İsrail’in geçen hafta Mavi Marmara olayı ile ilgili 3 sene sonra gelen özrü ile alakalı yankılar hala devam etmekte. Dünya ve Türk basınında geniş yer bulan bu tarihi “özür”, yakın coğrafyamızda ve özellikle Mısır’da olumlu / olumsuz tepkileri de beraberinde getirmiştir.
El-Ahbar Gazetesi köşe yazarı Hale El-İsavi’nin yazısından ve diğer gazetelerden değerli köşe yazarlarının yazılarından alıntılarla, durumu daha iyi anlayabiliriz:
“Başkan Barack Obama bölgeye yaptığı son ziyaretinde barış sürecinin canlandırılması ve yeniden başlaması ile ilgili herhangi bir plan ortaya koymadı. Kudüs Konferans Merkezinde yaptığı konuşmada barış süreci ile ilgili hisleri okşayıcı, ikinci başkanlık döneminde iki devletli çözümden geri adım atmayacağı mealinde önemli sözler söylemesine rağmen, İbrani Devleti Liderleri ile kapalı odalarda yapılan görüşmelerde Filistin Dosyasını ciddiyetle ve kararlılıkla laiki ile ele almadı.
Filistin Yönetiminden başlıca talebi İsrail’i Uluslararası Ceza Mahkemesi önünde süründürmemesidir. O halde Obama neden İbrani Devletini ziyaret etti? Obama’nın İsrail ziyaretinden iki temel sonuç çıktı. Birincisi, ablukayı kırmak amacıyla Gazze’ye giderken İsrail’in saldırısına uğrayan Marmara Gemisinde 9 Türk vatandaşının hayatını kaybetmesi sonucu 2010 yılından beri Ankara-Tel Aviv arasında oluşan buz duvarını eritmedeki arabuluculuk başarısıdır. Obama insani boyutta iki ülke başbakanının aralarını bulma konusunda başarılı oldu. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’yu mevkidaşı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a telefon etmeye ve olayla ilgili özür dilemeye ikna etti. Akabinde başlangıç olarak iki ülke ilişkilerinin normalleşmesi için özür kabul edildi. İlk defa Türkiye’nin şartlarını ve isteklerini karşılama, suların yeniden yolundan akmasını sağlama konusunda İsrail’in kurbanların ailelerine tazminat ödemeyi kabul ettiğinden söz edilmeye başlandı.
Öte yandan İsrail’in eski dışişleri bakanı Avigdor Liberman’ın sahneden uzak olması Türkiye-İsrail barışmasının önündeki engelleri kaldırmıyor. Fakat ortada Amerika’nın Suriye üzerinden Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme, Türkiye, İsrail belki Ürdün’ünde katkı verdiği ortak askeri çalışmaların önündeki zorlukları kaldırma arzusu çerçevesinde ortak bölgesel çıkarlar vardır. Dolayısıyla kara sınırları meselesi ve hava sahalarının –gerektiğinde- açılması konusunda işbirliğini başlatmak ve ortak tehlikelerden korunmak için iki halka arasında kaybolan uyumun yeniden sağlanmasına gereksinim duyulmaktadır. Sıra dışı silahların İsrail sınırında Golan’da bulunan radikal teröristlerin eline geçmesi ortak tehlikelerdendir. İsrail Maariv gazetesine göre yakın gelecekte askeri işbirliğinin eski haline dönerek yeniden başlaması ile ilgili girişimler olmasa da, İsrail’in acilen Türk işbirliğine ihtiyacı vardır. Hatırlanacağı üzere İsrailli pilotlar daha önce askeri tatbikat ve eğitimlerini geniş Türk hava sahasında yapmakta idiler.’’
El-Şuruk Gazetesi’ nden Fehmi Huveyde ;
” İsrail-Türkiye ilişkilerinin yeniden başlamasından (Mısır’la İsrail arsındaki her hangi bir ilişkinin varlığından da) mutlu değilim. Türkiye’nin NATO üyesi olarak kalmasına da sevinmiyorum. Bununla beraber tek başına bu duygulardan hareketle Türk dış politikası hakkında hüküm vermenin doğrunun yanı sıra, bir keyfilik de taşıdığı iddiasındayım. Çok iyi biliyoruz ki, Ak Parti Hükümeti yönetimi ele aldığında ülke gerçek bir askeri vesayet altında yönetiliyordu. O yönetimin NATO’nun yanı sıra İsrail ve Amerika ile güçlü ilişkileri vardı. Ak Partinin o günkü durumu yönetimi devralan her hangi bir ulusal hükümetten farklı değildir. Örneğin; Mısır’ın Amerika ile birçok bağlantıları ve taahhütleri vardır. İsrail ile arasında barış anlaşması bağı vardır. Ancak güç dengeleri önceden kalan anlaşma ve taahhütleri tahlil etmesine imkan tanımıyor. Bu durumda üç seçenek ortaya çıkıyor. Ya statükoya teslim olacaksın, ya karşı çıkıp çarpışacaksın. Görünürde, teslim olma ve karşı çıkıp çarpışma mümkün değilse, ulusal tavır ve gelecek lehine önünüzde onu avucunun içine alarak kurtulmadan başka yol kalmıyor.
Erdoğan olanları yorumlarken ülkesinin Gazze ablukası ile ilgili tutumunun ne olacağını görmek için İsrail’i yakından izleyeceğini ifade etti. Edindiğim bilgilere göre gelecek 3 hafta içerisinde Gazze’yi ziyaret ederek oradaki durumu yakından görmesi beklenmekte. Ancak Türkiye’deki siyasi kulislere göre Ankara – Tel Aviv ilişkilerinin eski haline dönmesi çok zor görünüyor. Çünkü son yıllarda Türklerin nezdinde aşılması zor bir psikolojik duvar oluştu.
Ağustos 2011 de 6 Mısır polisinin İsrail tarafından öldürülmesi ile ilgili Kahire’nin tepkisini söylemiyorum. O dönemde İsrail Savunma Bakanı Ehut Barak olanlardan Askeri Konseye üzüntülerini bildirerek, konu ile ilgili soruşturmanın yapıldığını söyledi. Sonra bu konu unutuldu ve hiç gündeme gelmedi. Aradaki karşılaştırma pek doğru değil ancak olaya hızlı şekilde işaret etmenin Türkiye’nin tavrını anlamamıza yardımcı olacağını düşündüm. Çünkü Türkiye’nin birçok Arap ülkesinden daha ileri düzeyde bir tavrı olduğu yönündeki utancımı gizleyemiyorum.
Söylediğimin anlaşılması ve takdir edilmesini ümit ediyorum. Çünkü biz bazı Arap ülkelerinden en küçük bir şeyi kabul etmiyor, sonra da Türkiye’den en büyüğünü istiyoruz.”
El-Mısri El-Yevm Gazetesi’nden Muhammed El-Buhayri
“….
Barışma zamanlaması barışma konusunda açıklanmayan stratejik çıkar ve nedenler olduğunu gösteriyor. Bu zamanlama sadece ABD arabuluculuğu ile sınırlı değildir. Bazı gözlemcilerin Esad düştükten sonra radikal İslamcıların yönetimi ele geçireceklerine dikkat çekerek, bu barışmanın arkasında Suriye devlet başkanı Beşar Esed vardır sözleri ile de özetlenemez.
Şu bir gerçek ki, Türkiye hamaset ve duygusal yaklaşımlardan uzak durarak çıkar oyununu iyi oynuyor. Bu çıkarlar İsrail istihbaratına yakın internet sitesinin hazırladığı rapora şöyle yansımıştır: Türk ordusu özellikle insansız hava araçları konusu başta olmak üzere İsrail teknolojisi olmadan iş yapamaz. Türkiye ve ABD arasında Avaks uçaklarının alımı ile ilgili imzalanmış bir anlaşma vardır. Boeing şirketi bu anlaşmayı gelişmiş İsrail teknolojisinin, İsrail tarafından Türkiye’ye nakline onay verilmeden uygulamaya geçirmiyor. Bunun da ötesinde İsrail-Türkiye anlaşmazlığı çözülmediği takdirde İsrail ile teknik işbirliğini durdurma konusunda çeşitli dönemlerde yaptığı tehditler vardır. Bu nedenle İsrail teknoloji naklini kabul etti. Türkiye’nin bu uçaklara yalnız Suriye olup biteni izlemek için ihtiyacı yok. Kendini hedef alabilecek İran füzelerine karşı savunma sistemini güçlendirmek için de ihtiyacı var. Türkiye Avaks uçaklarına sahip olmadan ABD’nin Maraştaki hava üssünde konuşlandırdığı erken uyarı radarlarının yararı olmayacaktır. Ankara yalanlamasına rağmen bu sistem ABD’nin İsrail’in Nakap çölüne kurduğu sistemle bağlantılıdır.
Diğer taraftan Suriye’de süren savaşta kimyasal silah kullanılmasına yönelik korkular artmaktadır. Bu silahlar Türkiye, İsrail ve Ürdün’ü de hedef alabilir. Barak Obama’nın İsrail’i ziyaretinde ele aldığı konulardan biri de bu idi. ABD bütün ülkelerde kimyasal savaş kurumları oluşturdu. Obama Suriye’ye karşı ABD-Türkiye-İsrail-Ürdün ortak işbirliğini kurumu oluşturmak istiyor. Obama, bu kurumun oluşturulması ile ilgili Ürdün kralı ve İsrail başbakanı ile bütün ayrıntılarda anlaştı. Konu ile ilgili olarak ABD Dışişleri Bakanı Joen Carry de Erdoğan’la anlaştı. Dolayısıyla Türkiye-İsrail anlaşmazlığı çözülmeden bu kurumun hayata geçirilmesi mümkün değildi.”
Yukarıdaki yazılardaki örneklere dayanarak, Mısır’daki Türkiye-İsrail arasında gelişen özrün algısının; Amerika’nın “bölgesel çıkarlar”ına yönelik bir “barış oyunu” olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Tabi, bu bir kısım düşünürün görüşü. Bu özrün, ulusal çıkarları koruma konusundaki başarılı tutumu ile Türkiye’nin örnek alınması ve bölge ekseninde sağlam bir aktör olarak yer alarak söz sahibi devletler arasına girdiği sonucunu da çıkarabiliriz. Mısır’daki algının çok yönlü ve bölgesel olarak ele alınması, taraflı/ tarafsız bir analizin yapılabilmesi için de sürecin iyi takip edilmesi gerekir. Suriye’deki kriz, gaz sorunu, İran’da lider değişikliği ve nükleer sorunu, mezhep çatışmaları, Filistin sorunu vb. gibi bölge ülkelerini ve Amerika’nın çıkarlarını ilgilendiren konularda da sakin kalınıp, bu büyük gelişmenin sonuçlarını iyi okuyarak hareket edilmeli.
Suriyeli Muhalifler ve Arap Birliği Toplantısı
25 Mart 2013 tarihinde Katar’ın başkenti Doha’da düzenlenen ve iki gün devam etmesi beklenen 24. Arap Birliği Zirvesi, çalışmalarını bir günde tamamlayarak sona erdi.
Devlet başkanı seviyesinde 15 ülkenin temsil edildiği ve Suriye krizinin çözümü ve Filistin meselesi başta olmak üzere bölgedeki son gelişmelerin değerlendirildiği zirveye, Suriye’nin askıya alınan üyeliğinin Suriye Muhalif ve Devrimci Ulusal Güçler Koalisyonu’na* (SMDK) verilmesi damgasını vurdu.
Zirvede alınan kararlardan öne çıkan diğer konular ise Katar Emiri Hamad bin Halife Al Sani’nin Kudüs için 1 milyar dolarlık yardım fonu kurulması önerisi ve Filistin barışı için Mısır başkanlığında ‘mini Arap zirvesi’ düzenlenmesi kararı oldu.
Zirvenin sonuç bildirisinde, Suriye krizinin siyasi yollarla çözülmesinin önemine vurgu yapılarak, ”kurulan geçici hükümetin seçimlere kadar Arap Birliği’nde Suriye halkının meşru tek temsilcisi olarak kabul edildiği, her ülkenin uygun gördüğü şekilde askeri destek de dahil olmak üzere, Suriye halkına ve Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)’na yardım etme hakkına sahip olduğu” ifadelerine yer verildi.
Suriye’nin yeniden inşası için BM’ye çağrıda bulunulan zirveden, bölgesel ve uluslararası örgütlerin SMDK’yı Suriye halkının tek meşru temsilcisi olarak kabul etmelerinin teşvik edilmesi, BM ve Arap Birliği Suriye Özel Temsilcisi El-Ahdar el-İbrahimi’nin çalışmalarının desteklenmesi kararları çıktı.
*Arap Birliği Örgütü’nde Suriye’nin koltuğu 2011’de Esat’ın ülkedeki siyasi ayaklanmaları şiddet kullanarak bastırması nedeniyle ülkenin üyeliğinin askıya alınmasından beri boştu. Ülkedeki savaş 70 bin kişinin ölümüne ve milyonların evlerinden olmasına neden oldu. Arap Birliği’nin çoğu üyesi Esat’ı istifaya çağırdı. Hatip geçtiğimiz günlerde Suriye Ulusal Koalisyonu başkanlığından istifa etti ancak El Thani’nin davet ettiği heyete başkanlık yaptı. Suriyeli muhalefet grupları arasında ciddi bölünmeler var ancak daha büyük koalisyonların ortaya çıktığı gözlemleniyor.
Suriye muhalefetinin Arap Birliği Örgütü tarafından tanınması ise Rusya ve İran tarafından eleştirildi. Suriye devlet haber ajansı örgütün Körfez ülkeleri ve Batı’nın çıkarları adına değerlerini ayaklar altına alarak Suriye Ulusal Koalisyonu’nu tanıdığını belirtti.
Rusya Dışişleri Bakanlığı’ndan gelen açıklamada kararın “yasadışı ve kabul edilemez” şeklinde değerlendirildiği, çünkü Suriye hükümetinin hala Birleşmiş Milletler üyesi olduğu belirtildi. Esat’ın hükümette kalmasını sağlamak amacıyla ülkeye danışman, para ve silah gönderen İran da kızgınlığını belirtti ve Suriye Ulusal Koalisyonu’ndan “sözde geçici hükümet” diye bahsetti.
Esad ise Çarşamba günü BRICS üyesi ülkelerin liderlerinden 2 yıldır süren çatışmaların bitirilmesi konusunda yardım istedi.
Beşar Esad, Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika liderlerine gönderdiği mektupta bu ülkelere “şiddetin hemen durdurulması” ve ülkede “siyasi çözüm” için destek çağrısında bulundu.
(Kaynaklar: Voice of America, El-Ahbar, El-Şuruk, ORDAF, Dünya Bülteni, Anadolu Ajansı )
TUİÇ-YADAM