Post-Kolonyalist Bakış Açısından Latin Amerika’da Bağımsızlık Süreci

Özet

Postkolonyalizm, sömürgeciliğin ve emperyalizmin kültürel mirasının, sömürgeleştirilmiş insanların ve topraklarının kontrolü ve sömürülmesinin insani sonuçlarına odaklanan eleştirel bir akademik çalışmasıdır. Daha spesifik olarak, (genellikle Avrupalı) emperyal gücün tarihi, kültürü, edebiyatı ve söyleminin eleştirel bir teori analizidir. Daha derin bir düzeyde postkolonyalizm, sömürgeciyi ve sömürgeleştirileni çevreleyen sosyal, siyasi ve kültürel anlatılar da dahil olmak üzere, sömürgeciliği ve yeni sömürgeciliği destekleyen sosyal ve siyasi güç ilişkilerini inceler. Latin Amerika’da bu bağlamda açıklanabilecek örnek durumlardan birisidir.

Latin Amerika’nın çoğu İspanya tarafından sömürgeleştirilmiş olsa da Portekiz ve Fransa ülkelerinin de bölge üzerinde büyük etkileri olmuştur. Savaş ve hastalık nedeniyle yerli nüfus yok edilmiştir. Avrupa ülkelerinin ücretsiz emek talebi, onları Afrika köle ticaretine girmeye yöneltmiştir. Sömürgecilik sonrasında yönetimlerinde ve ekonomilerinde büyük hasar almışlardır.

18. yüzyılın sonlarında ve 19. yüzyılın başlarında Latin Amerika halkı bağımsızlık için savaşmaya başlamıştır. 1898’de tüm Latin Amerika ülkeleri bağımsız uluslar haline gelmiştir. Fakat bu bağımsızlık sürecinde ve sonrasında sömürgeciliğin etkileri birçok konuda kendini göstermeye devam etmiştir (siyasi, ekonomik, toplumsal, kültürel). Bu yazıda ele alınan temel nokta sömürge sonrası bakış açısından Latin Amerika’nın incelenmesidir.

Anahtar Sözcükler: Post-kolonyal olgu, Kültür ve Kimlik Değişimi, Batı Etkisi, Bağımsızlık Süreci, Neokolonyalizm.

Abstract

Postcolonialism is a critical academic study of the cultural legacy of colonialism and imperialism, focusing on the human consequences of the control and exploitation of colonized people and their lands. More specifically, it is a critical theoretical analysis of the history, culture, literature, and discourse of (usually European) imperial power. At a deeper level, postcolonialism examines the social and political power relations that underpin colonialism and neocolonialism, including the social, political, and cultural narratives surrounding the colonizer and the colonized. Latin America is one of the exemplary situations that can be explained in this context. While most of Latin America was colonized by Spain, the countries of Portugal and France also had major influences on the region. Due to war and disease, the indigenous population was destroyed. The demand for free labor of European countries led them to enter the African slave trade. After colonialism, they received great damage in their administration and economy. In the late 18th and early 19th centuries, the people of Latin America began to fight for independence. In 1898, all Latin American countries became independent nations. However, during and after this independence period, the effects of colonialism continued to manifest itself in many issues (political, economic, social, cultural). The main point discussed in this article is the study of Latin America from a post-colonial perspective.

Keywords: Post-colonial phenomenon, Culture and Identity Change, Western Influence, Independence Process, Neocolonialism.

Giriş

Post anlam olarak bir şeyden sonrası manasına geldiği için post-kolonyalizm kavramı kolonyalizm sonrası döneme işaret etmektedir. Başka bir söyleyişle, tarihte bir dönem kolonyalizm politikasına maruz kalan Amerika, Asya ve Afrika ülkelerinin toplumları arasındaki tarihsel ve kültürel ilişkilere ve bu ilişkilerin günümüzdeki yansımalarına işaret etmektedir.

Kolonyalizm süreci boyunca Avrupa devletleri zayıf ülkelerin (3. Dünya ülkeleri) önemli kaynaklarını kendi amaçları doğrultusunda kullanmakla beraber o bölgelerde kendi egemenliklerini de sağlamışlardır. Bu sayede kendi değerleri de o bölgelere yayılmıştır. Bu durum yerel halkın birçok değerinin değişmesine hatta tamamen yok olmasına sebep olmuştur. Bunu yapan güçlü ve sömürgeci ülkelere kolonici, bu güce maruz kalan ve değişim yapan ülkelere ise kolonize denmektedir. Koloni dönemi boyunca Avrupa ülkeleri kendini ekonomik anlamda fazlasıyla geliştirmiş ve bu dönem çoğunlukla burjuva sınıfına hizmet etmiştir. Başlarda kaynak olarak kullanılan koloni bölgeleri sonralarda ticari açıdan bir pazar haline dönüşmüş ve Avrupa’nın kendi ürünleri için doğal bir tüketici haline gelmiştir. Bu sürecin en yoğun yaşandığı dönem ise coğrafi keşiflerdir. Amerika’nın keşfi, Afrika kıtasının deniz yoluyla aşılması, pusulanın kullanılması gibi önemli gelişmeler sonucu burjuva sınıfı yeni pazarlar fazlasıyla zenginleşmiştir. Burjuvanın yerli üreticilerin ürettiğinden daha hızlı ve ucuz mallar yapması sonucu yerli üretici kendi yerinden olmuştur. Engels ve Marx gibi düşünürlere göre İngiliz burjuvazisinin Hindistan’ın yerli kumaş üreticilerini yok ederek kendi burjuva karakterini buraya adapte etmesi en temel örneklerden biridir. Bu koloni dönemi boyunca ise Avrupalıların gerçekleştirdikleri faaliyetleri savunmak için öne sürdükleri düşünce “medeniyeti taşımak”tır.

Avrupalılara göre 3. Dünya ülkeleri geri kalmış ve gelişememiş toplumlardır. Onlar da bu ülkeleri kendi kolonileri haline getirerek onlara medeniyet götürdüklerini çünkü onların kendi kendilerini idame ettirecek kapasiteye sahip olmadığını savunmuşlardır. Medeniyete sahip olma ve üst bir toplum olma algısı kolonyalizm sürecini meşrulaştırmaya çalışan düşüncelerin başında gelmektedir.

1. Post-Kolonyalizm

Postkolonyalizm, dünyanın daha önce sömürgeleştirilmiş bölgelerindeki toplumların, hükümetlerin ve halkların uluslararası ilişkileri nasıl deneyimlediğini inceler. Postkolonyal bilim adamları tarafından ‘post’un kullanılması, hiçbir şekilde kolonyal yönetimin etkilerinin veya etkilerinin artık çok geride kaldığını göstermez. Daha ziyade, sömürge ve emperyal tarihlerin, dünya hakkında sömürgeci bir düşünce biçimini şekillendirmede ve Batılı iktidar biçimlerinin Batılı olmayan dünyayı nasıl marjinalleştirdiğinin hala etkisine vurgu yapmaktadır (Nair, 2018). Postkolonyalizm sadece dünyayı olduğu gibi değil, olması gerektiği gibi anlamakla da ilgilenir. Küresel güç ve servet birikimindeki eşitsizliklerle ve neden bazı devletlerin ve grupların diğerleri üzerinde bu kadar çok güç uyguladığıyla ilgilenir. Postkolonyalizm, bunun gibi meseleleri gündeme getirerek diğer uluslararası ilişkiler teorilerine farklı sorular sorar ve sadece alternatif tarih okumalarına değil, aynı zamanda güncel olaylar ve meselelere dair alternatif bakış açılarına da izin verir. Postkolonyalizmin ana temalarından biri Batı’nın, Batı dışı algılarının Avrupa sömürgeciliği ve emperyalizminin mirasının bir sonucu olduğudur. Söylemler (yazılı veya sözlü) Batılı olmayan devletleri ve halkları “öteki” veya Batı’dan farklı, genellikle onları daha aşağı gibi gösterecek şekilde inşa etmiştir. Bunu yaparken Avrupa güçlerinin medeniyet getirme veya ilerleme adına diğer halklar üzerindeki egemenliklerini haklı çıkarmasına yardımcı olmuşlardır. Postkolonyalizmi daha iyi anlamak için belirli güç ilişkilerini doğal ve hatta kaçınılmaz kılan söylemleri ele alabiliriz. Postkolonyalizm, Uluslararası İlişkilerdeki kilit konuları, iktidar söylemlerini oluşturan unsurlar olarak görür. “Bu söylem nosyonu, akademisyenlerin dünya ve onun sorunları hakkında düşünmek için, realizm ve liberalizm gibi geleneksel Uluslararası İlişkiler teorilerini yönlendiren ampirik olarak doğrulanabilir ve olgulara dayalı sorgulamada yer almayan bir referans çerçevesi kullanmalarına izin verir” (Prakash, 1995). Değişen dünya düzeniyle birlikte yani sömürgeciliğin sona ermesiyle yeni tahakküm biçimleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Postkolonyalizm bu yüzden sömürgeciliği anmaz, sömürgeciliğe karşı kazanılan zaferleri anar ve destek verir. Robert Young (2001, s. 23), poskolonyalizmi anlattığı kitabında postkolonyal teoriyi şu şekilde tasvir eder: “Hâkim emperyalizm ideolojinin karşısındaki sömürgecilik karşıtı kültürel direniş pratikleri bilgi üretim süreçlerinin eleştirel çözümlemelerini ortaya koymaya teşvik eder”.

Siyasi İdeolojiler adlı kitabında Andrew Heywood (1992, s. 359) postkolonyalizmi şöyle tanımlar: “Postkolonyalizm, yeni bağımsız olmuş toplumlara özgü kültürel koşullara hitap etmenin arayışı içindeki edebi ve kültürel araştırmalarda bir eğilim olarak ortaya çıkmıştır. Amacı, öncelikle, ‘içsel’ boyun eğdirmenin sömürgeciliğin siyasi yapılarının ortadan kaldırılmasından çok sonra bile devam edebildiğini kabul ederek, sömürge hükümranlığının kültürel ve psikolojik boyutlarını sergilemek ve yıkmak olmuştur. Dolayısıyla post-kolonyalizmin ana itici gücü Batılı olmayan ve bazen de Batı karşıtı olan siyasi fikirlerin ve geleneklerin meşruluğunu kurumsallaştırmak olmuştur. Böylelikle de post-kolonyalizm gelişmekte olan dünyaya, liberalizmin ve sosyalizmin evrenselci iddialarından ayrı bir siyasi ses kazandırmaya çalışmıştır”.

Postkolonyal teorinin ortaya çıkmasında sömürge yönetimi altında kalmış ülkelerin her yönden baskıya maruz kalması, yerli kültürün değersizleştirilmesi ve Batıya ait değer ve yargıların ötesine geçerek bunların reddini gösteren bir sistem arayışının içine girilmesi önemli etkenler arasındadır. Postkolonyal teorinin ortaya çıkış süreci iki dünya savaşıyla ivme kazanmıştır. İki dünya savaşının maddi ve manevi yıkımından dolayı sömürge sahibi ülkeler sömürgelerinin üzerindeki denetimi ister istemez kaybetmeye başladılar. Denetimin kaybolması ve diğer etkenlerle birlikte meydana gelen olaylar birçok ülkenin bağımsızlıklarını kazanmalarına olanak sağlamıştır. Irksal eşitsizlik ve ekonomik sömürü, sömürge ayaklanmalarının başlıca nedenleridir. Bunlara karşı durulmasını sağlayan başlıca hedeflerde sömürüye başkaldıranlara özgürlük, kendi kaderini tayin hakkı, bağımsızlık ve eşitlik gibi ideallerin eşlik ettiği görülür.

Postkolonyal teorinin özünde de bu ideallerin getirdikleri yatar. Postkolonyal teori genel bir çerçevede değerlendirildiğinde kolonyal dönemin geride bıraktığı etkileri araştırma noktasında özellikle de sömürge döneminden geriye kalan ülkelerin durumları üzerinde durarak yapar.

Postkolonyal çalışmalarda ortaya çıkan gerçekler şunlardır: Bir ülke, özellikle de Batı kültüründen gelen devletler, kendilerini diğer ülkelerden -özellikle Asya, Afrika, Latin Amerika, Ortadoğu gibi- daha üstün görme eğilimindedirler. Bahsi geçen Asya, Afrika, Latin Amerika veya Ortadoğu’ya ait ülkeler, Batı ülkelerinin sömürüsüne ve baskısına maruz kalmışlardır.

Postkolonyal çalışmalar, kolonyalizm politikalarına maruz kalmış toplumlarla kendini diğerinden daha üstün gören toplumlar arasındaki ilişkilerin geçmişlerini irdeleyerek bugüne nasıl yansıdığını inceler. Bu incelemeler arasında toplumların ve kitlelerin siyasi, ekonomik, toplumsal ve sosyal yapıları yansıtırken buradaki en önemli nokta kolonileşmeden bugüne kadar geçen süredeki kimliksel ve kültürel etkiler sorunsalı olacaktır.

2. Latin Amerika Bağımsızlık Süreci 

Latin Amerika tarihinin ortak noktası sömürgeciliktir ve bu tarih sömürgecilikle mücadeleyi de içerir. Latin Amerika’nın sömürgeleştirilme tarihi buranın yeni bir kıta olduğunun anlaşılması ve bölgede önemli zenginliklerin olduğunun anlaşılması ile başlamıştır. Bu aşamadan sonra kıtaya sömürge güçler egemen olmuştur. Sömürge güçleri kıtayı bulduklarında burada üç uygarlık bulunmaktadır: Maya Aztek ve İnka. Sömürgeleştirmeden sonra yerli halksa öldürülmüş köleleştirilmiş ve mallarına el konulmuştur. Ayrıca yerli halk Hristiyanlaştırılmıştır (Bethell, 1987). Kıta keşfedildiğinde yerli nüfus 70 milyon civarındadır ancak 16. yy. başında 3,5 milyona düşmüştür (Bethell, 1987). Latin Amerika’da kıtanın keşfinden 19. yüzyıla kadar egemen olan başlıca iki güç vardır. Bu güçler İspanya ve Portekiz’dir. Brezilya hariç tüm topraklar İspanya sömürgesidir. Bağımsızlık Savaşları dönemi, Latin Amerika kıtasının bugünkü siyasi haritasının ana hatlarıyla şekillendiği dönemdir. Kıta halkları 1800’lerin başlarında verdikleri mücadelelerle 1830’lu yıllarda arka arkaya bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Bağımsızlık savaşlarının en önemli sonucu ise bu gün hala etkisi devam eden Bolivarcılıktır. Bolivarcılık, Latin Amerika ülkelerinin sömürgeciliğe/emperyalizme karşı ortak bir cephe olarak mücadele etmek zorunda olduklarını öğütleyen bir ideolojidir (Yarar, 2013). Latin Amerika’daki bağımsızlık hareketini etkileyen temel olaylar içerisinde “Amerikan İhtilali”, “İngiltere’nin İspanyol sömürgelerini kışkırtması” ve “Napolyon’un İspanya’yı işgali” bulunur. Bağımsızlık hareketlerini başlatan temel olayda Napolyon’un İspanya’yı işgalidir. Bu işgal sonrası tahttan indirilen 7. Ferdinand taraftarlarınca kurulan cuntalar bağımsızlık yolunda ilk adım olacaktır. Bağımsızlık hareketleri cuntalar tarafından başlatılmış ve bu nedenle liderler de genelde asker kökenli olmuştur. Bu bağımsızlık mücadeleleri sonucunda Peru 1824 yılında, Ekvator 1822 yılında (Büyük Kolombiya Devleti’ne katıldı) Uruguay 1828 yılında, Panama 1821 yılında, Meksika 1824 yılında, Venezuela ve Kolombiya ise 1819 yılında Büyük Kolombiya devleti olarak bağımsızlıklarını kazanmışlardır.

3. Post Kolonyalist Bakış Açısından Latin Amerika

Postkolonyal çalışmaların merkezinde insan ve kültür olgusu vardır. Bu alandaki çalışmalar insan ve kültür kavramlarını değerlendirirken yaşadığı toplumu, dönemi, insan ve ülkeler arası ilişkileri, tarihsel olayları da sürece katar. Bu nedenle de Latin Amerika’nın bağımsızlık sürecinde yaşadığı tarihi olaylar da bu bağlamda önem taşımaktadır. “İnsan” kültürel çalışmaların birincil ve önemli bir parçasıdır. Dolayısıyla postkolonyal çalışmalar insan ve birey merkezlidir. Olayları değerlendirirken bireyi / kişiyi merkezin çekirdeğine koyar (Ashcroft, Griffiths ve Tiffin, 2000).

Örneğin Meksika’da yaşayan insanların sömürgecilik dönemlerinden ne şekilde etkilendiği buradaki önemli bir husustur çünkü birey aynı zamanda toplumun tamamını da yansıtmaktadır. Postkolonyal çalışmalar iki grup halinde ele alınırsa birinci taraf toplumdaki dominant grubun/kültürün hakimiyetini yansıtır. Yani bu bağlamda İspanya bu gruba örnek verilebilir çünkü kendi hakimiyetini daha zayıf devletler üzerinde kullanan sömürgeci bir devlettir. Diğer tarafsa ezilen, baskı altına alınmış veya asimilasyona uğramış grubu temsil eder. Latin Amerika ülkeleri de bu gruba örnek olarak gösterilebilir çünkü sömürge hakimiyetinin ilerleyen dönemlerde etkilerini üzerinde hisseden gruplardır. Postkolonyal çalışmalar burada Batı kültürünün etkisinde kalmış ve kendi kültürel kimlik ve benlik kaybına uğrayan grupları ve bireyleri inceler. Bu incelemeleri yaparken post kolonyal çalışmaların en çok yararlandığı alanların başında edebiyat ve kültürel çalışmalar gelmektedir. Bu tarz çalışmalar sömürge dönemlerinde güçlü devletler tarafından fazlasıyla kullanılır ve bu durumda etkilerini ilerleyen zamanlarda çeşitli şekillerde gösterilir. Sömürgeye uğramış toplumlarda kendi kimlik ve ruhlarını temsil eden edebi ve kültürel çalışmaların da ortaya çıkması bu açıdan zordur. Öte yandan bağımsızlık sürecinden sonra Latin Amerika toplumu homojen bir toplum olmamıştır. Aksine yapısında birçok farklı ırk, dil, etnik ve dinden gelen bireylerin oluşturduğu bir topluma dönüşmüştür. Latin Amerika toplumuna hâkim kültürel paradigma Batı kültürüdür ve Batı kültürüne ait değerleri ve ideolojiyi taşımaya devam etmişlerdir. Batı kültürü hep üstün olarak görülmüş ve medeniyetin misyoneri şeklinde tanıtılmıştır (Coronil 2004). Bu yargıların oluşmasındaki en büyük etkense sömürgecilikle birlikte Batı dışındaki kıtalara bu fikrin bir şekilde aktarılmasıdır. Farklı ülkelere yapılan deniz yolculuklarının amacı her ne kadar yeni yerler keşfetme ve Batı kültürünü farklı toplumlara yayma misyonu olarak görünse de asıl amaç Batı’nın yeni ekonomik kaynaklar bulma arzusu ve çoğalan nüfusun yerleşim ihtiyaçlarını karşılamaktır.

Amerikan ve Fransız devrimlerinin modelini takiben, Latin Amerika’nın çoğu 1825’te bağımsızlığını kazandı. Bağımsızlık, Bourbon Reformları’ndan sonra İspanyol İmparatorluğu’nda var olan tek pazarı yok etti ve zaten var olan uluslar tarafından sağlanan finansal yatırımlara artan bir bağımlılık yarattı. Sanayileşmenin başlaması nedeniyle bölge ekonomik olarak bu uluslara bağımlı hale geldiğinden Batı Avrupa güçleri, özellikle Büyük Britanya ve Fransa önemli roller oynamaya başladı. Bağımsızlık aynı zamanda toplumlarını yeniden şekillendirme arayışlarında İspanyol ve Portekiz modellerinden zaman zaman kaçınan yeni, bilinçli bir “Latin Amerika” yönetici sınıfı ve entelijansiya (aydınlar topluluğu) yarattı (Keen, Haynes, 2004). Bu seçkinler, yeni bir Latin Amerika kültürü için diğer Katolik Avrupa modellerine – özellikle Fransa’ya – baktılar, ancak yerli halklardan girdi aramadılar. İspanyol Amerikası’nın bağımsızlıktan doğan ilk büyük devletlerin çoğunu (Büyük Kolombiya, Orta Amerika Federal Cumhuriyeti ve Güney Amerika Birleşik Eyaletleri) bir arada tutma çabalarının başarısız olması, yeni ülkeleri rahatsız eden bir dizi iç ve eyaletler arası çatışmalarla sonuçlandı (Moraña, Dussel, ve Jáuregui, 2008). Brezilya, Hispanik komşularının aksine birleşik bir monarşi olarak kaldı ve iç ve devletler arası savaş sorunundan kaçındı. İç savaşlar genellikle federalistler ile merkezciler arasındaki kavgalardı ve sonunda muhaliflerini askeri baskı yoluyla sivil siyasi hayat pahasına öne sürdüler. Yeni uluslar, sömürge döneminin kültürel çeşitliliğini miras aldılar ve ortak Avrupa (İspanyolca veya Portekizce) dili ve kültürüne dayalı yeni bir kimlik yaratmaya çalıştılar. Ancak her ülke içinde gerilim yaratan ve ulusal birliğe zarar veren kültürel ve sınıfsal bölünmeler vardı.

Önümüzdeki birkaç on yıl boyunca, bir ulusal gurur duygusu yaratmak için uzun bir süreç vardı. Yeni ulusal sınırların çoğu, siyasi kimlik alanları haline gelen genellikle asırlık audiencia1 yetki alanları veya Bourbon yönetimleri etrafında oluşturuldu. Yeni devletler, özellikle on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında, kaynaklara erişmek için birbirleriyle savaşlar yürüttüklerinden dolayı birçok alanda sınırlar istikrarsızdı. Paraguay Savaşı (1864-70) Arjantin, Brezilya ve Uruguay’ı mağlup olan Paraguay’a karşı çekti. Sonuç olarak, Paraguay demografik bir çöküş yaşadı: nüfus 1864’te tahminen 525.000 kişiden 1871’de 221.000’e çıktı ve bu son nüfusun sadece 28.000’i erkekti (Keen, Haynes, 2004). Pasifik Savaşı’nda (1879-84) Şili, Bolivya ve Peru’nun birleşik güçlerini yendi. Şili, daha önce Peru ve Bolivya tarafından kontrol edilen potasyum nitrat bakımından zengin bölgelerin kontrolünü ele geçirdi ve Bolivya karayla çevrili bir ulus haline geldi (Keen, Haynes, 2004).

1 Gerçek bir Audiencia, ya da sadece bir Audiencia, İspanya’da ve imparatorluğunda bir temyiz mahkemesi idi. Kurumun adı tam anlamıyla Kraliyet İzleyici olarak tercüme edilir.

Yüzyılın ortalarında bölge, Kuzey Amerika kıtasında genişlemeye ve yarımkürede etkisini genişletmeye çalışan büyüyen bir ABD ile de karşı karşıya kaldı. Meksika- Amerika Savaşı’ndan (1846-48) sonra Meksika, Kaliforniya, New Mexico, Arizona, Nevada, Utah ve güney Teksas’ı “Meksika Devralması’nda Amerika Birleşik Devletleri’ne bıraktı”.

Güney Amerika’da Brezilya, komşuları pahasına Amazon Havzası’nın geniş alanlarındaki kontrolünü pekiştirdi. 1880’lerde Amerika Birleşik Devletleri, Pan-Amerikan Konferansı’nın kurulması, Panama Kanalı’nın başarıyla tamamlanması ve ABD müdahalesinin başarıyla tamamlanmasıyla sonuçlanan tüm Latin Amerika’daki siyasi ve ekonomik çıkarlarını savunmak ve genişletmek için saldırgan bir politika uyguladı (Zengin, 2013).

Doğal kaynakların ihracatı, zengin seçkinlerin gelişmesine izin veren on dokuzuncu yüzyılda çoğu Latin Amerika ekonomisinin temelini sağladı. Sömürgeci ekonomik ve politik gerçeklerin yeniden yapılandırılması, toprak ve kaynakların büyük çoğunluğunu kontrol eden toprak sahibi seçkinler ile zengin ve fakir arasında büyük bir uçurumla sonuçlandı. Örneğin Brezilya’da, 1910’a kadar arazinin %85’i nüfusun %1’ine aitti. Özellikle altın madenciliği ve meyvecilik, bu zengin toprak sahipleri tarafından tekelleştirildi. Bu “Büyük Sahipler” yerel faaliyetleri tamamen kontrol ediyorlardı ve ayrıca başlıca işverenler ve ücretlerin ana kaynağıydılar. Bu, daha büyük siyasi gerçekliklerle bağlantıları çiftçilik ve maden kodamanlarının esaretinde kalan bir köylüler toplumuna yol açtı (Moraña, Dussel, ve Jáuregui, 2008). Endemik siyasi istikrarsızlık ve ekonominin doğası, iktidarı ellerinde tutmaları askeri becerilerine ve patronaj dağıtma yeteneklerine bağlı olan askeri şefler olan caudilloların2 ortaya çıkmasına neden oldu (Moraña, Dussel, ve Jáuregui, 2008) Siyasi rejimler en azından teoride demokratikti veya başkanlık ya da parlamenter hükümetler şeklini aldı. Her ikisi de bir caudillo veya oligarşi tarafından ele geçirilmeye eğilimliydi. Siyasi manzara, eski sosyal hiyerarşilerin korunmasının ulusal istikrar ve refahın en iyi garantisi olduğuna inanan muhafazakârlar ve ekonomiyi ve bireysel inisiyatifi serbest bırakarak ilerleme sağlamaya çalışan liberaller tarafından işgal edildi (Moraña, Dussel, ve Jáuregui, 2008). Popüler ayaklanmalar genellikle etkiliydi ve bastırıldı. 1899 ve 1902 yılları arasında Bin Gün Savaşı sırasında Kolombiya isyanının bastırılması sırasında 100.000 kişi öldü. Bazı eyaletler biraz demokrasiye sahip olmayı başardı: Uruguay ve kısmen Arjantin, Şili, Kosta Rika ve Kolombiya. Diğerleri açıkça oligarşist veya otoriterdi, ancak bu oligarklar ve caudillolar bazen nüfusun çoğunluğundan destek gördüler. Tüm bu rejimler, Latin Amerika’nın bir hammadde sağlayıcısı olarak dünya ekonomisindeki kazançlı konumunu korumaya çalıştı. Sonuç olarak görülüyor ki sömürgeci bir yönetimden çıkmış devletlerde hem olumlu hem de olumsuz yönde büyük değişiklikler yaşanmaktadır ve bu değişiklikler ekonomi, siyaset, yönetim, kültür vb. birçok konuyu kapsamaktadır. Post-kolonyalizm denilen olgunun da ele aldığı temel noktalar bunlardır.

2 Caudillo, Latin Amerika ülkelerinde kitleleri peşinden sürükleme yeteneğine sahip, otoriter nitelikli askeri-politik liderlere verilen isim.

4. Neokolonyalizm (Latin Amerika)

1820’lere gelindiğinde, Latin Amerika’nın çoğu sömürgeci efendilerinden siyasi bağımsızlık kazanmıştı. İberya’daki ticari kısıtlamaların kalkmasıyla birlikte, Kuzey Avrupa (ve özellikle İngiliz) sermayesi bölgeyi sular altında bıraktı. Eleştirmenlerin belirttiği gibi, sömürgeleştirmenin mirası, sömürgeci güçler için çok az kazanç anlamına gelecek olan sanayileşmeye yönelik hareketlerin engellenmesiydi (Intersimone, 2016). Bu eğilim, İngilizlerin (ve daha sonra ABD’nin) bölgeden hammadde çıkarması ve bölgeden mamul mal ithal etmesiyle devam etti. Demiryolu sistemleri gibi altyapı, bir ülkeyi entegre etmek yerine ürünleri madenlerden ve tarlalardan limanlara taşımak için tasarlandı. Bu ticaretin ekonomik faydaları, yabancı güçlere tahakkuk etti, kaynaklar yerel ekonomiden çekildikçe ücretler ve yaşam standartları düşük kalmaya devam etti (Neocolonialism in Latin America, 2021).

Neokolonyalizm aynı zamanda kültürel değişimlere de yol açtı. Örneğin; ağırlıklı olarak Katolik olan Latin Amerika ülkeleri, Protestan güçlerden gelen yabancı yatırımı teşvik etmek için din özgürlüğünü uyguladılar. Resmi bağımsızlığa rağmen dış ekonomik güçler Latin Amerika’daki iç politikaların çoğunu belirledi. Bu ironi yeni sömürgecilik olarak bilinir hale geldi.

On dokuzuncu yüzyıl neokolonyalizm örnekleri, Avrupa’da bir tarımsal patlamayı körükleyen Peru guano ve Şili nitratlarının ihracatını içerir. Neokolonyalizm ve Latin Amerika’nın kuzeydeki endüstriyel ekonomilerdeki ekonomik büyümeye göre geri kalması kaçınılmaz değildi ve bu tek olası seçenek de değildi (Intersimone, 2016). Ülkenin liderleri büyük mülkleri ortadan kaldırdılar ve yerli gıda üretimini vurguladılar ve ekonomiye yabancı girişini kısıtladılar. Dış gelişme olmaksızın hızlı ekonomik gelişme, Paraguay’ın kendi ülkelerindeki yoksullara sunduğu modelden korkan komşu ülkelerdeki Arjantin, Brezilya ve Uruguay’daki seçkin hükümetleri alarma geçirdi. Onların muhalefeti, Paraguay’ı harap eden ve yeni sömürgeciliğe alternatif bu modeli yok eden Üçlü İttifak Savaşı’na (1864-1870) yol açtı. Ekonomik olarak dış güçlere bağımlı kalan resmi olarak bağımsız ülkeler kavramı, ilk olarak 1920’lerde Marksist çevrelerde dile getirildi, ancak neokolonyalizm terimi 1960’lara kadar tanıtılmadı (Mahoney, 2010). Sonuç olarak Neokolonyalizm, bir ülkeyi etkilemek için önceki sömürgeci doğrudan askeri kontrol veya dolaylı siyasi kontrol yöntemleri yerine ekonomiyi, küreselleşmeyi, kültürel emperyalizmi ve koşullu yardımı kullanma pratiğidir. Neokolonyalizm, standart küreselleşme ve kalkınma yardımından, tipik olarak yeni-sömürgeci ulusa yönelik bir bağımlılık, boyun eğme veya mali yükümlülük ilişkisi ile sonuçlanması bakımından farklıdır. Bu, geleneksel sömürgecilik ilişkisini işlevsel olarak taklit ederek aşırı derecede siyasi kontrol veya borç yükümlülükleri ile sonuçlanabilir.

Sonuç 

Sömürgecilik, daha çok gelişmiş ülkelerin bir doktrini veya düşünce sistemini gelişmemiş toplumlar üzerinde kabul ettirmesidir. Bu bir nevi sömürülen devletler üzerinde egemenlik kurma çabasıdır. Kısacası sahip olunmaya çalışılan ülkenin iktisadi, siyasal, kültürel ve sosyal anlamda işgal edilmesi olarak da belirtilir. Bu bağlamda genelde gelişmiş Batı Avrupa ya da Kuzey ülkeleri askeri, ekonomik ve siyasal gücünü kullanmakla birlikte sömürünün meşruluğunu yaymak adına bir takım ırksal, ahlaki, dini vb. gerekçeler oluşturarak bu durumu devam ettirmişlerdir. Özellikle Latin Amerika ülkelerinde uygulanan sömürgecilik faaliyetleri 18 ve 19. yüzyıllarda yoğunlaşmış ve 21.yüzyıla kadar devam etmiştir. Latin Amerika yerlisinin Avrupa tarafından sömürüldükleri, yine Avrupa’dan ithal virüslerle ve çeşitli hastalıklarla nüfuslarının büyük bir kısmını kaybettikleri, zorla dinlerinin ve hayat tarzlarının değiştirildiği onca yıldan sonra nihayet 19. yüzyılda bağımsız hareket etmeye başladılar. Bağımsızlık hareketlerinin başlamasında Latin Amerika halkının büyük ölçüde Napolyon’un en önemli sömürgecilerden İspanya’yı işgalinden cesaret almaları ve İngiltere ile İspanya’nın sömürüler üzerinden çekişmesi sonucu güçlenmeleri önemli paya sahiptir. Yerli halkla karışan İspanyolların o dönemin Avrupa’sındaki liberal fikirleri Latin Amerika’ya ithal etmeleri, ABD’nin 1783’te bağımsızlığını kazanması bölgeyi etkileyen diğer gelişmeler olmuştur. Tüm bu nedenlerle uzun yıllar maddi manevi sömürülen Latin Amerika halkı ayaklanmış ve 1815-1830 yılları arasında bölge ülkeleri tek tek bağımsızlıklarını ilan etmeye başlamıştır. Post-kolonyalist bakış açısından bakıldığında sömürgeciliğin bitmesine rağmen yarattığı bilincin hala insanların zihninde yaşaması, insanların temsilinin eski sömürgecileri tarafından inşasında devam etmesini getirmiştir. Bunun yanında öznelerin başkaları tarafından tanımlanması, temsillerinin kendilerine ait olmayan metinler yoluyla inşa edilmesi, post-kolonyal literatürde Spivak’ın deyimiyle “madunluk” ilişkisinin, sömürgeden miras kalan birtakım toplumsal ve kültürel ilişkilerin sürdürülmesi olarak görülmüştür. Latin Amerika örneğinde detaylı bir şekilde görüldüğü üzere ülkeler bağımsızlığını kazansalar bile sömürgeciliğin getirdiği bir takım etkiler devam etmiştir. Bu etkiler o ülkelerin siyasi düzenini, insan davranışlarını, ekonomilerini, toplumlarını belirlemiştir. Hatta bu etkiler edebi eserlere kadar yansımıştır. Sonuç olarak bağımsızlığını kazanan ülkeler uzun yıllar boyunca sömürgeciliğin mirasını fazlasıyla üzerlerinde taşımışlardır.

Batuhan YURDAKUL

Uluslararası İlişkiler Teorileri Staj Programı

 

Kaynakça 

Ashcroft, B., Griffiths, G., & Tiffin, H. (2000). Post-colonial studies: The key concepts. London: Routledge Key Guides. 

Bethell, L. (Ed.). (1987). The Independence of Latin America. Cambridge: Cambridge University.

Coronil, F. (2004). Latin American postcolonial studies and global decolonization. Cambridge: Cambridge University.

Encyclopedia. (n.d.) Neocolonialism in Latin America. Retrieved June 01, 2021 from https://www.encyclopedia.com/history/encyclopedias-almanacs-transcripts-and- maps/neocolonialism-latin-america

Heywood, A. (1992). Political ideologies: An introduction. New York: St. Martin’s Press.

Intersimone, L. A. (2016). Neocolonialism in Latin America. The Encyclopedia of Postcolonial Studies.

Keen, B., & Haynes, K. (2004). A history of Latin America. Boston: Houghton.

Mahoney, (2010). Colonialism and Postcolonial Development: Spanish America in Comparative Perspective. Cambridge: Cambridge University Press.

Moraña, M., Dussel, E. D., Jáuregui, C. A. (2008). Coloniality at large: Latin America and the postcolonial debate. Duke University Press.

Nair, S. (2018, August 5). Introducing Postcolonialism in International Relations Theory. E-International Relations. https://e-ir.info/2017/12/08/postcolonialism-in- international-relations-theory/

Prakash, (Ed.). (1995). After Colonialism: Imperial Histories and Postcolonial Displacements. Princeton, New Jersey: Princeton University Press.

Yarar, A. (2013). Latin Amerika’da İspanyol Sömürgeciliği ve Simon Bolivar’ın Bağımsızlık Mücadelesi. International Journal of History, 5(1), 391-403. 

Young, R. (2001). Postcolonialism: An historical introduction. Oxford, UK: Blackwell.

Zengin, O. (2013). Latin Amerika çalıştayı: 22-23 Kasım 2012. Ankara: Ankara Üniversitesi.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...