*Bu röportaj Prof. Dr. Mehmet Emin Çağıran ile Türkiye medyasında sıklıkla yer alan güncel Uluslararası Hukuk sorularına cevap vermek amacıyla yapılmıştır.
1. Bize kısaca kendinizden bahseder misiniz ?
Mehmet Emin Çağıran, uluslararası hukuk profesörü, AHBVÜ İİBF İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü hocası, aynı bölümde Uluslararası Hukuk, Uluslararası Örgütler ve Uluslararası Alanda İnsan Hakları dersleri veriyorum; uluslararası hukukla ilgili alanlarda çalışmalar yapıyorum, 4 tane kitabım ve çeşitli konularda makalelerim var.
2. Yüksek lisansınızı Fransa’da yapmış olduğunuzu biliyoruz. İki ülkede de bu alanda dersler almış biri olarak ülkelerin uluslararası hukuka bakışı konusunda bir karşılaştırma yapabilir misiniz?
Fransa uluslararası hukukun ortaya çıkışından beri hem uygulamada hem de doktrinde en önde gelen ülkelerden birisi; BM dönemine kadar diplomasi dilinin Fransızca olduğunu hatırlamak gerek; Fransızca halen uluslararası yargıda (mesela UAD) ve bölgesel yargı kuruluşlarında (misal: AİHM) İngilizce ile birlikte iki “resmi” dilden birisi; Fransız dilinin uluslararası ilişkilerdeki yeri Fransız devletinin gücü kadar, belki ondan daha fazla Fransız uluslararası hukukçularının eseri; uluslararası hukuk doktrininin Fransız uluslararası hukukçular olmasa idi bugünkü halinde olamayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Dolayısıyla iki ülke arasında bu konuda mukayese yapmak mümkün değil.
3. Mülteci hakları ve insan hakları çerçevesinde Frontex’in Ege’de ve Akdeniz’de gerçekleştirdiği operasyonları nasıl değerlendirirsiniz?
Frontex operasyonları (Hermes, Triton, Posseidon…) ve Frontex’in kendisinin (Avrupa dış sınır güvenliği ajansı olarak) varlık sebebi bilhassa İtalya ve Yunanistan’ın tek başlarına dışardan göç ve mülteci akınıyla başa çıkmamalarıdır. AB sınırlarının bir yerden “delinmesi” serbest dolaşım sebebiyle bütün üye devletler için tehdit oluşturduğundan böyle bir ortak mekanizma ve bu çerçevede ortak operasyonlar vardır. Pratikte Frontex operasyonlarının sınırları denetlemek ve güvenliğini sağlamaktan ziyade dışardan gelen insan göçünü püskürtmekle uğraştığı söylenebilir. Bu yüzden çok sayıda insan bilerek ölüme terkedilmiştir. Mülteci hakları ve genel olarak insan hakları açısından işin birinci yönü bu. İkinci yönü ise, pratik öyle gösteriyor ki Frontex zulümden kaçan ve sığınma arayan insanlara yardım etme yükümlülüğünü tek başına alacağı tedbirlerle çiğneyecek olan giriş ülkelerinin sorumluluğunun paylaştırılmasına yarıyor, yani bir ortak mekanizma çerçevesinde görünüşte insani amaçlarla yapılan operasyonlar gerçekte yapılan ağır ihlalleri maskelemeye yarıyor.
4. Uluslararası hukuk çerçevesinde Türkiye’nin Akdeniz’de Yunanistan’la olan hukuki mücadelesini nasıl değerlendirebiliriz?
Bu konunun karasuları, kıta sahanlığı, adalar gibi birbiriyle bağlantılı fakat ayrı önemli detayları var; genel olarak değerlendirilirse Türkiye’nin karasularının 12 mile çıkarılması konusundaki net tavrı, keza kıta sahanlığı ve MEB konularındaki tavrı da müsbet; fakat Türkiye’nin hukuki olarak Ege ve Akdeniz meselelerinde ciddi bir hazırlık yaptığı kanaatinde değilim. Nitekim diplomasi dili de bunun bir göstergesi; mesela, Türkiye kendi ülkesinin bir parçası olan Ege’deki adacıklarla ilgili “egemenliği-aidiyeti tartışmalı adacıklar” ifadesini kullanabiliyor.
5. Devletlerin ticari ve politik çıkarları uluslararası hukuku ne ölçüde etkiler? Türkiye ve Amerika arasındaki F35 krizini bu bağlamda incelememiz mümkün müdür?
Devletlerin ticari, politik ve her türlü menfaati uluslararası hukuk kurallarının oluşmasını, mevcut kuralların yorumunu ve uygulanması doğrudan etkiler. F35 krizi (ve bütün uluslararası krizleri) bu bağlamda değerlendirmek mümkündür. ABD mevcut anlaşmaya ve daha genel olarak ikili anlaşmalar ve NATO anlaşması gibi ittifak andlaşmalarına rağmen bütün yükümlülüklerini yerine getiren Türkiye’ye bu uçakları teslim etmekten imtina ederken, kendi menfaati ve gücünden hareketle taahhütlerini değiştirmeye veya zorlama bir yorumla Türkiye’nin başka davranışlarını gerekçe göstererek taahhütlerinden kurtulmaya çalışıyor; ama her halükarda taahhütlerini menfaatlerine göre yorumlayıp değerlendiriyor, tabii bunu yapabilmek için aynı zamanda karşınızdakinden çok daha güçlü olmanız lazım.
6. Jus cogens kurallarından biri olan soykırımın yasaklanması kuralı çerçevesinde Çin’in Uygur Özerk bölgesindeki politikalarını nasıl değerlendirebiliriz?
Çin’in yaptığı çok açık ve tartışmasız bir şekilde soykırım, fakat buna bütün dünya seyirci kalıyor; ABD ve birkaç devlet kendi politik menfaatleri gereği Çin’i kınıyor, fakat zorlayıcı ve caydırıcı hiçbir adım atılmıyor. BM ve diğer uluslararası kuruluşlar ve mekanizmalar da bu konuda sonuç alıcı tedbirler alacak durumda değiller; belki BM Genel Kurulu veya Avrupa Konseyi gibi bölgesel örgütler en azından soykırımın sürekli gündemde kalmasını sağlayacak, Çin’in açık bir insanlık suçu işlediğini vurgulayacak kararlar alarak bir baskı oluşturabilirlerdi, fakat bu organlar veya kuruluşlar da çok kararlı görünmüyor. Sonuç olarak, bu olay Çin kadar güçlü olanların her istediklerini yapabilecekleri bir dünyada yaşadığımızı gösteriyor.
7. Sizce insancıl müdahale kavramı uluslararası hukuka uygun mudur? İnsancıl müdahale kapsamında Suriye’de gerçekleştirilen operasyonları değerlendirebilir misiniz?
İnsan müdahale kavramı kendi yönetimi veya yabancı bir gücün zulmü altındaki insanlara yardım etmektir ve bu anlamda uluslararası hukuka uygundur. Zira uluslararası hukuk her ne kadar egemen devletlerin hukuku olsa da egemenlerin de uymak zorunda oldukları ortak kurallar ve değerler olmak zorundadır. Aksi takdirde zaten uluslararası hukuk olmaz. Teorik olarak durum budur, fakat pratik çoğu zaman farklı olmakta, devletler insani müdahale adına veya onunla birlikte başka siyasi menfaatlerini gerçekleştirmek için hareket etmektedir. Mesela, 1991 Körfez Savaşından sonra Saddam’ın saldırısına karşı Kuzey Irak’ta yaşayanları korumak için yapılan insani müdahalenin daha sonraki yıllarda Türkiye’ye yönelik bölücü teröre verilen destekten ve diğer uygulamalardan anlaşıldığı üzere aslında insani müdahaleden ziyade başka bir politik amacın gerçekleştirmek için olduğu görülmektedir. Uluslararası siyasetteki genel ikiyüzlülük burada da kendisini göstermektedir. Bu bakımdan ele alındığında, Türkiye’nin Suriye’ye yönelik müdahalelerin – ki bunların elbette Türkiye’nin menfaatleri açısından büyük önemi vardır – insani müdahaleler tarihi içinde bu nitelemeye en fazla uyan müdahaleler olduğunu söyleyebiliriz.
8. Kanal İstanbul projesinin 1923 Lozan Boğazlar Sözleşmesine ve 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesine aykırı olduğu söyleniyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Sizce Kanal İstanbul projesinin uluslararası hukuka aykırılığı konusunda ne söylenebilir?
En kolay soru bu. Kanal İstanbul Projesi’nin anılan sözleşmelere ve diğer herhangi bir uluslararası hukuk kuralına aykırılığı söz konusu değildir.
9. Son olarak bu alanda çalışmak isteyen bizlere ne söylemek istersiniz?
Çok çalışın, çok çalışın, çok çalışın…
NURSENA DİNÇ
Uluslararası Hukuk Staj Programı