Bu yazı, Larry Kramer’ın ‘Financial Times’ için kaleme aldığı “The market is not an end in itself” başlıklı görüş yazısından çevrilmiştir. Yazının aslına aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz:
The market is not an end in itself
Kapitalizm bu siyasi ve toplumsal çalkantıdan sağ çıkacaksa, geçmişte olduğu gibi adapte olması gerekecektir.
“Neoliberalizm” olarak bilinen siyasi ve ekonomik paradigmanın başarısızlıkları artık hepimizin malumu. Neoliberal politika, 1970’lerde stagflasyonla mücadele etmek için ne kadar uygun olsa da o zamandan bu yana korkunç bir eşitsizliği besledi, popülist demagogların yükselişini körükledi, ırksal eşitsizlikleri şiddetlendirdi ve iklim değişikliği gibi krizlerle başa çıkma becerimizin önünü kesti. 2008 finansal krizi tüm bu kusurları ortaya çıkardı ve hükümet ile piyasaların toplumla ilişkisinin yeniden değerlendirilmesini sağladı. Neoliberal söylemlerle çelişen bir dizi başarılı kamu eylemini ortaya çıkaran pandemi, bu çabaya yeni bir soluk kazandırdı.
Ancak nüfuz sahibi çıkar grupları, kendilerine iyi hizmet etmiş olan neoliberalizme sıkı sıkıya bağlı kalmaya devam ediyor. Ne yazık ki enflasyonun yeniden ortaya çıkması onlara sadece ABD Başkanı Joe Biden‘ın harcamalarını eleştirmek için değil, aynı zamanda hakim paradigmayı değiştirme çabalarını kapitalizmi yok etmeye yönelik “sosyalist” hamleler olarak kınamak için de bir koz verdi. Bugünkü enflasyonun nedenleri karmaşık olsa da, bununla başa çıkmak için araçlarımız var ve bunları kullanmaya başladık. COVID-19 ve Ukrayna’daki savaşın ekonomik etkilerini yönetme çabasının, bir 21. yüzyıl ekonomisi ve toplumu için yönetişimi dönüştürmeye yönelik halihazırda gecikmiş çabayı sekteye uğratmasına izin verilmemelidir.
Neoliberaller ideolojilerinin egemen olduğu 50 yıl içinde pek çok şey başardılar ancak hiçbiri oldukça spesifik ve sınırlı bir kapitalizm anlayışını, kapitalizmin kendisiyle özdeşleştirmekteki başarıları kadar çarpıcı değil. Neoliberallerin hükümet ve piyasa yaklaşımlarından herhangi bir sapma karşısında sanki kapitalizmden bir kopuş gerçekleşiyor ya da kapitalizmin doğasına aykırı hareket ediliyormuş gibi tepkiler veriliyor.
Ancak kapitalizm, doğru anlaşıldığı takdirde, yalnızca ticaret ve sanayinin öncelikli olarak özel aktörlerin eline bırakılmasını gerektirir ki bugün buna kimse karşı çıkmıyor zaten. Bu da özel sektör, hükümet ve sivil toplum arasında sayısız farklı ilişkiye fırsat tanır ve ihtimaller sadece hayal gücü ve tercihlerle sınırlıdır. Merkantilizm, laissez-faire ve Keynesçilik, Roosevelt’in Yeni Düzen’i gibi kapitalizmin farklı biçimleriydi. Kuzey Avrupa’nın sosyal demokrasileri de aynı şekilde.
Tüm bu sistemlerde üretim özel sektörün elindedir ve piyasa faaliyetleri, ekonomik faaliyetin başat biçimidir. Piyasalar yasalar tarafından oluşturulup sınırlandırıldığından, hükümetten bağımsız piyasa diye bir şey yoktur. Neoliberalizm, hükümet düzenlemelerini fiyat açısından verimli işleyen piyasaları güvence altına alarak sınırlar. Ki bu kapitalizmin konseptlerinden biridir ama kesinlikle yegane konsepti değildir.
Aslında kapitalizmin mahareti, değişen koşullara uyum sağlarken özel teşebbüsün sunabileceği enerji, yenilik ve fırsatları yakalamanın yeni yollarını bulmak olmuştur. Merkantilizm yerini laissez-faire’e, laissez-faire Keynesçiliğe, Keynesçilik de neoliberalizme bırakmıştır – her bir kapitalist sistem, maddi ve ideolojik değişimler karşısında yeni şartlara daha uygun bir sisteme geçmeden önce bir süre kullanılmıştır.
Bugün açıkça; büyük ölçüde artan servet eşitsizliği, küresel ısınma, artan ırksal eşitsizlikleri giderme talepleri, popülizmin yükselişi ve yeni teknolojiler tarafından tetiklenen böyle bir dönüşümün ortasındayız. Bu gelişmelere endişe verici siyasi ve toplumsal çalkantılar eşlik etmektedir. Neoliberalizme olan inanç azalırken, Donald Trump‘tan Jair Bolsonaro’ya, Viktor Orbán‘dan Vladimir Putin‘e kadar liderlerin toksik etnik-milliyetçilik biçimlerini benimsediğini ve Çin’in devlet kapitalizmi vizyonunun bir alternatif olarak belirmeye başladığını gözlemliyoruz. Bunlar korkunç senaryolar. Ancak insanları çoktan inançlarını yitirdikleri neoliberal bir sisteme bağlı kalmaya zorlayarak bunların önüne geçemeyiz. Değişim gerçekleşiyor, asıl soru bunun daha iyiye doğru bir değişim olup olmayacağı.
Kapitalizmin sağ kalması için geçmişte yaptığı gibi uyum sağlaması gerekecektir. Neoliberalizmin nasıl başarısız olduğunu tanımalı ve zarara uğrattığı kesimlerin meşru taleplerine cevap vermeliyiz. Alternatif olasılıklar fazlasıyla mevcut: Kapitalizmin ne yönde değişmesi gerektiğini tartışmalıyız. Mantıksız olabilecek tek tutum, Milton Friedman ve arkadaşları 1970’lerde mükemmel ve zamansız bir bilgeliğe ulaşmışçasına herhangi bir değişimin “kapitalizm karşıtı” olduğunu iddia etmek olur.
Nihayetinde piyasalar ve hükümetler, vatandaşlara gelişmeleri ve onurlu bir şekilde yaşamaları için gereken fiziksel ortamı ve maddi başarı fırsatlarını sağlayan araçlardır. Neoliberaller bunu unuttular ve piyasayı başlı başına bir amaç olarak görmeye başladılar. Kendi piyasa anlayışlarının insanların çoğunluğu için işlemediğini göremediler. Şimdi onların bu gafletinin sonuçlarını yaşıyoruz ve çok geç olmadan yeniden inşaya ve tasavvura başlamamız gerekiyor.
Çeviri: Derya AZER
Editör: Ayşenur ALİŞİROĞLU