılık diğer tüm ideolojiler, düşünceler ve akımlar gibi kendi içerisinde farklı kategorilere bölünmesi sebebiyle (Klasik Avrasyacılık, Neo-Avrasyacılık, Aşırılıkçı Avrasyacılık…) farklı politikalara ve anlayışlara sebep olmaktadır. Fakat tüm bu incelemelerden hareketle genel olarak baktığımızda Avrasyacılık bağlamında Rusya’nın yakın çevresinde imparatorluk geçmişini kullanarak “bölgesel bir Avrasya ulusu” oluşturduğu ve buna bağlı olarak da Avrasya ulus milliyetçiliği olarak ele alabileceğimiz bir dış politika izlediğini söyleyebiliriz. Kısaca Avrasyacılık yakın çevrede bölgesel – coğrafi bir milliyetçilik ve uluslaşma amacıyla dış politikada kullanılmıştır.
Batı karşıtlığı olarak baktığımızda ise yine bir bölgesel milliyetçilikten bahsederken aynı zamanda “ortak düşmana karşı” bölgesel iş birlikleri karşımıza çıkmaktadır. Bu da Avrasya ulusunun “baba” Rusya tarafından Batı’ya karşı nasıl korunduğunu göstermektedir.
Sonuç
Rusya tarihinin ona uygun gördüğü bir biçimde hiçbir zaman gerçek anlamda bir ulus devlet olamamıştır. İmparatorluk dönemi ve sonrasında Sovyetler Birliği’ne bakıldığında Rusya’nın daima etnik bir milliyetçilikten ziyade ülke sınırları içerisinde yaşayan herkesi kapsayacak bir kimlik milliyetçiliğine sahip olduğu görülmektedir. Bunun nedenlerinden biri, Rusya’nın coğrafi olarak birlikteliğe muhtaç olmasıdır ki Rus halkının fıtratı da buna göre şekillenmiştir ve gönüllü birliğe daima önem vermişlerdir. Rusya gerek tarihten gelen tecrübeler gerekse de coğrafyasının zorunlu kıldığı sebepler dolayısıyla imparatorluk geleneğini sürdürmek zorunda, çevresindeki ulusları bir arada tutmak zorunda kalmıştır. Ancak dünyada yaşanan gelişmeler ve insanların içlerine işleyen milliyetçi duygular zamanla birlik içinde yaşayan ulusların ayrılmasına sebep olmuştur. Bunun sonucunda da birlikten ayrılıp, kendi öz varlığıyla bir devlet olma girişiminde bulunan devletler çoğu zaman bir kimlik bunalımı, bir kimliksel boşluğa düşme hissi yaşamışlardır. Bunlardan biri olan Rusya Federasyonu, 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla kimliksel bir boşluğa düşmüş, Büyük Petro’dan itibaren Rus tarihinde önemli bir yer edinen Batıcılık ve ona karşı kendini daha da geliştiren Slav milliyetçiliği arasında bir seçim yaparak Rusya’ya milli bir kimlik oluşturmaya çalışmıştır. Batıcı kimlik ve politika denemelerinin başarısızlığa uğraması ve zaten hâlihazırda bölgesel karışıklıklara sahip olan Rusya’da bir de etnik milliyetçilik üzerinden sorunların yaşanmaması için daha baştan reddedilen Slav milliyetçiliği, bu iki akım arasında üçüncü bir yol olan Avrasyacılık düşüncesini yeniden canlandırmıştır. Temelinde milliyetçiliği barındıran ancak bu milliyetçiliği etnisite üzerinden değil de bölgesellik – coğrafya üzerinden geliştiren Avrasyacılık, Putin dönemiyle birlikte milli kimliğin yanında iç ve dış politikada da etkili olarak kullanılmaya başlanmıştır. İlk olarak bölgede bağımsızlığını yeni ilan etmiş ve potansiyel düşman olan devletleri kontrol altında tutmak için ekonomik ve askeri iş birlikleri yapılmış olmakla beraber, zamanla Avrasyacılık dış politikada Batı karşıtlığı olarak da kullanılmıştır. Dönemden döneme yükselmeler ve alçalmalar yaşayan Avrasyacılık bir şekilde varlığını daima korumayı başarmıştır.
Özetle Rus milli kimliğinde Avrasyacılık’a bakıldığında Batı’ya karşı yenilgilere rağmen köklü geçmişin izlerinin zihinlerden silinememesi ve siyasi kültürün de etkisiyle Ruslar Asyalı kalma düşüncesine daha sıcak bakmışlardır. Ancak bu Asyalı kalma düşüncesi Slav milliyetçiliği olarak değil, Avrasya kıtasında Rusya’nın öncülüğünü sürdürecek şekilde bir coğrafya milliyetçiliği olarak gerçekleşmiştir. Rus devlet politikaları da bu milli kimlik çerçevesinde şekillendirilmeye çalışılmış, özellikle yakın çevre ile ittifaklar kapsamında Avrasyalı kimlik dış politikada kendini göstermiştir.
Sümeyya Hilal ALTUN
Milliyetçilik Staj Programı
Kaynakça
Akgül, F. (2009). Türkiye ve Rusya’da Avrasyacılık. IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 1-239.
Göka, E. ve Yılmaz, M. (1998). Uygarlığın Yeni Yolu Avrasya. Kızılelma Yayıncılık, s, 1-214.
Kaya, S. (2010). Rus Dış Politikasında Batı Karşıtlığının Düşünsel ve Tarihsel Gelişimi. Gazi Akademik Bakış, 4 (7), 41-77.
Örmeci, O. ve Kısacık, S. (2018). Rusya Siyaseti ve Rus Dış Politikası. Seçkin Yayıncılık, 1-480.
Sergunin, A. (2016). Explaining Russian Foreign Policy Behavior: Theory and Practice. Ibidem Press, 1-249.
Smith, A. D. (1994). Milli Kimlik. (B. S. Şener, Çev.). İletişim Yayınları.
Taştan, Y. K. (2012). Ulusal Ülküden Emperyal Vizyona: Rusya’da Kimlik Arayışları. Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, 12/1, 69-134