Aralık 2011’de düzenlenen ve büyük çaplı tartışmalara neden olan Parlamento Seçimleri’nin ardından muhalefetin sokaklara dökülmesi ve siyasal-toplumsal gerginliğin artması ile sarsılan Rusya, geçtiğimiz haftasonu gerçekleştirilen devlet başkanlığı seçiminin ardından yeni bir sayfa açmıştır. Ne var ki, açılan bu yeni sayfa Rusya halkının çok yakından tanıdığı ve 2000 yılından bu yana sürekli olarak tekrar ettiği yönetim anlayışının daha da güçlenmesinden başka bir anlam ifade etmemektedir. Nitekim 2000-2008 yılları arasında devlet başkanlığı koltuğunda oturan ve anayasanın ilgili maddesi gereğince üst üste üçüncü kez devlet başkanı seçilme imkânı bulunmadığı için 2008 yılında koltuğu “sağ kolu” olarak bilinen Dmitri Medvedev’e emanet etmiş olan Vladimir Putin, başbakanlık koltuğunda geçen 4 yılın ardından yeniden Rusya devlet başkanı seçilmiştir. Üstelik 2008 yılında gerçekleştirilen bir anayasa değişikliği sonrası devlet başkanlarının görev süresi 4 yıldan 6 yıla çıkarılmış durumdadır. Bu da demek oluyor ki, Vladimir Putin 2018 yılında dolacak olan görev süresinin ardından yeniden seçilmeye mazhar olursa 2024 yılına kadar Rusya’yı yönetme şansına sahip olacaktır. Tabii bu durum, Rusya’da geniş çaplı bir siyasal-yönetimsel değişim arzulayan muhalif kanat ile Putin’in akılcı ve sistemik çok kutupluluğu benimsetmeyi amaçlayan dış politika anlayışını tedirginlikle karşılayan Avro-Atlantik Dünyası’nı ciddi anlamda rahatsız etmektedir. Rusya muhalefeti, özellikle de daha liberal ve Batı yanlısı bir yönetim anlayışını savunan ve âdem-i merkeziyet yanlısı reformların hızlandırılmasını isteyen Putin karşıtı “Beyaz Kurdele Hareketi” , seçimlere dahi katılmayarak ve seçimlerin öncesinde ve sonrasında protesto gösterileri düzenleyerek rahatsızlığını açıkça ortaya koymuş durumdadır.
4 Mart 2012 Pazar günü gerçekleştirilen devlet başkanlığı seçimleri sonucunda beklenen olmuş ve Rusya Başbakanı olan Vladimir Putin ilk turda oyların %63,8’ini alarak büyük bir zafer kazanarak üçüncü kez devlet başkanlığı koltuğuna oturmaya hak kazanmıştır. Son dönemde Rus iç siyasetinde ciddi dalgalanmalar yaşanmış ve muhalefet gösterileri küresel anlamda yankı uyandırmış olmasına karşın, Rusya’da Vladimir Putin’in kişisel gücü ve karizmasına karşı koyabilecek ve tüm halk tabakalarından destek sağlayabilecek bir siyasal figür bulunmadığı bu seçimlerle bir kez daha kanıtlanmıştır. Zira Putin, Rusya’da Batı yanlısı liberal görüşler ile Rus milliyetçiliğine ve çatışmacı korporatizme yaslanan Avrasyacılar arasında belli bir denge sağlamış durumdadır. Öyle ki, Rusya ekonomik anlamda liberal değerleri içselleştirmeye ve kendisini olabildiğince küresel ekonomiye entegre etmeye çabalarken, izlenen çatışma odaklı ve çok kutupluluk yanlısı dış politika ile özellikle yakın çevresi ile küresel sistemin işleyişini derinden etkileyebilecek hususlar doğrultusunda kendi çıkarlarını rahatlıkla ortaya koyan ve koruyabilen bir ülke haline gelmiştir. Vladimir Putin, Rusya’nın içselleştirmeye çalıştığı bu karma politikanın yürütülmesinde ve hem siyasal hem de etno-kültürel manada ciddi bir çeşitliliğe sahip olan bu ülkenin tek bir bütün olarak ayakta kalabilmesi noktasında bütünleştirici bir rol oynamaktadır. Bu nedenle, mevcut konjonktürde Putin’e rakip olabilecek bir ismin ortaya çıkabilmesi pek de mümkün görünmemektedir. Putin-Medvedev ikilisi, geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen seçimlerde ortaya çıkacak sonucu çok önceden kestirebildikleri için gerekli planlamayı yapmış durumdaydılar. Mayıs ayında gerçekleştirilecek devir-teslim töreni sonrası Putin devlet başkanlığı koltuğuna oturduktan sonra, Dmitri Medvedev de başbakanlık görevini devralacak ve böylece Batılıların “Batman ve Robin” göndermesi yaptıkları Putin-Medvedev ikilisi Rusya’nın rotasını çizmeye devam edeceklerdir.
Gerçekleştirilen devlet başkanlığı seçimlerinde Putin’in ardından en yüksek oyu, her zaman olduğu gibi Komünist Parti lideri Gennady Zyuganov almıştır. SSCB’ye özlem duyan Rusların tercihi olan Zyuganov’un oyu %17,8 olarak açıklanmıştır. Dördüncü kez seçimlere katılan Zyuganov, seçim sonuçlarına ilişkin klasikleşen açıklamasını yapmış ve seçimlerin adil olmayan bir şekilde gerçekleştirildiğini ve rüşvet, yolsuzluk ile eşitsizliğin Rusya’yı çepeçevre sardığını belirtmiş ve seçim sonuçlarını tanımadığını açıklamıştır. Zyuganov’un ardından en yüksek oyu alan isim ise %7,7 ile milyarder işadamı (oligark) Mikhail Prokhorov olmuştur. Rusya’nın Avro-Atlantik Dünyası ile yakınlaşmasını ve liberal ekonomi politikalarının tam manasıyla yürürlüğe sokulmasını isteyen Prokhorov, çok düşük bir oy oranı elde etmiş olmasına karşın Rusya muhalefetinin önemli isimlerinden biri olacağını göstermiştir. Liberal Demokrat Parti lideri ve Rus milliyetçiliğinin önemli isimlerinden Vladimir Jirinovski’nin %6,23 oy aldığı seçimlerde Adaletli Rusya Partisi’nin lideri Sergey Mironov da %3,84 oy oranı elde etmiştir. Rusya muhalefetinin seçimlerin protesto edilmesi yanlısı gösterilerine karşın, %65,3’lük bir katılım oranına ulaşılmıştır. Bu oran Aralık ayında gerçekleştirilen Parlamento seçimlerinden 5 puan daha fazladır. Bu katılım oranı, Putin’in halk nezdindeki gücünü ve meşruiyetini de arttırmaktadır.
Devlet başkanlığı seçimlerinde ufak tefek sorunların ve usulsüzlüklerin yaşandığı belirtilmesine karşın, hükümetin aldığı tedbirler ve özellikle seçim merkezleri ile oy kullanılan sandıklara yerleştirilen 100 bine yakın kamera ile seçimlerin işleyişi sürekli olarak takip edilmiş ve AGİT ile Avrupa Konseyi’nin görevlendirdiği 250 civarında gözlemci de seçimleri yakından izlemiş ve büyük çaplı bir olumsuzluğa rastlanmamıştır. Zaten Putin’in elde ettiği oy oranı da yapılacak itirazları anlamsız kılmıştır.
Mayıs ayında devlet başkanlığı koltuğuna oturacak ve 2024’e dek sürmesi beklenen bir yönetimin işaret fişeğini atacak olan Putin’in kontrolünde Rusya’nın mevcut konumundan çok da farklı bir politika izlemesi beklenmemelidir. Zira Putin, Medvedev döneminde de Rusya’yı yöneten esas güç konumundaydı. Putin’in koltuğa oturmasının ardından özellikle iç siyasal meseleler konusunda birtakım reformların gerçekleştirilmesi ve muhalefetin tezlerine dayanak oluşturan bazı hususlarda ilerlemeler sağlanması beklenebilir. Ekonomi ve ticaret bağlamında ülkeyi liberalize etmeye devam edecek olan Putin, sorun yaratan yerel yönetimlerin işleyişi ile ilgili nispeten demokratik reformlar gerçekleştirip halkın yönetime olan katılımını arttırarak tepkileri dindirmeye çalışabilir. Ne var ki, bu yönetimsel reformların merkezi yönetimin gücünü zaafa uğratacak kadar kapsamlı olması beklenmemelidir. Zira Putin yönetimindeki Rusya’nın gücü merkezi yönetimin başarısından ileri gelmektedir. Putin yönetiminde Rusya’nın uluslararası sistem bağlamındaki çok kutupluluğu güçlendirecek bazı adımlar atması da beklenmelidir. Geçtiğimiz aylarda bizzat Putin tarafından ortaya konan Avrasya Birliği Projesi, NATO’nun Füze Kalkanı Projesi’ne cevap verebilmek amaçlı olarak ortaya konacak bir füze projesi, Suriye ve İran sorunları ekseninde izlenecek siyasal değişim karşıtı dış politika ve Asya bağlamında Çin, Karadeniz Havzası çerçevesinde de Türkiye ile geliştirilecek siyasal, ekonomik ve enerji tabanlı ilişkiler ile Rusya’nın küresel rolünün ve etkinliğinin artmaya devam etmesi olasıdır.
Göktürk TÜYSÜZOĞLU
Giresun Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi