Özet
Japonya ve Çin ilişkileri uzun bir tarihe dayanmaktadır ve ekonomi, insani yardım, eğitim, kültür ve turizm alanında sıkı bir etkileşim içindedir. Fakat iki ülkenin ilişkisi genellikle ‘soğuk siyaset sıcak ekonomi’ şeklinde ifade edilmektedir. Bugün iki ülke arasında güvenlik açısından endişe yaratan ve karşılıklı tehdit algısı oluşturan çözülmemiş birçok sorun gösterebiliriz. Bu tehdit algısının oluşmasında farklı faktörler vardır. Bunlardan en önemlisinin soğuk savaş sonrasında bölgedeki güç dağılımının değişmesi olduğunu söyleyebiliriz. Gücün devletler arasında dağılımı, niyetlerini ve askeri yeteneklerini güçlü bir şekilde etkiler ve birbirlerine karşı olan algıları da etkilenir. Bu araştırma makalesinde Çin-Japonya ilişkilerini realist teori ve tehdit algısı bağlamında analiz ederek ilişkilerindeki dinamiklerin ve birbirlerine karşı algılarının daha iyi anlaşılması hedeflenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Çin, Japonya, Çin Japonya İlişkileri, tehdit algısı, realizm.
Abstract
Japan and China’s relations are based on an exceptionally long history, and they have close interactions in the fields of economic, humanitarian, education, culture, and tourism. However, the relationship between the two countries is usually expressed as ‘cold politics and hot economy’. Today, we can point out many unsolved problems between two countries, which creates anxiety in terms of security and results in mutual threat perception. There are several factors related to the convergence of this threat perception, the most important is the change in the distribution of power in the region after the cold war. The distribution of power among states strongly affects their intentions, military capabilities, and perceptions of each other. This research article analyses China-Japan relations from realist theory and threat perception to better understand dynamics and mutual perceptions in their relations.
Key Words: China, Japan, China-Japan relations, threat perception, realism.
Giriş
Japonya ve Çin Asya Pasifik bölgesinde yer alan iki önemli ülkedir. İlişkiler çok derin bir tarihe dayanmaktadır. Tarih boyunca birbirinden etkilenmişlerdir ve aralarında güçlü bir kültürel bağ vardır. Anakara Çin’de, Çin komünist partisi yönetimi altında olan Çin Halk Cumhuriyeti 1949 yılında kurulmuştur. Japonya ilk önce Tayvan’ı Çin’in temsilcisi olarak kabul etmiş, (MOFA, 2021) Çin halk cumhuriyeti ile ise 1972 yılında başlayan resmi diplomatik ilişkiler öncesinde ilişkiler yaklaşık 20 yıl gayri resmi yollardan, sivil toplum kuruluşları, tüccarlar ve iş adamları aracılığı ile yürütülmüştür. 1972 yılından beri süregelen resmi ilişkiler gelişmeye devam etmektedir. İki ülke arasında ekonomik, insani ilişkiler, eğitim, kültür ve turizm alanındaki etkileşimler artmaktadır. Fakat iki ülkenin ilişkisinin genellikle soğuk siyaset sıcak ekonomi (政冷経熱) şeklinde ifade edildiğini görmekteyiz.
Soğuk savaşın sona ermesi hem ekonomik ilişkilerin yoğunlaşmasına hem de mevcut ilişkinin politik, milliyetçi ve stratejik boyutlarını etkilemektedir. Japonya geçmişten beri Çin’in modernleşmesinde kilit bir rol oynayıp, önemli bir ticaret partneri olmuştur. Tiananmen’den sonra Batı yaptırımlarının azaltılmasında ve ortadan kaldırılmasında da etkili bir rol oynamıştır. Ancak Çin’in milliyetçiliğinin yükselişinde ve yayılmasında kilit hedef haline gelmiştir. (Michael YAHUDA, 2020). Jiang dönemindeki milliyetçi eğitimin başlamasıyla oluşan gerginlikler, soğuk savaştan sonra artış göstermiştir. İki ülke arasında günümüzde birçok problem bulunmaktadır. Bu problemlere; ada problemi, tarih ve ders kitabı problemi, yasukuni tapınağı problemi, insan hakları problemi, askeri tehdit problemi, çevre problemleri gibi örnekler verebiliriz. (Kenzou Shida 2008). İki ülke arasındaki sorunların giderilememesi güvenlik açısından endişe yaratmaktadır ve bunun karşılıklı bir tehdit algısına yol açtığını söyleyebiliriz. Bu araştırma makalesinde Çin-Japonya ilişkilerini realist teori ve tehdit algısı bağlamında analiz ederek, ilişkilerindeki dinamiklerin ve birbirlerine karşı algılarının daha iyi anlaşılması hedeflenmektedir.
Realizm Bağlamında Çin-Japonya İlişkileri ve Tehdit Algısı
Realizmin temel varsayımı, uluslararası politikanın güç ve çıkar mücadelesi olarak tanımlanabilecek bir siyasal süreç olduğudur. Realistlere göre devletlerin sahip oldukları kapasiteler uluslararası çatışmaların sonuçlarının belirlenmesinde ve devletlerin davranışlarını etkileme konusunda büyük bir öneme sahiptir. Devletlerin kapasiteleri ile askeri gücünü özdeşleştiren realistler, askeri konulara ve güvenlik sorunlarına öncelik verirler. Ayrıca realizm devletleri dış politikadaki rasyonel karar vericiler olarak kabul etmektedir. Her devletin kendi ulusal çıkarları vardır ve onlar bu çıkarları doğrultusunda var olan kaynakların imkân verdiği derecede hareket ederler. Uluslararası yapının anarşik olduğu varsayımı da realist teori için önemlidir. Tek tek güvenliği sağlayacak merkezi bir otorite bulunmadığı için her devlet kendi güvenliğini sağlayabilmek için kendi çıkarları doğrultusunda hareket ederler.
Realistlere göre uluslararası yapıdaki istikrarsızlıklar devletlerin güvenliğini tehlikeye düşürmektedir. Bunun sonucu olarak, devletler kendi güvenlikleri kendileri sağlayabilecek güce erişmeye çalışırlar (Mearsheimer, 1994). Uluslararası sistemin anarşik doğası ve güvenlik konusunda sürekli endişe, tehdit algısı oluşturabilir ve devletler arası güvenlik ikilemine yol açabilir. Tehdidi hayati ulusal çıkarlar için bir tehlike olarak tanımlayabiliriz. Tehdit kavramı uluslararası ilişkiler teorilerinin merkezinde yer alır. Realizm de hayatta kalmaya yönelik tehdit ve endişelerin devletlerin davranış biçimini güçlü bir şekilde etkilediğini savunur (Waltz, 1979). Tehdit algısı tehdidi şekillendirmede son derece önemlidir. Ancak, farklı zamanlarda meydana gelen benzer olaylar, çok farklı tepkilere neden olabilir. Tehdit algısını şekillendirmede, son olayların, tarihsel hafızanın ve tanımlanabilir sosyokültürel farklılıkların etkisi de görülebilir (Cohen, 1978). Stephen Walt, tehdidi şekillendiren faktörleri toplam güç, saldırı yetenekleri, coğrafi yakınlık ve agresif niyetler olduğunu iddia eder. İlk üç faktör güç ve sonuncusu niyetlerle ilgilidir. Walt’a göre, toplam güç bir tehdit kaynağıdır çünkü askeri güce dönüştürülebilir ve potansiyel olarak saldırı kabiliyetini artırır. Walt, geliştirdiği tehdit dengesi teorisinde, devletlerin ittifak seçimleri yaparken tehditlere karşı denge sağladığını iddia etmektedir. Walt, tehdidi hayati ulusal çıkarlar ve egemenlik için bir tehlike olarak tanımlayıp, genel olarak en büyük tehdide karşı devletlerin denge kurduğunu belirtir (Walt, 1987).
Çin ve Japonya ilişkilerini analiz etmeye başlamadan önce, ilişkilerinin tarihsel geçmişine değinmekte fayda vardır. San Francisco Antlaşması’ndan sonra Japonya, Kore Savaşı’nın Asya’daki durumuna yanıt vermek için anti-komünist bir ittifakın parçası olarak Tayvan Milliyetçi Parti hükümeti ile diplomatik ilişkilere girdi. Tayvan ile barış antlaşması imzalayarak, iki ülke arasındaki savaşın sona erdiği ilan edildi. Buna göre Tayvan Japonya’ya karşı savaş suçlamaları ve iddialarından vazgeçti (MOFA, 2021). Diğer taraftan Japonya o dönemde Çin Halk Cumhuriyeti’ni tanımadı ve Tayvan hükümetini meşru Çin hükümeti olarak benimsedi. Sonuç olarak, Çin Halk Cumhuriyeti ile savaş durumu devam etti. Fakat resmi olmayan ekonomik yolla ilişkiler sürdürüldü. 1952’de Japonya-Çin Birinci özel ticaret Anlaşması imzalanmış ve Japonya- Çin özel ticaret ortak bildirisi ile devam etmiştir. 1950’lerde Japonya ile Çin arasındaki bu ticaret anlaşmaları Çin’in ekonomik iyileşmesi için önemlidir. Ikeda yönetimi, ekonomi ve siyaseti ayırarak 1962’de LT ticaret anlaşmasını imzalamıştır. Sato yönetimi de 1968’de Japonya ile Çin arasındaki ticaret müzakerelerinin sonuçlandırılmasını teşvik etmiştir (Takakuzu, 2009). 1970’lerde Çin-Sovyet çatışması ciddileşirken, Nixon şokunun simgelediği ABD ve Çin’in yakınlaşması gibi uluslararası durumdaki değişiklikler, 1971’de Birleşmiş Milletler ‘in temsilciliğinin Tayvan’dan Çin’e geçmesine yol açmıştır. Japonya’da Batı’nın bir üyesi olarak, ABD’ye dayalı bir diplomasi izlediği için Temmuz 1972’de Tanaka Kakuei Kabinesi kurulduğunda Çin ile diplomatik ilişkilerin normalleşmesini istemeye başladı. Başbakan Tanaka ve Dışişleri Bakanı Ohira 1972 yılının Eylül ayında Pekin’i ziyaret ederek Başbakan Zhou Enlai ile diplomatik ilişkileri normalleştirmek için görüşmelerde bulundu. 1978 yılında Fukuda yönetimi, Japonya-Çin Barış Dostluk Anlaşması’nı imzaladı ve ardından Ohira yönetimi, Çin’in modernizasyonunu uluslararası topluma dahilini desteklemek için Çin’e yen kredisi sağlamak için adımlar attı. Çin tarafı Deng Xiaoping’in rehberliğinde “reform ve açıklık” politikasını benimseyip, ekonomiyi yeniden inşa etmek için gelişmiş ülkelerin sermayesine ihtiyaç duyuyordu. Çin, 1978’de reform ve dış dünyaya açılma politikalarına başladığında ekonomik gelişimine başladı (Hidekazu, 2015). Çin’in reformlarını sürdürebilmek için Japonya’nın ekonomik desteğine ihtiyacı olduğunu söyleyebiliriz. Çin’de reform ve açılma politikasının başladığı 1979’dan beri Japonya, yaklaşık 40 yıl içinde kredi, hibe yardımı ve teknik iş birliği gibi toplam 3,65 trilyon yen desteğinde bulunup, Çin’in modernizasyonunu destekledi (Tamiyuki Onihara, 2018).
İki ülke arasındaki geçmişten gelen sorunlar ekonomik ilişkilerin gelişmesi engellenmesin diye adeta rafa kaldırılmıştır (TUNCOKU, 2002). Bu durum Japonya’ya karşı tehdit algısının oluşmasının önüne geçmiştir ve Sovyetlere karşı ortak endişeleri paylaşmalarıyla birlikte Asya’da Sovyet yayılmacılığına karşı birbirini tamamlayıcı dış politikalar benimsemişlerdir. Ortak tehdit, Çin’in Japonya’nın hayati çıkarlarına, Japonya’nın da Çin’in hayati çıkarlarına aykırı davranmayacağına dair güvence sağlıyordu. Birbirlerinin çıkarına zarar vermek, Sovyetler Birliği’ne karşı koalisyonu zayıflatacak ve güvenlikleri için tehlike oluşturacaktı. Devletler birlikte iş birliği yapabileceği hayatta kalmaları için hayati önemde olan başka bir devlete karşı iyi niyete sahiptirler. İttifak ortakları arasındaki iş birliği ve güven bu durumdan kaynaklanmaktadır. Ortak bir düşman ortadan kaybolduğunda algı değişip, eski sorunlar yeniden su yüzüne çıkabilir, daha az önemli görülen konular gündeme gelebilir. Örneğin, devletler kendi ekonomik çıkarlarının peşine düşebilir ve sonuç olarak ekonomik rekabet yoğunlaşabilir. İdeolojik farklılıklar ve milliyetçilik daha keskin hale gelebilir ve önemlerini artırabilir. Bu durum politikaları etkileyebilir (Walt, 1987). Japonya ve Çin arasında da Sovyetler Birliği’nin dağılmasının karşılıklı tehdit algısını arttırdığını söyleyebiliriz. Fakat ortak tehdidin ortadan kalmasından önce bile Çin, 1970’lerin sonlarında başlayan reform ve açılış politikasıyla yüksek ekonomik büyüme yakalayıp sadece siyasi değil ekonomik olarak da gücünü artırırken, Japonya ile Çin arasında çeşitli sorunlar ortaya çıkmıştır. Ekonomik gücünün artmasıyla, Çin’in milliyetçiliği artmış, sermaye ve teknoloji için Japonya’ya olan bağımlılık azalmıştır (Kenzou Shida, 2008). Çin, 1989 yılında gerçekleşen Tiananmen olayları ile geçici bir yavaşlamanın ardından 1992 ve 1993’te art arda yıllar boyunca iki haneli büyüme gösterdi. Çin hızlı büyümeye devam ederken, Japonya balon ekonomisi ile zor durumlar geçiriyordu (Mie, 2015). 2001 yılına gelindiğinde Çin dünya ticaret örgütüne katılmış, uluslararası ticarette altıncı sıradaydı ve birkaç yıl içinde dördüncü olan Japonya’nın hemen altında yer alması bekleniyordu. Japonya’daki iş dünyası, Çin’in yükselişinin Japonya’nın ekonomik durgunluğuna neden olduğunu ve ekonomisine zarar verdiğini savundu. Çin ayrıca hızlı bir ekonomik büyüme kaydetmiş ve buna bağlı olarak iddialarını güçlendirmiş, artık ulusal çıkarlarına ters düşen, taviz veremeyeceği konulara daha sert tepkiler vermeye başlamıştır. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana, Çin, neredeyse tüm Asya ülkelerinin ana ticaret ortağı olarak ABD ve Japonya’nın yerini aldığında ve bölgede ve ötesinde önemli bir denizcilik gücü haline gelmiştir (Michael Yahuda, 2020). Çin’in Asya-Pasifik bölgesi üzerindeki etkisi ve varlığının göz ardı edilemeyecek bir düzeye ulaştığını söylememiz mümkündür. Bu yüzden Çin ve Japonya arasındaki ilişkileri incelerken mutlak ve göreceli gücün etkisi önemlidir. Güç hem niyetleri hem de onların algısını etkiler. Dünya gücünün yapısındaki değişiklik davranışta ve algıda farklılıklara yol açabilir. Bu da daha öncesine kadar algılanmayan davranışların saldırgan niyetlerle algılanmasına neden olur.
Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile Çin, ABD, Japonya’nın iş birliğine dayalı bir ilişki sürdürme stratejik ihtiyacını ortadan kalkmış ve karşılıklı algılarda değişikliğe neden olmuştur. Çin tarafı, Japonya’nın potansiyel yeniden askerileşme olasılığı, Japonya tarafı ise Çin’in ekonomik ve askeri gücünün artmasından endişe duymaktadır. Çin’in göreceli gücündeki artış bu bağlamda soğuk savaş sonrası ilişkilerin sık sık gerginleşmesine yol açmıştır. Soğuk savaş sonrası Çin’in 1993’teki gücü hala sınırlıydı. ABD ve Japonya’nın gerisindeydi. Ancak Çin, o zamandan beri geniş nüfus tabanı ve yüksek büyüme hızıyla gelecekte ABD’ye meydan okuyabilecek en büyük potansiyele sahip devlet olarak görülüyordu. Buna karşı, Japonya ekonomik kriz ile gücünde bir azalma yaşanıyordu (Mie, 2015). Mutlak güçteki artışlarda bir o kadar endişe yaratmaktadır. Mutlak güçteki artış, askeri güçteki artışlar, nüfus artışı veya ekonomik büyüme yoluyla gerçekleşebilir. Ekonomik gücün artmasının tehdit algısı oluşturmasının sebebi, askeri gücün ekonomik güçten kaynaklandığı varsayımına dayanmaktadır. Ekonomik büyüme, modern bir orduyu desteklemek için gerekli askeri harcamaları ve ileri teknolojiyi sağlar. Böylece savunma harcamaları, artan silahlanma, silah sistemlerinin edinimi veya teknolojik yenilikler sayesinde askeri güç artabilir. Ekonomik büyüme aynı zamanda gelecekteki kabiliyete de işaret eder ve tehdit algılaması esas olarak gelecekteki olası saldırganlıkla ilgilendiğinden, ekonomik büyüme askeri yatırımlar veya saldırgan davranışlar olmasa bile tehdit algısını tetikleyebilir (Walt, 1987). Buna coğrafi yakınlığı da hesaba katarsak, mutlak gücün artışı hem Çin’de hem de Japonya’da bir tehdit algısına yola açabilmektedir ve askeri harcamalar da tehdit olarak görülmektedir. Ocak 1994’te bir Japon hükümet yetkilisi, Çin’in askeri harcamalarındaki artışı hakkındaki endişelerini ilk kez dile getirmiştir. Çin, savunma bütçesini 1990’dan bu yana yaklaşık %15 ve 1994’te %30 oranında artırmıştır. Ordu harcamalarında Çin’in 2017’de 228 milyar dolar ile, diğer tüm Asya ülkelerinin toplamını aştığını söyleyebiliriz (Michael Yahuda, 2020). 2018’de Çin askeri harcamalarında GSYH’sinin 1,9’unu kullanıp, 228 milyar dolar ile dünya sıralamasında ikinci sırada yer almaktadır (Nippon, 2018). Buna ek olarak, Çin’in savunma harcamaları son 30 yılda yaklaşık 44 kat artmıştır. ABD Savunma Bakanlığı’nın Eylül ayında yayınladığı yıllık bir rapora göre Çin, gemi yapımı, karadan fırlatılan konvansiyonel balistik ve seyir füzeleri ve entegre hava savunma sistemleri dahil olmak üzere birçok alanda ABD ile zaten eşit durumda ve geçme kabiliyetine sahiptir (MOFA, 2021).
Çin, ekonomik büyümesini arttırmasıyla, bölgesel ve tarihi sorunları daha sık dile getirmeye başlamıştır. Japonya ile Çin arasındaki geleneksel “yardımcı ve alıcı” ilişkisinin Asya’da Japonya ile Çin arasındaki rekabete dönüştüğü söylenebilir ve bu yüzden karşılıklı tehdit algısı artmıştır. 2012 yılında başa gelen Xi Jinping ile Çin‘in ekonomik ve siyasal gelişimini küresel anlamda daha da belirgin hale getirip, küresel ekonomi ve siyaseti içindeki gücünü tüm dünyaya gösterme çabasında olduğunu görebiliriz. Birçok Batılı ve Çinli uzmana göre, Xi ekonomik açıdan bir dev haline gelen Çin’i küresel bir aktör haline getirecektir. Düşük profilde kalma stratejilerindeki (韬光养晦有所作为) geçmişteki liderlerden bu noktada ayrıldığını söyleyebiliriz. “Mao Ayağa Kaldırdı, Deng Zenginleştirdi, Xi Güçlendiriyor” sloganı, Çin kamuoyunda sıkça dile getirilmektedir. Xi’nin imza projesi Çin rüyası (中国梦), Çin’i bulunduğu konumdan daha ileriye götürmeyi amaçlar, “Kuşak Yol Girişimi” ( 一 带 一 路 ) de Çin rüyasını gerçekleştirecek en önemli çalışmalardan biridir. Bununla birlikte, sadece ekonomik anlamda değil, sosyal ve kültürel anlamda Çin’i daha ileriye götürmek için “yumuşak güç” geliştirilmesi de bu projenin bir parçasıdır (Koçakoğlu, 2021). Japonya bundan endişe duymaktadır. Japonya’nın her sene çıkan mavi kitap isimli diplomasi kitabının en başında:
“Güç dengesindeki değişiklikler, gelişmekte olan ülkelerin yükselişi ile uluslararası toplumun güç dengesi önemli ölçüde değişmiş, kendileri için avantajlı bir uluslararası düzen oluşturmayı ve etkilerini genişletmeyi amaçlayan devletlerle uluslararası rekabet daha belirgin hale gelmiştir. Bu koşullar altında, Korona krizini fırsata çevirip statükoyu değiştirmeye yönelik girişimlerde bulunulduğundan, evrensel değerlere meydan okuma daha şiddetli hale gelmiş ve mevcut düzeni çevreleyen belirsizlik artmıştır” (MOFA, 2021).
Burada Çin’in adı geçmemesine rağmen şüphesiz Çin’e karşı olan endişeler dile getirilmektedir. Japonya’nın bakış açısıyla Çin’in askeri gücünü güçlendirme konusunda şeffaf olmaması, statükoyu tek taraflı olarak değiştirmeye çalışması ve savunma harcamalarını sürekli artırmış olmasının tehdit unsuru oluşturulmasında temel etkenleri yarattığını söyleyebiliriz
Öte yandan Japonya tarafının da savunma maliyetlerindeki artışı ve Abe döneminde artan anayasasının 9. maddesinde değişiklik yapmaya çalışmaları Çin tarafını huzursuz edip, Japonya’nın yeniden askerileşmeye çalışması şeklinde yorumlanmaktadır. Anayasanın 9. maddesine göre Japonya savunma harcamalarını GSYH’sinin %1’i altında tutmalıdır. Fakat Shinzo Abe döneminde Japonya’nın bölgede askeri olarak daha aktif hale getirilmeye çalışıldığı görüyoruz. Japonya, bölgesel çok taraflı ticaret düzenlemelerine önem vererek, ABD’nin Trans- Pasifik Ortaklığından (TPP) çekilmesinin ardından, liderliğini de üstlenmiştir. İşgücü, güvenlik, kamu iktisadi, çevre sorunları ve diğer endişelerin düzenlenmesini için Asya-Pasifik Serbest Ticaret Anlaşması ve Şubat 2019’da yürürlüğe giren benzer hatlar içeren bir STA’yı AB ile imzalamıştır (MOFA, 2021). Japonya’nın diplomasisi ve güvenliğinin temel taşı olan Japonya- ABD ittifakının güçlendirilmesi, Quad ve Hint pasifik stratejisi de bir o kadar gündemdedir. Hint pasifik stratejisi ilk olarak Japonya tarafından Ağustos 2016’da Kenya’da düzenlenen Tokyo Uluslararası Afrika Kalkınma Konferansı (TICAD) VI’nın açılış konuşmasında, “Özgür ve Açık Hint-Pasifik” ifadesi ile kullanılmıştır. Japonya Dışişleri Bakanlığı’na göre, bu strateji uluslararası toplumun istikrar ve refahının anahtarı, bir araya gelerek yaratılan dinamizmdir. Hızla büyüyen Asya ve büyük büyüme potansiyeline sahip Afrika ile Pasifik Okyanusu ve Hint Okyanusunu birleştirerek Japon dış politikasının ufkunu genişletmek ve bölgenin barış, istikrar ve refahını korumayı amaçlamaktadır (Tadashi, 2019), (MOFA, 2021). Bu projeye bakıldığında Çin’in “Tek Kuşak Tek Yol” politikasını düşünmemek kaçınılmazdır. Çin’in Asya-Pasifik bölgesi üzerindeki etkisi son derece büyük ve varlığı göz ardı edilemezdir ve bu stratejinin Çin’in artan etkisine bir tepki olarak oluştuğu şeklinde yorumlar mevcuttur (Kawai, 2019). Bu Hint-Pasifik görüşünü, sonrasında ABD, Hindistan ve Avusturalya da benimsemiş ve QUAD 2’nin temelleri atılmıştır. QUAD’ın oluşumunu Asya’nın NATO’su olarak nitelendirenler de vardır fakat şu an hala bir askeri ittifak boyutunda değildir ve bölgenin dinamikleri düşünüldüğünde bunun olasılığı düşüktür. Fakat yine de QUAD’ın Çin’e karşı olan tehdit algısıyla, Çin’i kuşatma amacıyla oluşturulduğu söylenmektedir (Ying, 2020).
Güç dengesindeki değişiklikler Senkaku/Diaoyu adaları problemine de yansımıştır. Doğu Çin Denizi’nde yer alan Senkaku /Diaoyu adaları beş küçük volkanik ada ve üç kayalıktan oluşmaktadır. Toplam yüzölçümü 5,53 km² olan adalar önemli ticaret rotaları üzerinde olup, çevresinde zengin balıkçılık alanları ve doğal kaynaklar bulunmaktadır. Jeopolitik olarak bakıldığında da stratejik bir yerde olup artan Amerika ve Çin rekabetinde Asya Pasifik bölgesinde askeri üstünlük sağlanabilmesi için önemli bir konumdadır (Serita, 2015).
Realizm’ in öngördüğü gibi, toprak sorunu Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra yeniden şiddetlenmiştir. Rafa kaldırılmış bu problem aslında Sovyetler Birliği’nin dağılmasının öncesinden beri milliyetçi söylemler ve eylemlerle gündeme gelmekteydi fakat Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Çin’in faaliyetleri büyüklük ve sıklık gösterirken, Japonya’nın tepkileri daha belirgin ve daha az ödün verici hale geldi. Bu, gerginliğin şiddetlenmesine ve saldırgan niyet algılarının artmasına neden oldu. Ortak bir düşman ortadan kaybolduğunda eski sorunlar yeniden su yüzüne çıkabilir ve devletler kendi ekonomik ve ulusal çıkarlarının peşine düşebilir (Walt, 1987). Bu durum iki ülkenin birbirine karşı algısını da etkiler. Japonya tarafından, Çin’in artan deniz yetenekleri ve faaliyetleri, Çin’in karasularına hâkim olma niyetinin bir göstergesi olarak kabul edilmektedir. Çin tarafı ise adaların zorla Shimonoseki Antlaşması ile ellerinden alındığını iddia edip, Japonya’nın adalar üzerindeki hakimiyetini tanımamaktadır ve askeri gücünü arttırarak Doğu Çin Denizi ve Güney Çin Denizi’ndeki etkilerini arttırmak için çaba harcamaktadır. İki tarafın da adalar üzerindeki iddiaları kıyaslandığında birbiri ile çelişmesi de sorunun çözümünü güçleşmektedir. Taraflardan herhangi birinin adalar üzerinde yaptığı sivil ya da askeri müdahale ikili ilişkilerde gerginliğe yol açabilmektedir. Özellikle bu anlaşmazlık 2008 yılından beri daha tehlikeli bir hal almıştır. 2012 yılında adaların Japon hükümeti tarafından millileştirilmesi Çin tarafından sert bir şekilde karşılanmış ve bölgede gerginliklere yol açmıştır. 2013 yılındaki radar kazasıyla ikili ilişkilerin gerginliği en yüksek seviyeye ulaşıp iki ülke arasında silahlı çatışma yaşanmasına yol açabilecek en yakın olay olmuştur fakat bu diplomatik çabalarla engellenebilmiştir. Günümüz de sık sık bu problem gündeme gelmekte ve iki ülke arasındaki ilişkilerde en temel sorunlardan birini oluşturmaktadır (MOFA, 2021).
Sonuç
Çin ve Japonya arasındaki resmi diplomatik ilişkiler 1972 yılında başlamıştır. Japonya geçmişten beri Çin’in modernleşmesinde kilit bir rol oynayıp, önemli bir ticaret partneri olmuştur ve Çin reformlarını sürdürebilmek için Japonya’nın ekonomik desteğine ihtiyaç duymuştur. Bu yüzden iki ülke arasındaki geçmişten gelen sorunlar ekonomik ilişkilerin gelişmesini engellemesin diye adeta rafa kaldırılmıştır. Soğuk savaş döneminden sonra ortak düşmanın ortadan kalkması ve güç dengesinin değişmesi ile iki ülkenin birbirlerine karşı olan algıları değişmiş ve karşılıklı tehdit algısının artmasına yol açmıştır. Çin, ekonomik büyümesini arttırmasıyla, bölgesel ve tarihi sorunları daha sık dile getirmeye başlamış, Japonya ile Çin arasındaki geleneksel “yardımcı ve alıcı” ilişki rekabete dönüşmüştür. Çin tarafı, Japonya’nın yeniden militarize olma olasılığı, Japonya tarafı ise Çin’in ekonomik ve askeri gücünün arttırıp şeffaf olmaması, statükoyu tek taraflı olarak değiştirmeye çalışmasından endişe duymaktadır. Bu yüzden iki ülke arasında ekonomik ilişkiler ne kadar gelişse de “soğuk siyaset, sıcak ekonomi” anlayışı devamlılığını sürdürecektir.
Nazlı Deniz SARILGAN
Uluslararası İlişkiler Teorileri Staj Programı
Kaynakça
Cohen, R. (1978). Threat Perception in International Crisis. The Academy of Political Science, 93-107.
Çin Halk Cumhuriyeti internet bilgilendirme merkezi, Diaoyu adası. Erişim Adresi: http://www.diaoyu dao. org.cn/index.htm
Hidekazu, W. (2015). Reisen kōzō no ryūdō-ka to Nihon no mosaku. Sengonihon no Ajia gaikō (pp. 145-180). Kyoto. Minerva Publishing.
Kawai, M. (2019, 05 08). `Ittai ichiro’ kōsō to`indotaiheiyō’ kōsō. Retrieved from Japan Institute of International Affairs.
Kenzou Shida, Y. O. (2008). Nitchūkankei ni okeru Nihon-gawa no mondaiishiki ― Asahishinbun Mainichishinbun Yomiurishinbun no shasetsu no naiyō bunseki kara . Tōyōdaigaku shakaigakubu kiyō.
Koçakoğlu, M. A. (2021). Deng Xiaoping sonrası Sloganlarla Çin’in gelişimi. In (Dündar, M.) Apam-Çin Çalışmaları (pp. 31-52). Ankara: APAM yayınları.
Mearsheimer, J. J. (1994). The False Promise of International Institutions. International Security, 5-49.
Michael Yahuda, D. S. (2020). China and the World. Oxford University Press.
Mie, O. (2015). Yoshida dokutorin o koete. Minerva Publishing (p. 213- 247). Kyoto. Minerva Publishing.
MOFA. (2021).,Jiyūde hirakareta indo taiheiyō. Retrieved from Japonya Dış İşleri Bakanlığı Web sitesi: https://www.mofa.go.jp/mofaj/gaiko/page25_001766.html
MOFA. (2008).,Senryaku- teki gokei kankei no hōkatsu-teki suishin ni kansuru nitchū kyōdō seimei. Retrieved from Ministry of Foreign Affairs of Japan: https://www.mofa.go.jp/mofaj/area/china/visit/0805_ks.html
MOFA. (2021). Diplomatic Bluebook. Ministry of Foreign Affairs of Japan.
MOFA. (2021). Nihonkoku seifu to Chūkajinminkyōwakoku seifu no kyōdō seimei. Retrieved from Ministry of Foreign Affairs of Japan: https://www.mofa.go.jp/mofaj/area/china/nc_seimei.html
Nippon. (2018).Gunji shishutsu, Nihon wa sekai dai 8-i: Toppu 10 shokoku de yuiitsu tai GDP-hi 1-pāsento ware. Retrieved from Nippon: https://www.nippon.com/ja/features/h00207/
Kentaro, S. (2015). The Senkaku Islands, Rule of Law Series, Japan Digital Library.
Tadashi, M. (2019). Jiyūde aka reta indotaiheiyō’ no jitsugen o mezasu. Retrieved from Kinzai: https://kinzai-online.jp/node/2059
Takakuzu, K. (2009). LT bōeki no kiseki — kansei Nitchū `minkan’ bōeki kyōtei ga mezashita mono, A research of the LT Trade Agreement: the establishment and development of the governmental China-Japan “private” trade agreement (1962-1973). Osaka: Historia.
Tamiyuki Onihara, R. K. (2018). Chūgoku e no oda shūryō e 40-nen de 3 chō-en, kindai-ka sasaeru. Retrieved from Asahi: https://www.asahi.com/articles/ASLBR33GYLBRUTFK004.html
Tuncoku, A. (2002). Japonya-Çin Halk Cumhuriyeti İlişkileri. Ankara: ASAM.
Walt, S. M. (1987). The Origins of Alliances. Cornell University Press.
Waltz, K. N. (1979). Theory of international politics. Addison-Wesley Publishing.
Ying, Z. (2020, 10 14). Containing China: Will the Quad become an Asian mini-NATO? Retrieved from Think China: https://www.thinkchina.sg/containing-china-will-quad-become-asian-mini-nato