Tarihsel, sosyo-kültürel ve siyasal yakınlık dolayısıyla Türkiye’nin de Asya’daki en önemli müttefiklerinden biri olarak bilinen Pakistan, bugün bir kez daha siyasal gerginlik ve bu gerginliğin meydanlara yansıyan izdüşümü ile dünya gündemine gelmiştir. Federal başkent İslamabad’da parlamento ve hükümet kurumlarının bulunduğu alan olarak bilinen ve yoğun güvenlik tedbirleri ile koruma altına alınmış “kırmızı bölgede” yaşanan protesto gösterileri ve işgal girişimleri, ülke genelinde var olan toplumsal huzursuzluğun siyasal kişi/gruplar tarafından koordine edilmesi halinde nereye varabileceğini gösteren önemli bir örnek olmuştur.
Bu denli büyük bir huzursuzluğun arkasında yatan nedenlere göz gezdirildiğinde, her şeyden önce, ülke siyasetinin etnik/dinsel kimliklere ve bölgesel bağlılıklara bağlı olarak yönetilmeye çalışılmasının Pakistan’ın bağımsızlığından bu yana en büyük problemi olduğu söylenebilir. Nüfusun en az yarısını Pencaplıların oluşturması ve Pencaplıların siyaset, ekonomi, bürokrasi ve ordudaki ağırlıkları Sind, Beluci ve Peştunları rahatsız etmektedir. Bir diğer huzursuzluk kaynağı ise bölgeler arası gelişim farklılıklarının oldukça yüksek olmasıdır. Pencap ve Sindh eyaletlerindeki altyapı yatırımları ile ekonomik gelişmişliğin Khyber Pakhtunkwa, Belucistan ve Aşiret bölgelerinde görülmemesi, bu bölge halklarının Pakistan Hükümeti’ne tepki duymasına ve hatta Belucistan örneğinde görüldüğü üzere etnik kimliğe dayalı bir ayrılıkçılığa eklemlenmesine neden olmaktadır. Pakistan’daki toplumsal/siyasal huzursuzluğu ayyuka çıkaran bir diğer unsur, ülkenin kuzeyinde yer alan Afganistan’daki siyasal gerginliğin, coğrafi, tarihsel ve toplumsal nedenlerle doğrudan Pakistan topraklarına yansımasıdır. Nitekim ABD’nin 2001 sonrasında ilan ettiği “teröre karşı savaş” doktrini çerçevesinde Taliban ve El Kaide unsurlarına karşı giriştiği askeri operasyonlar, Afganistan-Pakistan sınırının coğrafi altyapı nedeniyle birçok bölgede belirsiz olmasından, sınır aşan bir niteliğe sahip olan kimlik vurgusundan (Taliban militanlarının çok büyük bir bölümü Peştun asıllıdır ve Pakistan’ın kuzeyinde çoğunluk Peştun kökenlidir) ve Taliban’ın Pakistan’da da örgütlü olmasından dolayı, Pakistan topraklarına da olumsuz bir şekilde yansımaktadır. ABD’nin “insansız hava araçları (drone)” ile Pakistan-Afganistan sınırında düzenlediği operasyonlarda çok sayıda Pakistan vatandaşının da hayatını kaybetmesine karşın Pakistan’ın “teröre karşı savaş” çerçevesinde ABD’ye destek veriyor olması, Pakistan hükümetlerinin toplumun önemli bir bölümü tarafından siyasal meşruiyetini yitirmesine neden olmaktadır. Ülkedeki toplumsal huzursuzluğun diğer önemli nedenleri ise ekonomik büyümenin bir türlü istenilen seviyeye ulaştırılamaması, siyasal işleyişin belli ailelerin kontrolünde olması (Butto, Şerif, Zerdari, vb.), artan işsizlik ve halen çözümlenememiş olan Keşmir Sorunu’dur.
Mayıs 2013’te düzenlenen seçimler sonrası Nawaz Şerif ve muhafazakâr eksende siyaset yapan partisi Pakistan Müslümanlar Birliği (Ligi) tarafından yönetilmeye başlanan ülkede, seçimlere hile karıştırıldığı yönünde ortaya atılan iddialar bir yılı aşkın bir süreden bu yana toplumun çeşitli kesimlerinde dillendirilmeye devam edilmektedir. İşte, bu noktada iki lider/siyasal hareket, seçimlere hile karıştırıldığı gerekçesini kendi siyasal yükselişlerini sağlayacak bir dayanak noktası olarak görerek, Ağustos 2014 itibarıyla, İslamabad’a varılacak uzun bir yürüyüş ile hükümeti istifa ettirebilmek amacıyla harekete geçmiştir. Hükümeti istifaya davet eden aktörler ise eski bir kriket oyuncusu olan ve bu oyundaki başarısıyla halkın önemli bir bölümü tarafından “ulusal kahraman” olarak addedilen Imran Khan (Han)’ın liderliğini yaptığı, kendisini siyasal merkezde konumlandıran ve Mayıs 2013 seçimleri sonucunda ülkenin en büyük üçüncü partisi haline gelen Pakistan Adalet Hareketi ile bir din adamı olarak tanınan, Pervez Müşerref’e yakın olduğu ifade edilen ve uzun süre Kanada’da yaşadığı gibi (7 yıl), Kanada vatandaşlığına da sahip olan Tahir’ul Kadri’nin liderliğini yaptığı Pakistan Halk (Avami) Hareketi’dir.
Başbakan Şerif’in başkentin güvenliğini orduya emanet eden bir karar almış olması ve yürüyüşü gerçekleştiren aktörlerin diğer muhalefet partilerinin de desteğini kazanamamış olması, hükümeti istifa ettirebilmek ya da iktidardan çekilmeye zorlayabilmek amacıyla düzenlenen yürüyüş ve protesto gösterilerinin hedefine ulaşamamasına yol açmıştır. Özellikle merkez solda yer alan ve Butto-Zerdari ailelerinin partisi olarak bilinen Pakistan Halk Partisi’nin Imran Khan ve Tahir’ul Kadri’ye destek vermemesi bu noktada önemli bir faktör olarak görülmelidir. Pakistan Halk Partisi, ülke siyasetindeki merkezi konumunu yitirmemek ve kendisinin dışında yer alacak siyasal figürlerin Pakistan Müslümanlar Birliği ve lideri Nawaz Şerif’e alternatif olabilmesini engelleyebilmek amacıyla İslamabad’daki gösterilere destek vermemiştir. Imran Khan ve Tahir’ul Kadri karşıtları, bu iki ismin, kendi siyasal ikballeri için ülkeye zarar verecek ve hatta Pakistan Ordusu’nu yeniden siyasete müdahale etmeye itecek bir oldu-bittiye yol açabilmeleri ihtimalinden bahsetmektedir. Hatta Tahir’ul Kadri’nin ordu mensupları ve Pervez Müşerref ile var olduğu iddia edilen bağlantılarının ve Imran Khan’ın popülerliğinin Pakistan’da askeri bir darbeyi tetiklemek yönünde kullanılmak istendiği de belirtilmektedir.
Gösterilerle Nawaz Şerif hükümetinin zayıflatılmak istenmesi bir iç politik rekabetin yansıması olarak görülmediği ve daha büyük bir resmin parçası olarak addedildiği takdirde küresel/bölgesel dengelerin yeniden gözden geçirilmesi gerekir. Nitekim Nawaz Şerif, iktidara gelir gelmez, ABD’nin, Pakistan topraklarında düzenlediği saldırılara duyduğu rahatsızlığı açıkça ifade etmiştir. Ancak Pakistan ile ABD arasındaki müttefiklik ilişkisini koparmak niyetinde olmadığını da söylem ve eylemleriyle de ortaya koymuştur. Bunun yanı sıra, ülkesi ile Hindistan arasında süregelen sorunlara bir çözüm bulunabilmesi yönünde çalışacağını belirterek Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin yemin törenine katılmış ve bu törenlere katılan ilk Pakistan başbakanı olmuştur. Çin ile Pakistan arasındaki güvenlik ve enerji merkezli bölgesel işbirliğini geliştirme niyetinin de altını çizen Şerif, dengeleri gözeten ve Pakistan’ın merkezi konumunun farkında olduğunu gösteren bir dış politika izlemeyi amaçladığını göstermiştir. Ancak Nawaz Şerif’in bu anlayışından memnun olmayan ve Pakistan’ın kendi dış politika çizgisine eklemlenmesini arzulayan bir dış güç Imran Khan ve Tahir’ul Kadri’nin eylemlerine destek olmuş olabilir. Bu dış güç kim olabilir diye düşünüldüğünde ise, akla ilk olarak ABD gelmektedir. Pakistan’ın hem Çin hem de Hindistan ile yakınlaşmasından rahatsızlık duyan, Çin’in Pakistan topraklarında geliştirdiği Gwadar Projesi’ni bölgesel politikalarına zarar verecek bir girişim olarak algılayan, “teröre karşı savaş” mottosuna mesafeli yaklaşılarak kendi dış politika stratejisinin sorgulanmasını tehdit olarak görebilecek ve Pakistan Taliban’ı ile mücadelede müzakereye dayalı bir sonuca ulaşılmasını arzulayan Nawaz Şerif’ten hazzetmeyecek bir aktör olarak, ABD ön plana çıkmaktadır.
Imran Khan ve Tahir’ul Kadri eliyle girişilen iktidar değişimi mücadelesi başarıya ulaşamayacak gibi görünse de, bu durum orta vadede bu tarz girişimlerin yeniden gündeme getirilmeyeceği anlamına gelmemektedir. Bu bağlamda, Pakistan’ın dış politika hamlelerini takip etmek, bu politikaların ne tür iç politik değişimlere yol açabileceğini öngörebilmek açısından önemlidir.
Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU
Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü