Realizm uzun bir tarihsel sürece sahiptir. Bu görüşü daha M.Ö. 5 bin yılında Yunan tarihçi Thucydides’in eserinde görmek mümkündür. Aynı yaklaşımla 16. yüzyılda Machiavelli, Prens isimli eserini yazmıştır. 17. yy. düşünürlerinden Hobbes da güç dengesi konusundaki fikirleriyle realizmin oluşumuna katkıda bulunan düşünürlerden olmuştur.
Realizm uluslararası ilişkilerde özellikle I. Dünya Savaşı sonrasında idealizmin (liberalizmin) uluslararası barışı ve güvenliği sağlamaya yönelik varsayımlarının başarısız olması sonucunda idealizme bir meydan okuma şeklinde gelişmiştir. II. Dünya Savaşı sonrası süreçte uluslararası sistemde güvenlik sorununun ön plana çıkmasıyla birlikte ise oldukça önem kazanmıştır. Uluslararası sistemi ve ona yön veren faktörleri açıklamada çeşitli varsayımlar üzerinden hareket etmektedir.
Realizmin temel varsayımı, uluslararası politikanın güç ve çıkar mücadelesi olarak tanımlanabilecek bir siyasal süreç olduğudur. Realistlere göre devletlerin sahip oldukları kapasiteler uluslararası çatışmaların sonuçlarının belirlenmesinde ve devletlerin davranışlarını etkileme konusunda büyük bir öneme sahiptir. Devletlerin kapasiteleri ile askeri gücünü özdeşleştiren realistler, konular arasında hiyerarşi gözeterek askeri konulara ve güvenlik sorunlarına öncelik verirler. Güç, uluslararası ilişkileri anlamada en temel kavramdır ve anlaşmazlıkların çözümü, uluslararası istikrarın sağlanması gücün kullanımı ile ilişkilendirilmektedir.
Realizmin bir diğer varsayımı ise, uluslararası ilişkilerin temel aktörünün egemen ulus devletler olarak görülmesidir. Uluslararası ilişkiler devletlerarasında gerçekleşen bir etkileşim ve mücadele süreci olup, devletler üzerinde herhangi bir üst otorite bulunmamaktadır. Tek aktör egemen, bağımsız hareket edebilme yeteneğine sahip devletlerdir. Dolayısıyla uluslararası örgütler, ulusal ve uluslararası sivil toplum ve medya kuruluşlarının rolü dikkate alınmaz.
Üçüncü varsayım, devletlerin bütüncül yapılar olarak görülmesidir. Devletler, kara kutu ya da bilardo topu gibi, iç dinamiklerine bakmaksızın, dış etkilere karşı kendi ulusal çıkarları doğrultusunda hareket ederler. Realistlere göre ayrı ayrı ele alınmayan, devleti oluşturan bürokrasi, siyasi liderler ve kamuoyu arasında oluşabilecek görüş ayrılıkları sonuçta çözülmekte ve devletlerin karşısına tek bir politika ile çıkılabilmektedir.
Realizmin dördüncü varsayımıysa devletlerin dış politikada rasyonel karar vericiler olarak kabul edilmesidir. Her devletin kendi ulusal çıkarları vardır ve onlar bu çıkarları doğrultusunda var olan kaynakların imkân verdiği derecede hareket ederler.
Uluslararası yapının anarşik olduğu varsayımı da realist teori için önemlidir. Tek tek güvenliği sağlayacak merkezi bir otorite bulunmadığı için her devlet kendi güvenliğini sağlayabilmek için kendi çıkarları doğrultusunda hareket ederler. Realistlere göre uluslararası yapıdaki istikrarsızlıklar devletlerin güvenliğini tehlikeye düşürmektedir. Bunun sonucu olarak, devletler kendi güvenlikleri kendileri sağlayabilecek güce erişmeye çalışırlar. Maksimum güce ulaşmaya çalışan tüm devletler birbirlerinin bu amaca ulaşmalarını engellemeye çalışırlar. Realistler bu durumda ortaya çıkan güç dengesinin istikrarın sağlanmasında önemli bir faktör olduğunu belirtirler.
Realizmin temel varsayımlarına ilişkin realist düşünürler arasında yaklaşım farklılıkları görülebilmektedir. Realizmin fikir babaları olarak görülen E. H. Carr ve Hans Morgenthau’nun realizme olan katkıları ve görüşleri bu yüzden önemlidir.
E. H. Carr’ın yazmış olduğu The Twenty Years Crisis (1939) kitabı uluslararası sorunları ciddi bir şekilde ele alan ilk kaynak olma özelliğine sahiptir. Kitabında Carr, I. Dünya Savaşı’ndan sonra savaşı ortadan kaldırmaya yönelik fikirler üreten liberalleri ve Milletler Cemiyeti’ni eleştirmiştir. Milletler Cemiyeti’nin barışın sağlanmasında yeterli olmadığını vurgulamıştır. II. Dünya Savaşı’na giden süreci analiz ederken savaşın nedenleri yerine genel bir eleştiri yaparak daha belirgin sebepler üzerine yoğunlaşmıştır.
Carr, güç unsurunun önemini vurgulamıştır. Çatışma ve savaşların anlaşılabilmesi için güç dağılımındaki dengesizliklerin incelenmesi gerektiğini belirtmiştir. Carr, ilk başta güvenlik endişesiyle savunma amaçlı başlayan I. Dünya Savaşı’nın bir süre sonra devletlerin toprak ele geçirme amaçlarıyla hareket etmeye başladıklarını belirtmiştir. Güçlerini arttırmak isteyen devletler var olan etki alanlarını da arttırmak isteyeceklerinden devletlerin ulusal çıkarları çatışacaktır. Carr, değişime de vurgu yapmış ve değişimin yeni güç ilişkileri sonucunda şekilleneceğini söylemiştir.
Hans Morgenthau’nun Politics Among Nations (1949) isimli kitabı realizmin temelini oluşturmada önemli bir yere sahiptir. Morgenthau realizme bilimsel bir temel oluşturmayı amaçlamıştır.
Morgenthau uluslararası sistemdeki sorunların kaynağının insan doğası olduğunu belirtmiştir. Uluslararası politikayı güç mücadeleleri olarak tanımlamış, bu mücadelelerin kaçınılmaz olduklarını vurgulamıştır. Güvenliklerini tehlikede hisseden devletlerin güçlerini arttırma çabalarının karşılıklı olarak engellenmeye çalışılması sonucu ortaya çıkan güç dengesi, sistemin devamlılığı için en önemli unsurdur. Morgenthau’ya göre devletler uluslararası sistemdeki temel aktörler olup, birer rasyonel karar alıcıdırlar ve onların çıkarları zamana ve şartlara bağlı olarak değişebilmektedir. Son olarak Morgenthau, hükümet dışı aktörlerin yanında ekonomik ilişkilerin de dış politikaya olan etkilerini yok saymıştır.
Carr ve Morgenthau’nun fikirleri doğrultusunda gelişen realizme, 1970’li yıllarda uluslararası sistemdeki değişimleri açıklamakta yetersiz kaldığı konusunda eleştiriler yöneltilmiş ve bunun sonucunda yeni teoriler ortaya çıkmıştır.
Neorealizm, klasik realizmin ekonomik güçleri ihmal etmesine tepki olarak doğmuştur ve klasik realizme göre insan doğası ve sistemi açıklamada daha bilimsel bir bakış açısı getirmeyi amaçlamıştır. Neorealizmin fikir babası olan Kenneth Waltz’ın 1979 yılında yayımlandığı Theory of International Politics, neorealizmin en çarpıcı örneği olarak görülmüştür.
Waltz’a göre, uluslararası sistem anarşik bir yapıya sahiptir, yani uluslararası ilişkiler hiyerarşi düzeninden yoksun bir ortamda oluşmaktadır. Her devletin kendi amaçları mevcuttur ve devletler bu amaçlara ulaşabilmek için ellerindeki kaynaklar doğrultusunda hareket ederler. Devletleri harekete geçiren onların ulusal çıkarlarıdır. Devletlerarasındaki temel fark, onların kapasitelerinin farklılığından kaynaklanmaktadır. Waltz, uluslararası siyasi yapının oluşmasını büyük güçlerin değişimine bağlı olduğunu belirtmiştir. Buna bağlı olarak, iki kutuplu sistemle tek kutuplu sistem arasındaki farklılıkları vurgulamıştır. Son olarak, güç dengesi teorisinin önemini vurgulamıştır.
Sonuç olarak, realizm almış olduğu eleştirilere rağmen siyasal süreçleri ve dış politika yaklaşımlarını açıklamada başvurulan temel ve en etkili teorilerden biri olmuştur.
Gizem Nida MERCAN
TUİÇ Staj Programı
Kaynakça:
1) Arı, T. (2004). Uluslararası İlişkiler Teorileri. Alfa Basım Yayım.
2) Arı, T., Toprak, E. (Ed.), Uluslararası İlişkiler Kuramları I. Açıköğretim Fakültesi Yayını, No:1612
3) Jakson, R., Sorensen, G. (2007). Introduction to International Relations: Theories and Approaches. Oxford University Press.
* Image: https://pixabay.com/photos/chess-world-map-figurines-2258805/
“Buna bağlı olarak, iki kutuplu sistemle tek kutuplu sistem arasındaki farklılıkları vurgulamıştır” ifadesi yanlış. Doğrusu şöyle: “İki kutuplu sistemle çok kutuplu sistem arasındaki farklılıkları vurgulamıştır.”
İdealizm ile liberalizm aynı değildir, arada farklar vardır. Parentez içindeki liberalizm yanlış anlaşılmasın.