2- Makedonya
Yunanistan’dan sonraki ikinci durağımız Makedonya; Üsküp idi. 3 günlük Selanik seyahatimizden sonra Atina’dan gelip, Belgrad’a giden bir otobüse atlıyoruz ve gece yarısı saat 02.00 civarında Makedonya’ya varıyoruz. Keşfedilmeyi bekleyen yeni bir şehir, yeni heyecanlar. Aslında resmi adıyla; Former Yugoslav Republic of Macedonia – FYROM, Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti. Birleşmiş Milletler tarafından 1983 yılında tanınan ülke, Yunanistan’ın itirazı sonucu Birleşmiş Milletler tarafından bu isimle anılmaktadır.
Şehre, gece yarısı soğuk bir ayaz eşliğinde ayak bastığımız için hemen hostelimizin yolunu tutuyoruz. Sabah olduğunda ise cama vuran yağmur sesleriyle uyanıyoruz ve yağmurun dinmesiyle birlikte hostelimizden ayrılıp kahvaltı için uygun bir yerler bakmaya başlıyoruz. Yunanistan’dan sonra bütün mekânlar fiyat olarak çok uygun geliyor. Makedon denarı, bizim para birimimizden de düşük. Kahvaltı öğününü hemen geçiştirdikten sonra bir harita ediniyoruz ve gezilecek yerleri belirliyoruz. Makedonya Meydanı, Taş Köprü, Rahibe Terasa’nın Evi, Üsküp Kalesi, Milenyum Haçı, Üsküp Çarşısı ve çarşının içerisinde yer alan Osmanlı Dönemi’nden kalma; camiler, hamamlar, hanlar…
Makedonya’nın başkenti olan bu şehir 1392 yılında Osmanlı himayesine girmiş ve 500 yıldan fazla Osmanlı idaresinde kalmıştır. Vardar Nehri’nin süslediği bu güzel şehirde tıpkı diğer Balkan ülkelerinde olduğu gibi birçok Osmanlı yapısına rastlamak mümkün. Biz de bunları keşfetmek için yola koyuluyoruz. Bu şehre gelmeden önce küçük araştırmalar yaparken ilgimi çeken en güzel başlık; “İyi İnsanlar Ülkesi Makedonya” olmuştu. Ve Üsküp’te kaldığımız 2 gün içerisinde bunun ne kadar doğru olduğunu bizzat deneyimledim. Hele de Türk olduğunuzu söylediğiniz zaman daha da bir sıcak davranıyorlar size. Sorduğunuz yollar, otobüsler, tarihi yerler hep gülümsemelerle cevap buluyor. Özellikle ATM’den para çekerken yanımıza gelen bir teyzenin bir anda İngilizce olarak; Siz Türk müsünüz?, biz Türkleri çok severiz, Müslümanları çok severiz. Bende Türkiye’de bulundum ve çok güzeldi. Tanrı hep yanınızda olsun sizin…gibi cümleleri gerçekten bizim için şaşırtıcıydı. Makedonya’nın karma bir nüfusu var. Şehrin %60’tan fazlası Makedon ve kalan yüzdelik dilim, Arnavut, Roman, Sırp, Boşnak ve Türk nüfusu olarak dağılım gösteriyor.
Gezimize Eski Üsküp Çarşısı ya da Türk Çarşısı olarak da geçen yerden başlıyoruz. Hemen hemen gezilecek bütün yerler bu çarşının içerisinde ve çevresinde. Burası büyük bir alan içerisine kurulmuş oldukça büyük bir çarşı, içerisinde; kafeler, restoranlar, camiler, han, hamam ve kiliseler var. Ve çarşıya girdiğiniz andan itibaren sokaklar sanki Balat’a, Sultanahmet’e, Eminönü’ne çıkıyor. İlk olarak Davut Paşa Hamamı’nı ziyaret ediyoruz, 15.yüzyılda Doğu Rumeli Veziri Davut Paşa’ya hizmet vermek için yapılmış. Hamam hem erkek, hem kadın kısımlarından oluşuyor. Isınma odaları, banyolar, giyinme odası ve içeri girdiğinizde ortada iki tane çeşme bulunmakta. Fakat günümüzde burası sanat galerisi olarak çarşının ziyaretçileriyle buluşmakta.
Sonraki durağımız ise Üsküp’te ayakta kalmayı başaran üç adet handan birisi olan, Kurşunlu Han. Burası 16. Yüzyılda III. Selim döneminde yapılmış. Yapıya adını veren ise I.Dünya Savaşı sırasında çıkarılan, çatısında bulunan kurşun yapı. Zemin katta atların ve sürülerin bakıldığı, birinci katta ise misafirlerin kaldığı iki katlı bir yapı, ancak günümüzde geniş bir bahçeye sahip olması sebebiyle içerisinde iki adet kafe bulunuyor. Çarşının içerisinde bulunan diğer iki han ise, Sulu Han ve Kapan Han. Bu iki yapıda 15.yüzyılda inşa edilmiş. Kapan Han günümüzde Üsküp Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi bünyesinde kullanılmakta. Sulu Han ise bir restoran olarak restore edilmiş.
Üsküp Çarşısı içerisindeki yolculuğumuza devam ederken sırayı, çarşının en büyük camisi olan Mustafa Paşa Camisi alıyor. Bu cami 15.yüzyılda Yavuz Sultan Selim’in veziri olan Mustafa Paşa tarafından yapılmıştır. Zaman içerisinde depremlerden zarar gören cami, dönem dönem kapalı kaldıktan sonra günümüzde ibadet için kullanımına devam etmekte. 2006 yılından itibaren de TİKA (Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı) caminin yenileme çalışmalarıyla ilgilenmekte. Murat Paşa Cami çarşının içerisinde yer alan bir diğer cami. Bu cami 1436 yılında inşa edilmiş ve bir dönem maruz kaldığı yangın sonucunda Sultan Süleyman’ın bağışlarıyla tekrar tamir edilmiş bir cami. Kubbe yerine düz bir tavanı olması sebebiyle, bakıldığında bir manastırı anımsatıyor. Dikdörtgen şeklindeki bu yapı Üsküp’ün en büyük camisi olarak çarşıdaki yerini alıyor. Çarşının içerisinde bir saat kulesi var, aslında özel bir kule değil ve Üsküp’te bu kulelere fazlaca rastlamanız mümkün. Bu alanda yer almasının sebebi ise, namaz saatlerini bildirmesi.
Üsküp çarşısında yer alan Bedesten ise, baharat, mücevher, takı, kumaş gibi şeylerin satıldığı bir bölüm. Buradan hediyelik eşyalar da edinebilirsiniz. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde yazdığına göre bu Bedesten, Şam’da bulunan Bedesten’den sonra en büyük ikinci yermiş. Fakat geçirdiği yangından sonra, günümüzde daha küçük bir alan içerisinde yer alıyor. Tavla sesleriyle birlikte çarşının içerisinde keyifle ilerlerken acıktığımızı fark ediyoruz ve Türk yemeklerinin fazlaca mevcut olduğu bu çarşının içerisinde hiç düşünmeden önümüze gelen ilk restorana oturuyoruz. Seçenekler kısıtlı olduğundan bir menü yok; köfte, kuru fasulye ve salata. Başta üzülüyorum ve bir kuru fasulye söylüyorum. Güveç içerisinde üzerinde tereyağ eritilmiş önüme gelen bu fasulye daha önce hiç tatmadığım cinsten ve muhtemelen bir daha tadamayacağım bir lezzet. Kokusu hala burnumda diyebilirim. Ve bir gün Makedonya’ya tekrar gitmeme bile sebep olabilir bu lezzet. Köftelerimizi ve salatalarımızı da yedikten sonra İstanbul’dan yola çıktığımız günden itibaren ilk kez bu kadar doymuş olarak yola devam ediyoruz.
Üsküp Çarşısı’nı ve Üsküp Meydanı’nı birbirine bağlayan Taş Köprü üzerinde ilerliyoruz. Vardar Nehri üzerinde yer alan bu köprü 6.yüzyılda Bizans İmparatoru Jüstinyen tarafından yapılmış. Yapıldığı günden bugüne de şehrin simgeleri arasındaki özelliğini korumakta. Köprünün en büyük yenileme çalışması 15.yüzyılda Fatih Sultan Mehmet tarafından yapılmıştır. Bu sebeple Osmanlı Köprüsü olarak da anılmaktadır. Köprüden geçip Üsküp Meydanı’na gelince sanki şehir değiştirmiş gibi hissediyorsunuz. Geride bıraktığınız çarşı size eskiyi, Osmanlı’yı hatırlatırken bulunduğunuz meydan bir Avrupa Şehri’ni hatırlatıyor. Benim sayımıma göre meydanda bir kaçı devasa büyüklükte olan 18 adet heykel bulunmakta. Şehrin tam ortasında yer alan Üsküp Meydanı’nda bulunan bu heykeller ‘Proje 2014’ adı altında hayata geçirilmiş. Maliyetlerinin yaklaşık 200 milyon Euro olduğu söyleniyor. İskender Heykeli, İskender’in Babası, Kadın Figürleri, Samuil Heykeli, Gotse Delçev heykeli…ve dahası. Atının üzerinde kılıcıyla meydanda şaha kalkmış Büyük İskender Heykeli, mimarinin anavatanı İtalya’da Floransalı sanatçılar tarafından yapılmış. Arka tarafında 1.Bulgar İmparatorluğunun Makedonya doğumlu kralı Çar Samuil’in bembeyaz taştan heykeli yer alıyor. Ve benim kim olduklarını çözemediğim diğer heykeller. Meydanın kalabalığından faydalanıp bir Makedon vatandaşına bilmediğim heykelleri soruyorum. Bir cevap veremiyor. Kendisi de bilmiyor ve bilen insanda çok azdır diyor. Hükümet heykel projesini açıklarken, ülkeyi Avrupa standartlarına çıkarmayı hedeflediklerini ve bir turistik şehir oluşturacaklarını gerekçe göstermiş. Ancak heykellerin maliyeti muhalefet tarafından oldukça eleştirilmiş. Görünen o ki halkın da bu durumdan pek memnun olduğu söylenemez. Belki de tüm bu heykeller Yugoslavya’dan ayrılıp bağımsızlığını ilan eden bu genç ülkenin kendi kimliğini oluşturma çabalarıdır. Alandaki en güzel şey bir sihirbazı andıran kostümü, kocaman şapkası ve iki atıyla size meydanı gezdiren; faytoncu.
Taş Köprü çevresinde Makedonya Mücadele Müzesi, Arkeoloji Müzesi ve Makedonya Ulusal Müzesi bulunuyor. Ulusal Müze’yi restore çalışması dolayısıyla ziyaret edemiyoruz. Bağımsızlığın 20.yıl anısına Makedonya Mücadele Müzesi 2011 yılında ziyaretçileriyle buluşmaya başlamış. Müzede Osmanlı Dönemi Mücadeleleri ve Yugoslavya’dan ayrılıp bağımsızlığın ilan edildiği döneme kadar ki mücadele tasvir edilmekte. Ulusal Müze’de ise tarih öncesi dönemlerden 15.yüzyıla kadar olan objeler, tarihi kıyafetler ve değerli eşyalar sergilenmekte. Üsküp’e yolunuz düştüğü zaman müzeleri oldukça uygun bir fiyata saat 10.00-18.00 arasında ziyaret edebilirsiniz. Müze gezilerimizi de tamamladıktan sonra havanın kararmasıyla birlikte gezimizi sonlandırıp bir yorgunluk kahvesi için küçük bir kafeye oturup ardından hostelimizin yolunu tutuyoruz.
İkinci güne uyandığımız zaman bir önceki günün aksine doğan güneş gezimizi daha da keyifli bir hale getirmek için bize eşlik ediyor. Haritamızı açıp bu son günümüzde listemizde kalan gezilecek yerleri buluyoruz. Ve ilk olarak Üsküp Kalesi’nden başlıyoruz. Kale, Üsküp’ün en yüksek tepesinde yer alıp, 6.yüzyıl civarında Roma Dönemi’nde inşa edilmiş. Maruz kaldığı bir deprem sonucunda 11.yüzyılda Bizans İmparatoru Jüstinyen tarafından yeniden yapılmış. Kale, Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’ne de konu olmuştur. Günümüze kadar yangınlara ve depremlere maruz kalıp birçok hasar gören Üsküp Kalesi, 24 saat açık olarak ziyaretçilerine hizmet vermekte.
Sırada ki durağımız Rahibe Terasa’nın Evi. Rahibe Terasa Üsküp’te bulunan bu evde dünyaya gelmiş ve 18 yaşına kadar bu evde yaşamış. Aslında evin bulunduğu bu alanda şuan bir ev yok. Ön ve arka tarafta Rahibe Terasa’nın heykellerinin yer aldığı bir şapel var. Duvarlarında da yine Rahibe Terasa’nın tabloları ve barışı simgeleyen beyaz güvercin motifleri yer almakta. Hayırsever Misyonerler Cemaati’nin kurucusu olup yaptığı yardımlar ve çalışmalardan dolayı 1976 yılında kendisine Nobel Barış Ödülü verilmiş ve 1997 tarihinde de ölmüştür. Buradan ayrılıp yemek yemek için bir yerler ararken Selanik’ten alışık olduğumuz bir manzarayla, çocuk dilencilerle karşılaşıyoruz. Bizden ısrarla para istiyorlar ve öğreniyoruz ki Bulgarlar.
Trenimizin kalkmasına yaklaşık 4-5 saat kala gözümüze haritada büyüleyici güzellikte olan ‘Matka Kanyonu’ ilişiyor. Hemen heyecanla bir büfeye girip buraya nasıl gidebileceğimizi soruyoruz. Fakat aldığımız cevap üzücü. Taksiyle gidiş-dönüş yaklaşık 80 Euro tutacağını ve otobüslerin çok seyrek gittiğini öğreniyoruz. Üsküp’e 15 km uzaklıkta olması ve gezme payımızı da ekleyince akşam trene yetişmek imkansız gibi göründüğünden ‘Matka Kanyon’u içimizde bir burukluk olarak kalıyor. Öğreniyoruz ki dünyanın en derin su altı mağaralarını barındırıyormuş, bin farklı bitki türü, yeşili, mavisi de cabası. Bu sebeple eğer bir doğa aşığıysanız bir gün yolunuz düşerse Üsküp’e, ilk olarak ‘Matka Kanyonu’nu ziyaret edebilirsiniz.
Üsküp’ün sokaklarında ilerlerken en dikkat çekici şeyler yaklaşan ‘Paskalya’ sebebiyle her tezgâhı süsleyen rengârenk yumurtalar. Diğeri ise hem Üsküp Meydanı’nda hem de civarında devam eden inşaat çalışmaları. Görünen o ki ‘Proje 2014’ tamamlanmamış henüz. Tren istasyonuna doğru yol alırken Üsküp dağları zirvesinde yer alan ‘Milenyum Haçı’ da bizi takip ediyor. Haç ilk olarak şehre geldiğim gece vaktinde gözüme çarpmıştı. Dağın tepesinde ışıklandırılmış kocaman bir haç. 66 metre uzunluğunda dünyanın en büyük haç anıtı olduğunu öğrendik, Hıristiyanlığın 2000.yılı anısına inşa edilmiş. Ve aslında Balkanlar’da yaşayan Müslüman nüfusunun çoğunluğunu da göz önüne alırsak yapılışında çok daha derin anlamlar barındırıyor olabilir. 2011 yılında Haç’ın yanına bir teleferik eklenmiş, çevresinde de hediyelik eşya dükkânları ve restoranlar yer almakta.
Saat 20.00 ve trenimizin anonsunu duyduk. Yeni bir şehir için vagona atlama vaktiydi. Ve 2 günlük Üsküp gezimize, bu şehirde dünyaya gelen, zihnimde dolaşan Yahya Kemal Beyatlı mısralarıyla veda ediyorum. Herkese keyifli okumalar.
Çıktığın yolda, bugün, yelken açık, yapyalnız,
Gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervâsız,
Yürü! Hür mâviliğin bittiği son hadde kadar!
İnsan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar.
Zeynep Demir
TUİÇ BALKAM Araştırmacısı