Rojavalı gazeteci ve aktivist Barzan İso ile Cenevre-2 görüşmelerinin arefesinde, Suriye’nin Rojava bölgesindeki gelişmeleri, aktörleri, siyasal, etnik, kültürel, ekonomik dinamiklerini konuştuk. Aynı zamanda “Rojava: Bir Halk Devrimi” belgeselinin de yönetmeni olan Barzan İso Türkiye’de yaşayan bir Rojavalı olarak sorularımızı yanıtladı.
Barzan İso kimdir, kendinizi tanıtır mısınız?
Birinin kendini tanıtması çok zordur. Ben Suriyeli amatör bir gazeteci, Rojavalı bir aktivistim. Rojava’nın Ortadoğu’da umut veren bir proje olduğunu düşünen ve bu projenin başarıya ulaşması için alternatif çözümler, fikirler ortaya koymaya çalışan biriyim. Ayrıca fıkraları çok severim.
Alternatif çözüm önerileri olarak ne tür çalışmalar yaptınız?
Aralık 2009’dan bu yana, geçiş süreçlerinde adaletin nasıl sağlandığı ve insanların tekrar nasıl örgütlendiği üzerine araştırmalar yaptım. Latin Amerika’da Şili, Guatemala, Meksika’da Chiapas Özerk Bölgesi, Katalonya ile Bolzano, Afganistan, Irak ve Güney Afrika’da tüm bu ülkelerdeki geçiş dönemlerinde, çatışmalardan sonra yeni adalet sistemlerinin nasıl kurulduğu, hangilerinin daha başarılı olduğu üzerine araştırmalar yaptım. Türkiye’de YAKAY-DER (Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği) ve MEYA-DER (Mezopotamya Yakınlarını Kaybedenlerle Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği) için, Hakikat Komisyonları ile ilgili 120’ya yakın öğrenciye eğitim verdiğimiz bir projede çalışmalarda bulundum. Bireysel haklar, bireyin zorla kaybedilmeye karşı nasıl korunacağı, hangi yasaların bunu koruma altına alacağı, ulusal, uluslararası mahkemeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi üzerine çalışmalarım oldu. Bu çalışmalarımı daha çok Arapça yazdığım raporlarda, Rojava’da verdiğim seminer ve panellerde sundum. Ama hep bağımsız ve objektif kalmaya çalıştım. Tabi bunu ne kadar başarabildiğimi takipçiler bilir.
“ROJAVA KENDİ MODELİNİ OLUŞTURUYOR”
Araştırmalarınıza göre Rojava için en uygun model hangisidir?
Rojava kendi modelini oluşturuyor. Her bölgenin kendine has özellikleri vardır. Bir halkın sıfırdan, hatta sıfırın altından başlayıp da, böylesi bir süreçte kendi savunma ve yönetim mekanizmasını, ekonomik sorunlarını nasıl çözeceğini araştırırken Chipas modeli dikkatimi çekiyordu. Chipas, Rojava modeline çok yakın bir modeldi ve bundan yararlandığımızı da söyleyebilirim. Orada da silahları olduğu sürece çatışmaktan kaçınan, savunmaya geçen bir sistem var. Mesela Chiapas’ın girişinde bir tabelada çok sevdiğim bir söz yazılıdır: “Burası Chipas burada halk karar verir ve halk uygular”. Çok idealist fikirler bunlar. Ama Rojava’nın Ortadoğu mozaiği içerisinde kendine has bir model olduğunu düşünüyorum. Rojava’da katılımcı ve oydaşçı bir sistemin kurulmasını gerçekten umut ediyoruz ve bunun için gayret ediyoruz. Bir gazeteci ve araştırmacı olarak ben de kendi fikirlerimi, eleştirilerimi ve alternatif çözüm önerilerimi sunuyorum.
Türkiye’ye geliş amacınız neydi?
Türkiye’ye Ekim 2003 yılında eğitim amacıyla geldim. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde okudum.
“SURİYE MUHABERATI BENİ ARANANLAR LİSTESİNE ALDI”
2003’ten bu yana sürekli Türkiye’de miydiniz? Bu süreçte Suriye’ye gidebiliyor muydunuz?
Suriye’ye sürekli ziyaretlerim oluyordu. Tabii o sürede başka bir isimle Araştırma Merkezlerine yazı yazıyordum. Ancak 2008’den sonra Suriye muhabaratı isimleri deşifre edebildi ve beni arananlar listesine aldı. Aileme zorluklar çıkartmaya başladı. Televizyon kanallarına her konuştuğumda babamı soruşturuyorlardı. Aileme evimize baskı yapıp, tüm kardeşlerimi gözaltına alıp, işkence ettiler. İki kardeşim öğrencilikleri devam ettiği halde zorla askere alındılar. Aileme yapılan bu baskılardan dolayı 2010’den sonra yazılarımda kullandığım imzayı değiştirmek zorunda kaldım. 19 Temmuz 2012 Rojava Serhildanı’nın başlamasından sonra Rojava’ya gidebildim. O tarihten bu yana çoğu zaman Rojava’da oluyorum.
“ROJAVA’YI ORTADOĞU’NUN YENİ UMUDU OLARAK GÖRÜYORUM”
Rojava nedir, sizin için ne ifade ediyor?
Rojava’yı şöyle tanıtabilirim. Şuana kadar Ortadoğu’da her zaman merkeziyetçi devlet projeleriyle toplumlar yönetilmeye çalışıldı. Ama o kadar farklı ve mozaik bir toplumuz ki tekçi zihniyetlerin empoze edildiği bir bölgede yaşamamıza rağmen, hiç kimse kendi benliğini kaybetmedi. İşte Rojava tüm bu benliklerin oluşturacağı mozaiğin ortaya çıkabileceği bir projedir. Mesela Türkiye’deki merkeziyetçi yapıya baktığımızda bir bürokrasi görürüz. Bu bürokrasiye hükmeden derin devletten paralel devlete kadar ülkeyi yöneten, şeffaflıktan uzak, Türkler de dahil herkese baskı yapan bir sistem var. Böylesi sistemlerin aslında işe yaramadığını Rojava gösterecektir. Ortadoğu’daki değişime, tırnak içerisinde ‘’Arap Baharı’’ dediğimiz sürece baktığımızda mesela Tunus ve Mısır’da yine çoğunlukçu demokrasiyi denemeye çalıştılar. Bu şöyle bir zihniyetti; ben seçimi kazanıyorsam halk beni seçiyorsa ben her şeyi yapabilirim, yasaları da değiştirebilirim. Katılımcılığın sıfır olduğu bir siyasal sistemden bahsediyoruz. Rojava’da bunun tersi katılımcı, oydaşçı, herkesin kendi rengiyle, kendi diliyle, kendi benliğiyle katıldığı bir sistemden bahsediyoruz. Bunun için ben Rojava’yı Ortadoğu’nun yeni umudu olarak görüyorum. Suriye’ye baktığımızda Suriye bir ateş topu haline dönüşürken Rojava kendi içerisinde sağladığı barış ile, savaş ortamında bir adalet sistemi kurmayı başarabildi. Mesela bir kişi mahkeme kararı olmadan gözaltına alındığında Rojava’daki partilerden, STK’ların tepkiler eleştiriler, açıklamalar yapılıyor. Ben bunu çok olumlu görüyorum. Gerçekten iyi bir sistemin kurulduğunu düşünüyorum. Bunun için Rojava Ortadoğu’daki halklar için bir umut ifade ediyor. Ve buna sahip çıkmak gerektiğini düşünüyorum.
Rojava’nın etnik ve siyasi yapısı hakkında bilgi verebilir misiniz? Rojava kimlerden oluşuyor?
Rojava’dan bahsederken doğal olarak Batı Kürdistan topraklarından bahsediyoruz. Ama daha çok mozaik bir yapının, meşruiyet kazanan sempatik bir ismi olarak Rojava’dan bahsediyoruz. Rojava’nın her bölgesinin özel bir durumu vardır. Mesela Afrin’de %2 gibi bir Arap nüfusu vardır. Onun dışında %98 gibi bir Kürt nüfusu vardır. Bu Arap nüfus Afrin’nin merkezindeki iki aşiretten oluşur. Kobani tamamıyla Kürt’lerden oluşur. Aramızda Çingeneler de vardır.
Ordaki Çingenelere ne deniyor?
Qaraçi diyoruz. Çingenelerin de Kürtçe’yi Kürt kültürünü benimsediğini söyleyebilirim. Arap memurlar vardır. Çünkü rejim Kürtleri devlet görevlerine almıyordu Araplar’ı getiriyordu . Aslında Araplar’ı Kürtler’i asimile etmek amacıyla getiriyordu ama Araplar asimile oluyordu Kürtler arasında. Bu nedenle diyebiliriz ki Kobani %100 Kürt nüfusa sahip olan bir şehirdir.
En mozaik bölge Qamişlo bölgesidir. Rojava’da Cizire dediğimiz, Serekaniye’den Derik’e kadar olan bölgede çok farklı gruplar vardır. Hristiyanlar’ın içerisinde Ermeniler, Keldo-Asuriler, Süryaniler, bunun dışında Çeçenler, Araplar, Kürtler tüm bu dini, etnik farklılıklar vardır. Aslında eskiden Baas döneminden kalan Yahudiler de varmış. Ama bu Yahudiler’in çoğu İsrail’e göç etmiş, şuanda hiç Yahudi kalmadı. Mesela Qamışlo’da Ermeni nüfus çok az olduğu halde şuan geçici yönetimde yer alan belediye başkanlarından biri Ermeni. Derik’te halk adalet sistemini kurarken Hristiyanlar büyük bir güç oluşturdular. Derik’te mahkemeye gittiğinizde İncil ve Kuran’ı görürsünüz. Hristiyanlar İncil üzerine yemin eder, Müslümanlar Kuran üzerine. Mesela Cizre Meclisi’nde kota sistemine göre en az %10 oranında Süryani, Keldo-Asuri, Arap temsilcilerinin olması gerekir.
“DÜNYADAKİ DEMOKRASİ SİSTEMLERİ KADINI ROJAVA’DAKİ KADAR ÖZGÜRLEŞTİREMEDİ”
Ortadoğu’da en büyük ayrımcılığı gören kadınlar oldu. Demokrasiyi savunuyoruz maskesiyle ortaya çıkan dünyadaki demokrasi sistemleri, kadını Rojava’daki kadar özgürleştiremediler. Kimse kadını Rojava’daki gibi irade sahibi yapamadı. Rojava’daki kadınlar her kuruluşta, kurumda en az %40 oranında temsil oluşturur. Kendi meşru savunmasını ve güvenliğini korumada, aile içi sorunların çözümünde, yönetimin her alanında kadınların aktif bir şekilde rol aldığını ancak Rojava’da görebilirsiniz. Bu da yine Ortadoğu’daki insanlar için bir avantajdır.
Rojava’da herkesin dikkatini çeken temel nokta kadınların direnişteki ağırlığı. Kadınların başta kontrol noktalarının güvenliği olmak üzere, birçok alanda bu kadar hakim olmasını sağlayan sebepler neler?
Bu durumu tetikleyen bir çok faktör var. En önemli faktörlerden biri orada kurulmak istenen sistemin zihniyeti, mantığıdır. Kadının katılımını sağlayan bir ideolojinin yaygınlaştırılmak istenmesidir. Kadınların rolü önemli çünkü kadınlar Rojava’da toplumun çoğunluğunu oluşturuyor. En az %60-70 gibi bir oran bu. Rojava’daki feodal zihniyet yapısının da çöktüğü bir ortamdan bahsediyoruz. Bundan önce de o feodal yapı zayıflamıştı Rojava’da. Okuma-yazmada kadınların yüksek bir oran oluşturduğunu görüyoruz. Muhafazakarlık vardır ama geleneksel bir muhafazakarlık bu dinsel değil. Tüm bunlar birer etkendi. Ama en önemlisi o siyasal ideoloji kadınların ön plana çıkmasına izin veriyor, destek oluyor ve bunun için çaba gösteriyor. Bunun için kadınlar çok kolay sisteme katıldılar.
“BAAS REJİMİNDE EN AZ BASKI GÖREN ŞEHİR DERA’YDI”
En başa dönmek istiyorum. Mart 2011’de Dera’da başlayan olayları nasıl değerlendiriyorsunuz? Dera’da insanlar neden ayaklandılar?
Şöyle bir gerçek vardır. Aslında bu Baas rejiminde en az baskı gören şehir Dera’ydı. Sonuçta Suriye’deki rejim bir dikta rejimiydi ve onlar da baskı görmüşlerdi. Ama yine de en az baskıyı görenler Dera’dakilerdi. Buna rejimin tırnak içinde “aptallığı” desek çok yanlış bir kelime olmaz. Gerçekten bu rejimin aptallığıdır. Çünkü rejim, Dera’da televizyonlardan “halk rejimi değiştirmek istiyor” sloganını öğrenip, bu sloganları attığı için 25 çocuğu tutuklayıp onlara işkence etmişti. Aslında burada başladı. Çünkü Dera’dekiler baskıyı görmemişlerdi. Mesela Kürtler 2004’te çok acı bir tecrübe yaşadılar. Yine Halep, Hama, Humus gibi şehirler bu acı tecrübeleri yaşadılar. Dera hiçbir şey yaşamamıştı ve Dera’da bunun daha kolay olabileceğini düşünmüşlerdi. Bence en önemli etken de buydu Dera’da. Çünkü rejim de Dera’da böyle bir şeyin başlayabileceğini hesaplamamıştı.
SURİYE’DE EN ÇOK DUYULAN CÜMLE: YERİN KULAKLARI VAR!
Baas Rejimi ve Muhaberat’ın uzun yıllar süren hakimiyetinin halk üzerindeki etkisi nasıldı?
Baas rejimi Suriye halkının genelinde şöyle bir etki yaratmıştı: Suriye’deki her birey kendisi için 10 istihbarat elemanının tahsis edildiğine inanıyordu. Gerçekten buna inanıyordu. Suriye’de en çok duyulan cümle şuydu: “Yerin kulakları var.” Herkes korkuyordu konuşmaktan. Suriye muhalefetinin bugün çok dağınık olmasının temel nedenlerinden biri buydu. Çünkü herhangi bir Suriye muhalifiyle görüşürsen, yanındaki adam ajanlıkla veya rejimin adamı olmakla suçlar, bu yargıyla davranır. Toplum arasında bir güven oluşmamıştı. Demografik olarak Suriye çok karışık bir bölgedir. Araplar, Kürtler, Ermeniler, Asuriler herkesin bir arada yaşadığı bir bölge ama kültürel entegresyonun sıfır olduğu bir ülkeden bahsediyoruz. Mesela Kürtler ile Araplar, Aleviler ile Sünniler ve Hristiyanlar ile Müslümanlar arasında evlilik oranları sıfıra yakındır. Bu kültürel entegrasyonun hiç olmadığı anlamına gelir. Mesela Şam’a baktığımızda Hristiyanların mahalleleri ayrı, Dürzilerin mahalleleri ayrı Alevilerin ayrıdır. Suriye halkının her bir grubu için ayrı mahalleler vardır. Demografik olarak yan yana ama birbirimizden kopuk yaşıyoruz. Hatta üniversitelerde her grubun gençleri ayrı ortamdadır. Mesela Türkiye’de üniversitelerde herkes siyasal bir kimlik üzerinden kendi ortamını buluyor. Orada direkt ait olduğu etnik, ulusal kimlik üzerinden herkes birbirini buluyor.
Rojava bölgesi üzerindeki etkisi nasıldı?
Rojava’da şöyle bir avantaj vardı. Rojava’da Kürtler Baasçı olsa da, olmasa da rejimden her zaman baskı görürdü. Adam kendi asimile olup, kendi kimliğine sahip çıkmasa Baasçı olsa bile, sonunda rejim ona diyor ki “sen Kürtsün sen hiçbir şey yapamazsın”. Bunun için rejime karşı bir refleks vardı. Hem rejime hem de yabancı bir siyasal, dinsel sisteme karşı refleks vardı. Rojava’daki halk kendi sistemini kurmaya daha çok müsaitti. Bugün baktığımızda mesela El Kaide kolay kolay Rojava’da yerini bulamıyor. Çünkü halkın refleksleri güçlü. Baasçı olan, Baas partisine katılıp kendi asimilasyon politikalarını evinde gerçekleştirmeye çalışan zayıf bireylere halkın tepkisi büyüktü. Halk bunları dışlıyordu. Ama her zaman yanlarındaki farklı gruplarla ilişkilerini korumayı başardılar.
“ROJAVA’DA DEMOKRATİK ÖZERKLİK PROJESİNİN SAHİBİ PYD’DİR”
Rojava’daki aktörlerin (PYD, YPG) Suriye rejimiyle ve muhalefetiyle ilişkileri, iki tarafa yaklaşımı nasıl?
Rojava’da Demokratik Özerklik projesinin sahibi olan ve bunu topluma kazandıran PYD (Partiya Yekîtiya Demokrat/Demokratik Birlik Partisi)’dir. Ama bu projeyi tamamen PYD yürütüyor anlamına gelmiyor. Sonuçta ordaki halk da bu projeyi benimsedi, yavaş yavaş katıldı ve bu projeyi kendine göre değiştirdi, esnetti. PYD’nin ve genel olarak Demokratik Özerkliğin stratejisi şuydu: (Chiapas’da da bu strateji vardı) Kendi alternatif kurumlarını sistemini kur, halkı örgütle, çatışmaktan kaçın. Çünkü çatışmalardan kimse kazançlı çıkmıyor. Bunun için Rojava’da hem YPG (Yekîtiya Parastina Gel/Halk Savunma Birlikleri ), hem YPJ (Yekîtiya Parastina Jin/Kadın Savunma Birlikleri), hem ordaki halk her zaman çatışmalardan kaçındı. Buna paralel baktığınızda, henüz Baas rejimine bağlı kurum ve kuruluşlar çökmeden Rojava halkı kendi kurum ve kuruluşlarını kurmuştu. Bir yönetim boşluğu olmadan direkt bu kurumlar faaliyete geçtiler. Aslında bir şekilde rejimin kurumlarını devre dışı bıraktılar. Bunun için başarılı oldular.
Ulusal Muhalefet derken Suriye’de gerçekten demokratik mücadele veren bir iç muhalefet vardı. Ama bunlar dış güçler tarafından devre dışı bırakıldılar. Mesela Demokratik Değişim için Ulusal Koordinasyon Komitesi (Syrian National Coordination Body-SNCB) vardı. PYD de bu SNCB’de kurucu üyedir. Burada yer alan insanlara baktığınızda mesela 15-20 yılını hapiste geçirmiş, demokrat, entelektüel insanları görürsünüz. Buna karşılık Suriye Ulusal Koalisyonu’na baktığınızda bu kadar birikimli ve gerçekten mücadele veren insanları göremezsiniz. Ama Batı ve Arap dünyası, daha çok dışarda kendi kurdukları, hiçbir temsiliyeti olmayan bir muhalefeti empoze etmeye çalıştılar. Çünkü bu şekilde yönetebildiklerini gördüler ve gerçekten de işi batırdılar.
PYD şuana kadar iyi bir strateji izledi. Ancak PYD’ye karşı PYD bırakmıyor Kürtler muhalefetten taraf olsun’ şeklinde bir tepki oldu.. Ama şöyle bir gerçek vardı. Suriye’de olan bitenler artık bir mezhep çatışmasıydı ve Kürtler’in bir mezhep çatışmasında yer almaları hiç de sağlıklı değildi. Kürt toplumu bunu kabul etmiyordu. Şuan da Cenevre Konferansı için aynı şeyi empoze etmeye çalışıyorlar. Rojava kurulan yönetime, TEV-DEM (Batı Kürdistan Demokratik Toplum Hareketi)’e, ya Şiileri temsil eden Esad rejimi şemsiyesi altında katılırsınız, ya da Sünni Vahabizmi temsil eden zihniyetin şemsiyesi altında katılırsınız, sizin üçüncü taraf olma şansınız yok diyorlar.
Peki Rojava “üçüncü yol” olabilecek mi?
Şuana kadar olmayı başardı. Bundan sonra da başaracaktır.
Rojava’da direnişin aktörleri olan PYD ile YPG arasındaki ilişki nedir?
YPG ile PYD arasında bir fark var. YPG’de yer alan herkesin, PYD’yi kabul ettiği anlamına gelmez. YPG bu bölgeyi El-Kaide’ye ve diğer çetelere karşı savunan tek güçtür. YPG’de farklı gruplar vardır. Hristiyanlar, Süryaniler vardır. Mesela Süryaniler’in iki birliği vardır YPG içinde. Süryaniler PYD’de yer almıyorlar kendi partileri var. Araplar’ın dört birliği vardır. Bunlar PYD’de yer almıyor ama YPG’de yer alıyorlar. YPG ortak savunma gücü. PYD daha çok siyasal bir projesi olan bir partidir. Belki de şuana kadar en çok PYD’nin adını duyduk ama orda bir sistem vardır. YPG’den YPJ’ye Asayiş Güçleri’ne kadar farklı yapıların yer aldığı bir sistem. PYD ile hiç alakası olmayan, PYD’nin politikasını da kabul etmeyen bir çok kişinin de Asayiş’te yer aldığını gördüm.
Suriye Kürt Ulusal Konseyi de bir çatı örgütlenme mi?
Kürt Ulusal Konseyi daha çok Barzani’ye yakın 16 partinin yer aldığı bir çatıdır. Aslında tüm bunların çatısı olan Kürt Yüksek Konseyi vardır. Batı Kürdistan Halk Meclisi, PYD tüm bunlar içinde yer alıyorlar.
Batı Kürdistan Halk Meclisi (MGRK) ve Suriye Kürtleri Ulusal Meclisi (ENKS) arasında Hewler ve Erbil’de (16-23 Aralık) yapılan toplantıların önemi nedir? Bu toplantılar sonucunda nasıl bir anlaşma oldu?
Bu toplantıların önemi şuydu. Ne yazık ki baştan beri Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENKS) yanlış bir strateji izledi. Her zaman kendi varlığını dışarıya dayandırdı. Mesela Irak’tan, Amerika’dan Nato’dan müdahaleler bekleyerek kendi stratejilerini dışarıya dayandırdılar. Halkın arasına pek karışmadılar. Ve gün geçtikçe taban kaybetmeye başladılar. Bugün kendilerini tüm Kürtlerin temsilcileriymiş gibi gösteriyorlar. Batı da bunu istedi. Türkiye ve Barzani de buna yardımcı oldu. İçerisindeki 16 partinin her birinin kaç kişiyi temsil ettiğini kimse bilmiyor. Rojava Kürtleri’nin hepsini temsil ediyor gibi bir algı yaratmak istediler. Bunun için Hewler’deki görüşmeler önemliydi. En azından ENKS dışarda, MGRK içerde bir başarı gösterdi. Bunların birleşmesi Rojava’nın geleceği için de önemli bir adım olacaktı. Ancak ENKS’nin ittifak ve geçici yönetime katılma konusunda net bir çizgisi yok. Kendi içerisinde de pek homojen bir yapı değil. Bu toplantılarda ittifak, Cenevre’de Kürtler’in bağımısız bir heyetle temsil edilmesi kararı alınmasına rağmen, ENKS çıkıp biz Suriye Ulusal Muhalefeti koalisyonuyla katılacağız gibi bir açıklama yaptı.
12 Kasım 2013’te Qamişlo’da ilan edilen Kurucu Meclis ne anlama geliyor? Kurucu Meclis’te kimler yer alıyor?
Kurucu Meclis’in amacı şuydu. Bir yandan zaten Rojava’da halkın kurduğu bir defacto sistem vardı. Bu sistemin bir şekilde katılıma açılması gerekiyordu. Görünüşte sadece PYD çizgisine yakın kişilerin bu sistemde yer aldıkları görünüyordu. Ama bunun Rojava’daki tüm halklara açılması gerekiyordu. Araplar, Ermeniler başta olmak üzere Süryani, Keldo Asuriler’e açılması gerekiyordu. Kurucu Meclis katılımcı demokrasi sistemi için çok önemliydi. Halkın seçim sistemine alışması lazımdı. Suriye’de katılımcı seçimler şuana kadar görünen bir şey değildi. Kültürümüzde eksik olan bir şey. Bunun aslında bir başlangıç olduğunu düşünüyorum.
Rojava için neden 3 Kanton’lu 3 dilli bir model seçildi sizce? Ortadoğu’da bu mümkün mü?
Üç kanton çünkü biz Rojava’da birbirinden kopuk üç bölgede yaşıyoruz. Afrin, Kobani ve Cizire bölgeleri bunlar. Bu yapı Ortadoğu’da pek de rastlanan ve kabul edilebilir bir yapı değil. İsviçre modelinden aynı zamanda Avrupa Birliği ve İtalya’daki Bolzano modelerinden esinlenerek oluşturuldu.
“ROJAVA’DA HERKES GÖNÜLLÜ OLARAK ÇALIŞIYOR”
Rojava’da çatışmalar sürerken ve tüm bu gelişmeler olurken halk ne yapıyor, nasıl yaşıyor?
Bir halkın yapması gereken şeyleri yapıyor. Birçok insan dışardan baktığında sanki Rojava’da savaş dışında bir şey yokmuş gibi algılıyorlar. Aslında savaş bizim şehirlerimizden Rojava’dan uzak artık. En yakın olduğu yer Qamışlo’nun güneyinde 30 km uzaklıkta. Cepheler genellikle şehirlerden uzakta. Yaşam gayet normal sürüyor. Belediyeler, meclisler, hizmet komiteleri var. İsteyenler bunlarda yer alabiliyor. Şunu söylemek gerekir ki YPG’den Asayiş’e, meclislere, Salih Müslim’e kadar herkes gönüllü olarak çalışıyor. Son iki üç aydır Asayiş’in muhtaç olan kesimine sembolik bir maaş verilmeye başlandı. Bunu da bir çok kişi kabul etmedi. Yaşam, ticaret bir şekilde devam ediyor. İnsanlar kendi tüketimlerini karşılamak için kendi üretim araçlarını da yavaş yavaş kurmaya başlıyorlar. Rojava üretken bir halk. Mesela eskiden un başta olmak üzere her şeyi dışardan getiriyorduk. Çünkü rejim bir fabrikanın Rojava’da kurumasına izin vermiyordu. Şuan tekstil kollektiflerinden ticaret kollektiflerine kadar yavaş yavaş fabrikalar da artık Rojava’da kurulmaya başladı. Artık ordaki halk kendi günlük tüketim ihtiyaçlarının en az %60’ını kendi bölgelerinden karşılıyorlar.
Zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim.
Rica ederim ben teşekkür ederim.
Fotoğraflar için Şeyda Ayaz’a teşekkürler.
Bu röportaj TUİÇ Organizasyonlardan Sorumlu Başkan Yardımcısı Çiğdem KAPAN tarafından 18 Ocak 2014 tarihinde gerçekleştirilmiştir.