On yedinci asırda yayılan Püriten-Protestan gelenek önce Amerika’yı Avrupa’ya nispetle kutsadı. Amerika’nın ilk iskân asırlarından beri Tevrat kaynaklı tarih algısı, Protestan Amerika için yeniden yorumlanmış ve Amerika “vaat edilen” ülke olarak başladığı serüvene, artık Kutsal Roma’nın mirasını, Avrupa’dan alarak küresel boyuta taşıyacaktı. Bu geleneğin en büyük temsilcileri “gezici” papaz ve “kamp ateşi” vaizler oldu. Tevrat’taki Yahudilerle ilgili “seçilmiş halk” tabiri giderek Amerika’nın millet oluşturma doktrinlerinden oldu.
Sonra on dokuzuncu asırda “Providential Design” ya da “Manifest Destiny” diye Amerika’yı kutsal bir ikona içinde ifade ediyordu. Amerika’yı Tanrı’nın tasarımı olduğunu düşünüyor ve Tanrı’nın koruması ve yardımıyla liderlik rolünü alacağını düşünüyordu.
Sekülerleşen Amerika ve Kovboya Doğru
Kabaca 1750’den itibaren Amerikan muhacirleri arasında bir tür sekülerleşme başladı. Henüz Amerika Birleşik Devletleri değildi ülke. Düşük nüfuslu kolonilerden oluşuyordu. İngilizler, “Birleşik Koloniler” diyordu. Artık Amerika ilahiyatçı hanedanların etkisinden çıkmaya başlamıştı. Yeni göçmenler ve kölelerle toplumsal yapı coğrafi ve ekonomik olarak değişirken, biriken sermaye ve koloni yönetimleri İsa’nın sevgi mesajlarını değil, sermaye ve gücün esaslarına dönmeye başlamışlardı.
Yeni nesillerde gelişen “yozlaşma”larla hızlanan bu süreç sadece sermaye gücü için de değildi. Bastırılan, Kilisenin inkâr ettiği onca insani eğilimler, Amerikan Püriten mirasını sarsmaya başlamıştı. Öte yandan iç sömürü mekanizmaları, Hıristiyanlığın bazı unsurlarını sömürülenleri avutmada kullanmaya devam ettiler. Sonradan “Protestan Ahlakı” diye Weber’in tanımladığı şey, aslında Protestanlığın güya çok çalışma doktrini değil, sömürü kalıplarına göre inancı yeniden tanımlamak üzerine kuruluydu. Üstelik eserin başlığı Kapitalizme bir de ruh bağışlamıştı: The Spirit of Capitalism.
Değişen nesil ve dağılan yerleşim merkezleri otoriteyi zayıflatırken, Avrupa’daki Aydınlanma hareketlerinin etkisiyle Amerikan kültüründe sekülerleşme hız kazandı. Papaz etkinliğini müteşebbis ve siyasetçilere bırakmaya başladı. On sekizinci asrın sonlarına doğru (1776) Bağımsızlık Savaşına bu süreçle gelindi. Aslında çoğu İngiltere doğumlu olan insanlar Amerika’yı İngiltere’den ayırmaya çalışırken, kültürel fark değildi mesele. Artık Amerika merkezli burjuva kendi varlığını İngiltere’den bağımsız, ama İngilizlerin usulleriyle devam ettireceklerdi. Savaş nedenleri arasında kullanılan argümanlar temelde bu ayrışımı vurguluyordu. Artık İngiltere’ye vergi verilmeyecekti. İnsan Haklarına dair tesbitler Amerikan eyaletlerinin tahriki ve “davanın” kutsanarak desteklenmesi için gerekti.
Bağımsızlık sonrasında Amerika’nın bir kimlik yaratması ve kendini hem Avrupa ve özellikle İngiltere’den farklı konumlandırması gerekiyordu. Bu da savaş kahramanlarıyla olmadı.
Kovboy Amerika’nın yeni asli figürü olmaya sonradan başladı
Bağımsızlık Savaşı sırasında Avrupa felsefe geleneğine aşina olan siyasetçiler çıktı. İç Savaş kahramanları askeri kahramanlarını çıkardı. Ama çok geçmeden askeri disiplin dışındaki kovboy sahneyi almıştı.
Yirminci yüzyılda Amerikan kahramanları Nietzsche’nin “Übermensch” tanımına uyan kahramanlara benzediler. Mitolojik boyutta ve normal insan görünümlü tanrısal güçle donanmışlık arasında bir yere oturmaya başladılar. Bu süper insanların altı milyon dolarlık” biyonik olanından, değişebilen androidlere; seri üretilenden, elektronik kuluçkadan çıkana; başka gezegenden gelenden, misyonu gezegenleri kurtarmak olana kadar bir dizi tiplemeleri oldu.
Süper insanlar Papazın aksine dış âleme, Kovboyun aksine dış dünyalara, uzak âlemlere yöneliyorlardı.
Rambo askerdi, ama kovboy gibi bireysel hareket ediyordu. Ve tabii ki kendi başına bir orduydu. Rambo imajı Amerikan militarizmi için Vietnam sonrasında psikolojik telafi unsuru oldu. Amerikan askeriyesi Hollywood’la sıkı bağlantılar içindeydi. Hatta bazı dönemlerde Pentagon elemanları gelen senaryoları inceliyor ve “uygun olmayan” kısımları makaslıyordu. Amerika Vietnam’da kaybetmişti; ancak Rambo her yerde olabilir, savaşabilirdi.
Çizgi filmlerden, romanlara, sanat eserlerine kadar betimlemeleri oldu. En son astronot tipinde Toy Story filmlerinde boy gösterdiğinde, ona teknikten fazla anlamasa da yol gösteren kovboy vardı. Yıldız Savaşları projesine kadar Reagan en yoğun olmak üzere, tüm Amerika başkanları özellikle çiftlikte ve kovboy şapkasıyla poz verirken bu hatırayı yâd ediyorlardı. Marlboro reklamlarında en etkili olan oydu ve yerini usulca Rambo’ya bıraktı.. Amerikalının Kilise’ye pek de ihtiyaç duymayan, Batı’ya doğru ilerlerken pervasız, sert olması ve yalnız olması gereken figürdü. Hem Avrupa’daki şövalye hem de askerlerin aksine, kovboy bireysel takılan bir kahraman oldu. At üzerindeydi, yalnızdı ve devamlı Batı’ya doğru at koşturması lazımdı. Hatta gönül eğlendirmeleri onun “erkek” tabiatının gereği olsa da evlenmemesi lazımdı. Amerika’nın açılımlarını ifade ediyordu.
Metin BOŞNAK
Saraybosna Üniversitesi Öğretim Üyesi