Bu röportaj, Gülüm Özçelik ile Uluslararası Hukuk ve İnsan Hakları Bağlamında Göç üzerine yapılmıştır.
Elif KOCAMAN
Göç Çalışmaları Staj Programı
1. 1951 Cenevre Sözleşmesi’nde Türkiye’nin koydurmuş olduğu çekinceyle birlikte sözleşmeyi coğrafi sınırlama ile kabul etmesinin uluslararası anlamda sebep ve sonuçları nelerdir?
Bu soruda bir yere işaret etmek lazım. Türkiye 1951 Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Sözleşme’yi (Cenevre Sözleşmesi) aslında coğrafi çekince ile kabul etmemiş, bu sözleşmeyi coğrafi sınırlamaya uygulamaktadır. Bu ikisi aslında teknik olarak farklı şeyler. Bu sözleşme taraf olan devletlere sözleşmeyi sadece Avrupa’da meydana gelen olaylar sebebiyle uygulama imkânı vermiş idi. Türkiye de bu imkândan yararlandı. Bu durumun sonucu şu, Türkiye 51 sözleşmesini mülteciler bakımından uygularken bu sözleşmede bulunan mülteci olma şartlarının yanı sıra mültecinin Avrupa ülkelerinde meydana gelen olaylar sebebiyle Türkiye’ye sığınmış olmasını arıyor. Dolayısıyla sözleşmede öngörüldüğü şekilde kişi dili, dini, ırkı, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri sebebiyle vatandaşı olduğu ya da yaşamakta olduğu ülkeden haklı sebeplerle veya zulüm korkusu sebebiyle kaçtığı durumlarda Türkiye bu şartlara ek olarak bu kişinin Avrupa’da meydana gelen olaylar sebebiyle kaçmış olması şartını arıyor. Dolayısıyla bunun sonucu şudur, Türkiye’de bir kişinin mülteci statüsünde olabilmesi için Avrupa’da meydana gelen olaylar sebebiyle Türkiye’ye sığınmış olması gerekir. Dolayısıyla Avrupa dışında meydana gelen olaylar sebebiyle ve aynı gerekçelerle Türkiye’ye sığınmış bir kişi varsa biz bu kişiye mülteci diyemeyiz. Dolayısıyla 51 sözleşmesinin Türkiye bakımından birinci sonucu ancak Avrupa’da meydana gelen olaylar sebebiyle sözleşmede öngörülen gerekçelerle Türkiye’ye sığınan kişilere mülteci statüsünün verilmesidir. Aynı yaklaşım, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nda (YUKK) da kabul edilmiştir. YUKK’ta da “mülteci” kavramı tanımlanırken aynı kısıtlamaya başvurulmuştur. Bunun Türkiye açısından ikinci sonucu, Avrupa’da meydana gelen olaylar sebebiyle Türkiye’ye sığınan kişilere mülteci diyorsanız, o zaman Avrupa dışında meydana gelen aynı olaylar sebebiyle Türkiye’ye sığınan kişilere ne diyeceksiniz sorusudur. Türk kanunu koyucusu YUKK’ta, bu kişilere “şartlı mülteci” demiştir. YUKK öncesi dönemde ise bu kişiler “sığınmacı” olarak anılmaktaydı. Dolayısıyla da sözleşmeyi coğrafi kısıtlamayla uygulamamızın Türkiye bakımından böyle de bir sonucu oldu. Uluslararası hukuk açısından sözleşme, taraf devletlere coğrafi kısıtlamada bulunma imkânı verdiği için Türkiye bu imkândan yararlanıyor. Fakat Türkiye bu imkândan yararlanan tek ülke. Dolayısıyla diğer tüm taraf devletler sözleşmeyi böyle bir coğrafi sınırlama olmadan uyguluyorlar. Uzun süredir böyle bir sınırlama olmaksızın ve bu gerekçelerle sığınan kişileri Türkiye mülteci olarak kabul edebilsin diye, özellikle Avrupa Birliği tarafından Türkiye’nin kısıtlamayı kaldırması yönünde bir baskı var. Tabii şunu da söylemek lazım, mültecilik bir statüdür. Türkiye’de uluslararası koruma altında ele alınan bir statü, dolayısıyla kişinin kendisini mülteci olarak tanımlamasının hukuki olarak hiçbir sonucu yok. Türkiye’ye bir kişi sığınma talebiyle geldiğinde veya uluslararası koruma talebiyle geldiğinde yetkili makamlar bireysel bir değerlendirme yapar. Ve bu kişinin eğer mülteci olma şartlarını taşıyorsa, mülteci statüsünde olmasına karar verir. Dolayısıyla ben kendimi mülteci olarak tanımlıyorum veya sen mültecisin gibi bir şey olması söz konusu değil. Bu bir statüdür. Başvuru yapılır, bireysel değerlendirme olur ve yetkili makamlar bu statüyü kişi bakımından kabul edebilir ve verebilir.
2. Türkiye birçok ülkeden fazla olarak sığınmacıya ev sahipliği yapmaktadır. Türkiye, uluslararası mevzuata göre bu kişilerin temel hak ve özgürlükleri ve insani yaşamak için ihtiyaç duydukları gereksinimi karşılayabiliyor mu?
Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu benim kişisel kanaatimce son derece başarılı bir kanundur. Elbette her kanunun eksiklikleri olabilir. Fakat bu kanun gerek yapılış süreci gerek kabul süreci gerek çok fazla paydaşın içerisine dahil ederek hazırlanmış olması yani Üniversitelerden temsilciler, sivil toplumdan gelen kişiler gibi çok fazla ve farklı gruptan temsilcinin katılımıyla, göç ve uluslararası korumaya ilişkin temel uluslararası ilkeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin vermiş olduğu kararlar dikkate alınarak yapılmış bir düzenlemedir. Bugün itibariyle eksiklikleri mutlaka olmakla beraber, Türkiye’nin mevzuat açısından bir sıkıntısı olduğunu düşünmüyorum. Dolayısıyla Türkiye şu anda bu konuda bence iyi durumdadır. Mevzuat günceldir ve uluslararası düzenlemelere paraleldir. Sonuç olarak mevzuatın bu anlamda sığınmacıların temel hak ve özgürlükleri bakımından büyük bir engel olduğunu düşünmüyorum.
3. Eğer imkanları olsaydı kayıtsız olarak çalıştırılan sığınmacı ve düzensiz göçmen işçilerin insan hakları ihlaline yönelik öne sürebilecekleri uluslararası mevzuat bulunmakta mıdır?
Göç hukukundaki temel meselelerden bir tanesi şu: göç farklı şekillerde cereyan edebilen insan hareketliğini ifade eden çok genel bir kavram. Dolayısıyla “göçmen” kavramı da değişik şekillerde cereyan eden göçe göre farklılık arz ediyor. Düzenli göçmenler var, düzensiz göçmenler var, bireysel olarak göç edenler var, kitlesel olarak göç edenler var, zorunlu göç edenler var, isteğe bağlı olarak göç edenler var gibi. Bütün bu göçmen gruplarını ele alan bir milletlerarası sözleşme yok. Uluslararası toplumda da bunun eksikliği tartışıyor. Ancak bu mümkün mü? Bu soru da tartışmalıdır. İlk olarak göç konusu devlet egemenliği ile doğrudan ilgili bir meseledir. Her devlet yabancıların kendi ülkesine girişi, kalışı, istihdamı ve çıkışı konusunda düzenleme yapmak bakımından münhasıran yetkilidir. İkincisi göç kavramının çok geniş olması, göçmen kavramının değişken olması, göç konusunda ve göçmenlerin temel hak ve hürriyetleri bakımından son derece kapsamlı bir düzenleme yapılmasını engeller. Şu anda da bütün boyutları itibariyle konuyu ele alan bir düzenleme yok. Fakat çalışma hakları bakımından statüleri ne olursa olsun göçmen işçilerin temel hak ve özgürlüklerini ele alan bir milletlerarası sözleşme var. O da Tüm Göçmen İşçiler ve Aile Bireylerinin Haklarının Korunmasına ilişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi. Türkiye de bu Sözleşmenin tarafı. Ancak Sözleşmenin varlığı da sorunların hepsini çözmüyor. Çünkü maalesef bu Sözleşmeye daha çok göçmen gönderen gelişmekte olan ülkeler taraf. Halbuki bu Sözleşmenin tam anlamıyla başarılı olabilmesi için göç alan ülkelerin de sözleşmeye taraf olması gerekir. Göç alan hiçbir ülke bu sözleşmeye taraf değildir. Dolayısıyla sözleşme mevcuttur ama etkili olarak işleyip işlemediği konusunda önemli tereddütler vardır.
4. Ülkemizde yaşayan sığınmacı statüsünde bulunan Suriyelilerin sahip olduğu haklardan bahsedebilir misiniz? Mülteci konumuna geçmeleri mümkün müdür?
2010 yılında Suriye’de meydana gelen iç karışıklıklar sebebiyle Türkiye’ye kitlesel olarak acil ve geçici koruma bulmak amacıyla sığınmış olan Suriyeliler, Türkiye’de geçici koruma statüsündedir. Dolayısıyla bu kişiler geçici korumadan yararlanırlar. Geçici koruma, Türk Hukukunda ve dünyada uluslararası korumanın bir parçası olarak düzenlenmemiştir. Uluslararası koruma dediğinizde bu tanım içine mülteciler, şartlı mülteciler ve mülteci ve şartlı mülteci olma şartlarını yerine getirmemekle beraber ülkesine döndüğü takdirde işkence görecek, insanlık dışı muameleye maruz kalacak, ölüm cezasına çarptırılacak veya bu cezası infaz edilecek durumda olan kişilere de ikincil koruma statüsü altındaki yabancılar girmektedir. Geçici koruma ise uluslararası korumadan farklıdır. Bu koruma türü sınırlarımıza kitlesel olarak gelen acil ve geçici koruma bulma amacı bulunan sığınmacılara tanınan bir statüdür. 2011 yılından itibaren de Türkiye’de bulunan Suriyelilere bu imkân tanınmıştır. Geçici korumaya ilişkin genel düzenleme YUKK’un 91. maddesinde yer almaktadır. Bunun yanı sıra, Geçici Koruma Yönetmeliği ve Geçici Koruma Altındaki Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkındaki Yönetmelik’te düzenleme yapılmıştır. Mevzuatın geçici koruma altındaki yabancılara tanımış olduğu haklara kısaca bakılırsa: Kendilerine tanınmış ilk hak, Türkiye’de kalma hakkıdır. Fakat kendilerine verilen kalma hakkı teknik olarak bir ikamet hakkı değil. Geçici Koruma Yönetmeliği’nde de açıkça bu kişilere verilen hakkın, kendilerine Türkiye’de ikamet izninin verildiği şeklinde anlaşılmaması gerektiği ve Türkiye’de kaldıkları süre ikamet izninin süresinden sayılmayacağı düzenlenmiştir. Dolayısıyla burada, kişinin geçici olarak kalacağı düşüncesiyle sadece Türkiye’dekilere tanınmış bir kalma hakkından bahsediyoruz. Mevzuatımızda Türk vatandaşlığının kazanılmasının bazı yollarında olduğu gibi, eğer yabancıların bir haktan yararlanması, Türkiye’de ikamet şartına bağlandıysa Suriyeliler bundan yararlanamaz. Çünkü onların sahip olduğu hak sadece burada kalma hakkıdır. Bunun dışında temel sağlık hizmetlerine erişim hakları var. Pandemi döneminde aşılanma hakkından yararlandılar. Çocukların zorunlu aşılamalarından ücretsiz olarak yararlanma hakları var. Temel eğitimden ücretsiz olarak yararlanma hakları var. Üniversitede, yükseköğretimde okuma hakları var. Fakat bu durum Türkiye’de yanlış anlaşılan bir durum. Bu kişilerin sanki hiç sınavsız üniversiteye girdikleri düşünülüyor. Böyle bir durumun olmadığını biliyoruz. Yabancı devlet vatandaşlarının tâbi olduğu üniversiteye giriş sınavında başarılı olmak suretiyle Türkiye’deki üniversitelerde okuma haklarına sahipler. Türkiye’de çalışmak için çalışma izni almak mecburiyetindedirler. Mevzuatta bazı iş ve meslekler Türk vatandaşlarına ayrılmıştır. Diğer yabancılar gibi, geçici koruma altındaki yabancılar da bu iş ve meslekleri Türkiye’de icra edemezler. Kural olarak çalışma izni almak zorundadırlar, ancak ilgili yönetmelik bazı işler bakımından örneğin hayvancılık ya da mevsimlik işçilik bakımından çalışma izni almayacaklarını düzenler. Yine Türk vatandaşlarıyla beraber aynı işyerinde çalışmaları için kontenjan esası da benimsenmiştir. Bir başka özellik olarak diğer yabancılar bakımından da öngörülen bir sınırlama var. Bazı meslekler bakımından bu yabancının Türkiye’de çalışma izni almadan önce ön izin alması gerekir. Mesela öğretim üyesi olarak çalışacaksa YÖK’ten ön izin almalıdır, öğretmen olarak çalışacaksa Millî Eğitim Bakanlığı’ndan ön izin almalıdır, doktor veya hemşire olarak çalışacaksa Sağlık Bakanlığı’ndan ön izin almalıdır. Geçici koruma altındaki Suriyeliler bakımından da aynı sınırlamalar geçerlidir. Eğer ihtiyaç sahibi iseler bunu ispat ettikleri takdirde sosyal yardım alabilirler. Türkiye’de taşınmaz edinemezler. Ancak, bunun gerekçesi geçici koruma altında olmaları değildir. Yabancıların Türkiye’de taşınmaz edinmelerini Tapu Kanunu’nun 35. maddesi düzenler. Tapu Kanun’unun 35. maddesi hangi devlet vatandaşlarının Türkiye’de taşınmaz edinebileceği tespitinin yetkisini Cumhurbaşkanı’na verir. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı, vatandaşları Türkiye’de taşınmaz edinebilecek devletleri tespit eder. Suriye bunlardan bir tanesi değil. Zaten Suriyelilerin Türkiye’de taşınmaz edinimi meselesi ya da Türkler bakımından da Suriye’de taşınmaz edinme meselesi son derece eski bir meseledir. 1930’lu yıllara dayalı olarak karşılaşılan bir sorundur. Önce Suriye’deki Türk vatandaşlarının taşınmaz edinimi hakkı sınırlanıyor karşı işlem olarak 1934’te Türkiye bir kanun çıkarıyor ve Türkiye’deki Suriye vatandaşlarının taşınmaz mallarına el koyuyor. O tarihten bu yana da Türkiye’de taşınmaz edinmelerine izin verilmiyor. Dolayısıyla Suriyeliler çok eski bir sebeple Türkiye’de taşınmaz edinemez. Türk vatandaşlığına başvurabilirler mi? Evet, başvurabilirler ama ayrı bir kanun ve ayrı bir düzenleme yok. 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu’na bağlı olarak Türk vatandaşı olmak istediklerinde bireysel olarak başvurabilirler. Toplu olarak Suriyelileri Türk vatandaşlığına almak gibi bir yasal imkân mevcut değildir. Dolayısıyla, Türk Vatandaşlığı Kanunu’nda öngörülen şartları yerine getirdikleri takdirde, orada düzenlenen usuller çerçevesinde Türk vatandaşı olabilirler. Siyasilerin yaptığı basın açıklamalarından belli sayıda Suriyelinin Türk vatandaşlığını kazandığını biliyoruz, ancak hangi hükümler çerçevesinde alındıklarını bilmiyoruz. Fakat tahminimiz şu, az önce açıkladığım gibi Türkiye’de ikamet şartına bağlı olarak Türk vatandaşlığını kazanmaları mümkün olmadığından, ikamet şartının aranmadığı ihtimaller Suriyeliler bakımından değerlendirilebilir olduğu yönündedir. Bir Türk vatandaşıyla evlenme yoluyla Türk vatandaşlığını kazanabilirler. Bir de istisnai yoldan Türk vatandaşlığının kazanılması imkânı var. Burada ise Cumhurbaşkanı kararıyla vatandaşlığa alınması zaruri görülenler alınır şeklinde bir düzenleme mevcut. Hüküm kamu düzeni ve milli güvenliğine aykırı olmamak şartıyla alınabileceğini bildiriyor. Bu çerçevede alınabileceklerini tahmin ediyoruz.
5. 10 yılı aşkın süredir Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin aniden ülkelerine gönderilmesi insan hakları ihlali anlamına gelir mi?
Bir kere aniden evlerine gönderilmeleri gibi bir durum yok. Yasal olarak ancak şu ihtimaller çerçevesinde geri dönüşleri söz konusu olabilir: İlk olarak bu kişiler geçici koruma altındaysa geçici koruma sonlandırılabilir. Geçici korumayı ya Cumhurbaşkanı sonlandırır, o zaman kişilerin ülkeyi terk etmeleri gerekir veya geçici koruma bireysel olarak kişinin talebiyle sonlanabilir. Bir de, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nda da hükme bağlanan “güvenli geri dönüş” imkânı mevcuttur. Kişilerin güvenli yollardan ülkelerine dönüşlerinin sağlanması göç hukukunda istenen bir durumdur. Yani mülteciler bakımından da geçici koruma altında bulunan yabancılar bakımından da kalıcı çözüm yöntemlerinden en isteneni budur. Fakat bu çok kolay bir şey değil. Çünkü uluslararası literatürde de kabul edildiği gibi bunun olabilmesi için o ülkedeki koşulların kapsamlı ve kalıcı şekilde değişmiş olması gerekir. Yani Suriye örneğinden bahsediyorsak eğer Suriye’deki iç karışıklıklara sebebiyet veren rejimin yıkılması ve onun yerine demokratik bir rejimin kurulmuş olması, bunun da Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası örgütlerin de dahil olduğu uluslararası işbirliği içinde bir süreçte tespit edilmesi gerekir. İlk şartımız bu ve böyle bir durum Suriye bakımından şu anda mevcut değildir. İkinci olarak uluslararası göç hukukundaki temel ilkelerden biri geri gönderme yasağıdır. Geri gönderme yasağı ya da geri göndermeme ilkesi (non-refoulement) hem bir örf adet hukuku kuralıdır hem de 1951 Cenevre Sözleşmesi’nde düzenlenmiştir. YUKK’ta da hem genel bir ilke olarak hem de yabancıların sınırdışı edilemeyeceği durumlardan biri olarak düzenlenmiştir. Bu ilke çerçevesinde, eğer kişi geldiği ülkeye gönderildiği takdirde işkenceye, ölüm cezasına, insanlık dışı muameleye maruz kalacak ise o zaman kişi geri gönderilmez. Bu kişi ister ülkenizde bulunan bir Alman vatandaşı olsun, ister bir Suriyeli olsun, ister bir Mısırlı olsun, ister bir Bosnalı olsun. Bu fark etmez. Ülkenizde bulunduğu statü ne olursa olsun ister düzenli göçmen olsun ister düzensiz göçmen olsun ister hakkında sınır dışı kararı vermiş olun ister geçici korumayı sonlandırmış olun geri gönderemezsiniz. Bu çok temel bir ilkedir. Dolayısıyla kişinin böyle bir muameleye maruz kalacağı bir ülkeye geri gönderilmesi zaten söz konusu değildir. Dolayısıyla Türkiye’de geçici koruma altındaki bulunan Suriyelilerin Suriye’ye geri gönderilmelerine ilişkin açıklamaları da bu kapsamda değerlendirmek gerekir.
Editör: Bervan KAYA