Bu yazı Peter Schroeder imzasıyla İngilizce olarak ”Putin Will Never Give Up in Ukraine” başlığıyla Foreign Affairs dergisinde yayınlanmıştır.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesinden iki buçuk yıl sonra, Amerika Birleşik Devletleri’nin savaşı bitirmek için uyguladığı strateji aynı kaldı: Rusya’ya yeterince maliyet yüklemek, böylece Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in savaşı durdurmaktan başka seçeneği olmadığını kabul etmesini sağlamak. Washington, bu maliyet-fayda denkleminde, Ukrayna’ya destek vermek ve Rusya’yı cezalandırmak ile gerilimi tırmandırma riskini azaltmak arasında bir denge bulmaya çalıştı. Bu yaklaşım ne kadar mantıklı görünse de, hatalı bir varsayıma dayanıyor: Putin’in fikrinin değiştirilebileceği.
Elde edilen kanıtlar, Putin’in Ukrayna konusunda ikna edilebilir olmadığını gösteriyor; bu konuda tamamen kararlı. Putin için Ukrayna’nın, Batı’nın Rusya’yı tehdit edebileceği bir üs haline gelmesini engellemek stratejik bir zorunluluktur. Bu sonucu elde etmekten kişisel olarak sorumludur ve muhtemelen bunun neredeyse her türlü maliyete değer olduğuna inanıyor. Onu geri adım atmaya zorlamak, sadece hayatları ve kaynakları boşa harcayan sonuçsuz bir çabadır.
Batı ve Kiev için kabul edilebilir şartlarda Ukrayna’daki savaşı sona erdirmenin tek uygulanabilir seçeneği, Putin’in görevden ayrılmasını beklemektir. Bu yaklaşımla, ABD Ukrayna’daki durumu koruyacak, Rusya’ya yaptırımları sürdürecek ve Putin’in ölümüne ya da görevden ayrılmasına kadar savaşın şiddetini ve harcanan kaynakları en aza indirecektir. Ancak o zaman Ukrayna’da kalıcı bir barış sağlama fırsatı doğacaktır.
Putin Fırsatçı mı?
Putin işgali emrettiğinde, bu bir tercih savaşıydı. Rusya’ya komşusunu geniş çaplı bir şekilde işgal etmeyi gerektirecek acil bir güvenlik tehdidi yoktu. Bu, tamamen Putin’in kararıydı. CIA Direktörü William Burns ve o dönemde Ulusal Güvenlik Konseyi’nin Rusya kıdemli direktörü olan Eric Green, Putin’in kararından diğer Rus yetkililerin ne kadar habersiz göründüğünü belirtti. Putin’in, işgalden bir gün önce üst düzey güvenlik yetkilileriyle sahnelenmiş bir televizyon toplantısında bile, bazı katılımcılar tam olarak ne söyleyeceklerini bilmiyordu. Sonunda Rus seçkinleri onun arkasında hizaya gelse de, Şubat 2022 öncesinde çok az kişi Rusya’ya bu kadar pahalıya mal olacak ve Batı ile ilişkileri koparacak bir çatışma istiyordu.
Bir tercih savaşı olduğu için, Putin’in savaşı durdurma gücü de var. Bu kumarın beklediğinden daha zor olduğunu fark eden Putin, kayıplarını kesme kararı alabilir. Savaş, Rusya için varoluşsal bir tehdit oluşturmuyor, hatta Putin bunu bu şekilde lanse etse bile. Rusya’nın Ukrayna’dan çekilmesi, Rus devletinin varlığını tehdit etmez, hatta muhtemelen Putin’in kendi iktidarını bile tehdit etmez. Putin, potansiyel haleflerin önünü kesmiş durumda. Ona en çok meydan okuyan iki isim—muhalefet lideri Alexei Navalny ve isyancı Yevgeny Prigozhin—artık hayatta değiller. Kremlin, Putin’i güçlendiren yerel anlatıları şekillendirme konusunda on yıllardır deneyime sahip. Putin, Ukrayna’da zafer ilan edip, geri adım atışını meşrulaştıracak bir bilgi kampanyası başlatabilir.
Ancak Putin’in savaşı durdurma gücü olsa da, bunu yapmaya istekli olur mu? ABD’li politika yapıcılar büyük ölçüde bu soruya olumlu yanıt verdi. Yeterince baskı ile Putin’in Ukrayna’dan askerlerini çekmeye veya en azından ateşkes müzakerelerine zorlanabileceğini savundular. Putin’in kararını değiştirmek için Washington ve müttefikleri Rusya’ya geniş çaplı ekonomik yaptırımlar uyguladı, Ukrayna’ya askeri teçhizat ve istihbarat desteği sağladı ve Moskova’yı küresel sahnede tecrit etti.
Bu politikanın temelinde, Putin’in temelde fırsatçı olduğuna dair bir inanç yatıyor. İlerler, zayıflık bulduğunda harekete geçer, ama güçle karşılaştığında geri çekilir. Bu görüşe göre, Putin’in Ukrayna’ya saldırısı hem imparatorluk hırsları hem de Batı ve Ukrayna’daki zayıflık algısıyla körüklenmiştir. ABD Başkanı Joe Biden’ın ifadesiyle, Putin’in “toprak ve güç hırsı” vardı ve Rus kuvvetleri Ukrayna’yı işgal ettikten sonra “NATO’nun bölüneceğini” düşünmüştü. Eğer teşhis buysa, doğru tedavi güç ve direnç göstermektir. Savaşın maliyetini yeterince yükseltin, o zaman Putin fırsatçılığının işe yaramadığını kabul edecektir.
Güvensizlik Hissi
Putin, en azından Ukrayna konusunda, fırsatçı değil. Onun en dikkat çekici uluslararası hamleleri, avantaj kazanmak için yapılan fırsatçı manevralardan ziyade, algıladığı kayıpları engellemeye yönelik önleyici çabalar ya da algılanan provokasyonlara karşılık verme girişimleri olmuştur. Rusya’nın 2008’de Gürcistan’da gerçekleştirdiği askeri müdahale, hem bu ülkenin ayrılıkçı Güney Osetya bölgesine yönelik saldırısına bir yanıt hem de Gürcistan’ın Batı ile entegrasyonunu engelleyebilecek bir koz olarak gördüğü bu bölge üzerindeki kontrolü kaybetmeme çabasıydı. Putin, 2014’te Kırım’ı ele geçirdiğinde, Rusya’nın oradaki deniz üssünü kaybetmekten endişe ediyordu. 2015’te Suriye’ye müdahale ettiğinde, Rusya yanlısı bir lider olan Beşar Esad’ın devrilmesinden korkuyordu. 2016 ABD başkanlık seçimlerine müdahale ettiğinde ise, ABD’nin kendi konumunu zayıflatmaya çalıştığını düşündüğü şeylere karşılık veriyordu; yani ABD’nin 2011-12 yıllarında Rusya’daki seçimlere yönelik kamuoyu eleştirileri ve 2016 baharında Panama Belgeleri’nde yakın çevresinin gizli mali ilişkilerinin ifşa edilmesi.
Eğer Putin’i Ukrayna konusunda motive eden şey fırsatçılıksa—bu girişim, Ukrayna’nın kontrolünü ele geçirmek için uygun bir fırsat doğduğunda harekete geçen emperyal açgözlülüğünün ürünü ise—o zaman 2014 ile 2021 arasında Ukrayna’ya yönelik izlediği kesinlikle fırsatçı olmayan yaklaşım açıklanmalıdır. Mart ve Nisan 2014’te Rusya’nın Kırım’ı ele geçirmesinden sonra, Ukrayna hükümeti dağınık bir durumdaydı. Ancak Putin, ek topraklar ele geçirmek için agresif bir şekilde ilerlemek yerine, Kiev’in dış politika seçeneklerini sınırlamak için kullanılabilecek düşük seviyeli bir isyan başlatmayı seçti. Eylül 2014’te Rus güçleri, Ilovaysk şehrinde Ukrayna güçlerine büyük bir yenilgi yaşattıktan sonra, Moskova muhtemelen Azak Denizi kıyılarında daha ileriye ilerleyebilir ve Kırım’dan Rusya’ya bir kara koridoru oluşturabilirdi. Ancak Putin, bunun yerine Minsk protokolünü kabul ederek bir siyasi çözüme yöneldi.
ABD Başkanı Donald Trump göreve geldikten sonra bile, Washington’un Kiev’e yardım etme niyetinde olmadığı netleştiğinde, Putin, Ukrayna’da daha geniş bir askeri saldırı başlatmaktan ya da Rusya’nın Ukrayna’daki etkisini genişletmek için başka bir girişimde bulunmaktan geri durdu. Bu tür kaçırılan fırsatlar, Putin’in fırsatçı bir lider olduğu görüşüyle pek örtüşmemektedir.
Ukrayna’ya yönelik saldırı, fırsatçı bir saldırı savaşı olmaktan ziyade, Putin’in Rusya için gelecekteki bir güvenlik tehdidi olarak gördüğü durumu engellemek amacıyla başlattığı haksız bir önleyici savaş olarak daha iyi anlaşılabilir. Putin’in bakış açısına göre, Ukrayna, Batı’nın Rusya’nın iç bütünlüğünü zayıflatmak ve NATO güçlerini konuşlandırarak Rusya’yı tehdit etmek için kullanabileceği bir anti-Rusya devleti hâline geliyordu. Bazı düzeylerde, ABD’li yetkililer de bunu anlamış görünüyor. Ulusal İstihbarat Direktörü Avril Haines’in de belirttiği gibi, Putin “Ukrayna’nın geri döndürülemez bir şekilde Batı’ya ve NATO’ya doğru kaydığını ve Rusya’dan uzaklaştığını gördü.”
İşgal, bir fırsat suçu olmasa da Putin için şaşırtıcı derecede riskli bir hamleydi. Uluslararası arenada riskten kaçınan bir lider olarak tanınan Putin, genellikle hesaplanmış hamleler yapar ve Rusya’nın kaynaklarını en aza indirir. Örneğin, Suriye’ye konuşlandırılan Rus asker sayısı birkaç bin ile sınırlı kaldı ve büyük ölçüde Rus hava kuvvetlerine dayanıyor. 2019’da Venezüella Devlet Başkanı Nicolás Maduro’nun devrilmek üzere olduğu sırada Putin, Maduro’yu yerinde tutmak için sadece birkaç yüz asker gönderdi. Ancak Ukrayna savaşı, Rusya’ya 100.000’den fazla askerin hayatına mal oldu ve ekonomisine ve uluslararası itibarına onarılamaz zararlar verdi.
Savaşın, Putin’in normalde riskten kaçınan hesaplarına uymaması, Ukrayna konusunda geri adım atmak istemediğini ve stratejik bir karar verdiğini gösteriyor. Putin’in 2022’de Rusya ordusunun büyük bir kısmını Ukrayna’ya göndermesi ve ilk saldırısı başarısız olduğunda daha fazla asker seferber etmesi, onun savaşı başarısız olmaya tahammülü olmayan bir mesele olarak gördüğünü ortaya koyuyor. İşgali başlatma kararının tüm maliyetlerine rağmen, Putin muhtemelen hareketsizliğin maliyetinin daha yüksek olacağını düşünüyor—yani, Batı yanlısı bir Ukrayna’nın ortaya çıkmasını engelleyemeyecek ve bu ülke, Rusya’ya karşı bir “renkli devrim” başlatmak için bir sıçrama tahtası olarak kullanılabilecekti. Putin, şimdi başarıya ulaşamazsa, Rusya’nın bu maliyetlere katlanmaya mahkûm olduğunu düşünüyor. Putin’in önündeki senaryoları bu şekilde tarttığı göz önüne alındığında, Batı’nın baskısının onu fikrini değiştirmeye ve savaşı Kiev ve Washington için kabul edilebilir şartlarda bitirmeye zorlaması pek mümkün görünmüyor.