Öte Yanımız; BALKANLAR

1-Yunanistan

TUİÇ BALKAM ekibine dâhil olduktan sonra beni en çok heyecanlandıran coğrafyaların başında Balkanlar gelmeye başladı. Hem yüzyıllar boyunca Osmanlı hâkimiyetinin sürmüş olması, hem barındırdığı milyonlarca Müslüman nüfusu, hem de masa başında çalıştığımız ülkeleri sahada görmek heyecanıyla bu coğrafyayı, nasıl ziyaret edebilirim sorusunu düşünmeye başladım.

Çünkü ekip içinde de sık sık dile getirdiğimiz ve en çok yapmak istediğimiz şey sahaya inmek ve ülkeyi kendi tecrübelerimizle analiz etmeyi başarabilmekti. Öğrenci olduğumuzu hesaba katarak Balkanlar’ı gezmenin en keyifli ve en avantajlı yolunun tren seyahati olacağına karar verdim. Sonrasında ise temin etmem gereken Balkan Flexipass bileti, haritalar ve yol arkadaşlarıydı. Güzel bir bağımlılığın ilk adımlarını atmaya karar vermiştim fakat okul dönemi sebebiyle tüm ülkeleri gezmem zordu. Bir yol haritası oluşturdum ve ilk adımda; Yunanistan, Makedonya, Sırbistan ve Bulgaristan’a karar verdim.

Ve başlıyorduk; ilk durağımız Yunanistan, Alexandroupolis idi. Türkçe adıyla çok daha tanıdık gelecek olan, “Dedeağaç”. Yunanistan’a ulaşımımızı otobüs ile sağlamak zorundaydık. Çünkü kriz nedeni ile Yunanistan’ın uluslararası tren seferleri birkaç yıldır iptal idi. Bu sebeple soluğu Selanik’e geçişimizi sağlayabileceğimiz, Batı Trakya’da, Edirne’ye yaklaşık 50 km uzaklıkta olan bir liman kenti Alexandroupolis şehrinde aldık.

Osmanlı Devleti’nin yüzyıllar boyunca hüküm sürdüğü bu topraklar, iki evreli olarak Osmanlı’nın elinden çıkmış. Birinci ve İkinci Balkan Savaşları sonrasında Balkanlar’daki son topraklar da kaybedilmiştir. Bu savaşlar sonucunda Dedeağaç’ta önce Bulgaristan’a, ardından Yunanistan’a bırakılarak Osmanlı’dan kopmuştur.

Cumartesi günü İstanbul’dan saat 10’da hareket edip, pasaport kontrollerinde çokça zaman kaybettikten sonra saat 16.00 civarında Dedeğaç’a geldik. Kafelerin, caddelerin ve sokakların aşırı kalabalığını hafta sonu oluşuna bağlıyorduk ki pazartesi günü şehirden ayrılırken aynı yoğunluğun devam etmesi bizi şaşırttı. Şehirde bir sağlık bilimleri fakültesi bulunuyor, genç nüfus oldukça fazla, fakat çalışmayı pek seviyor gibi görünmüyorlar. Açıkçası, kaldığımız iki günlük süre içerisinde saat 15.00’dan sonra açık bir dükkân göremedik. Anlaşılan o ki, Yunanlılar öğle uykusu anlamına gelen ‘siesta’ keyfinden hala vazgeçmemişlerdi. Oysa AB ve Yunan Hükümeti bu uykucu çocuklarını uyandırma derdindeydi. Bu şehirde antik bir kalıntı ya da gezilmesi gereken tarihi yerler yok, masmavi bir denizi ve çok güzel koyları var. Bu nedenle olmalı ki yazın bu şehrin çok fazla turist çektiğini öğrendik. Bizim tercih etme sebebimiz ise demiryolu ağı idi. Tabii meşhur yoğurtlu dondurması da tadılmaya değerdi. İki günümüzü Dedeağaç’ta geçirdikten sonra sabahın erken saatinde ( 06.00 ) tren istasyonuna gelip, Selanik trenimize bindik, Atina’yı kederle içimizde bırakarak. Tarih’te çok önemli bir yere sahip olan, birçok ilke ev sahipliği yapmış, tarihi, antik dokusuyla başkenti görmek en büyük arzumuzdu. Ancak hem coğrafi uzaklığı, hem zaman faktörü, hem de tren seferleri nedeniyle bir seçim yapmak zorundaydık. Selanik’ten sonra rotamızı Üsküp’e çevirmeye karar vererek, Atina’yı daha güneşli günlere bıraktık. Yaklaşık 8 saat süren yolculuğun ardından saat 14.00 civarı Selanik’e vardık. Hava durumu haberlerinden hep duymaya alıştığımız, Balkanlar’ın soğuk havası bizi burada da karşıladı. İstasyondan çıkmadan hemen şehir haritamızı alıp incelemeye başlamıştık bile… Tren istasyonundan çıkar çıkmaz şehrin karmaşası, kalabalıklığı bize İstanbul’u hatırlatıp biraz ürküttü ama şehri keşfetme heyecanımız daha üstündü. Çantalarımızdan kurtulmak için ilk olarak Hostel’imizin yolunu tuttuk. Gezilmesi gereken yerleri tek tek çıkarmıştık; Aziz Dimitrios Kilisesi, Beyaz Kule, Ote Tower, Selanik Şemsiyeleri, Arkeoloji Müzesi, Atatürk’ün evi… liste uzayıp gidiyordu. Selanik hakkında belki de en çok duyulan cümle, İzmir’e benzerliğidir. Muhteşem bir sahili var; bisiklete binen, yürüyüşe çıkan insanlar, çimlerde uzanan çocuklar, gezintiye çıkarılan köpekler, sokak çalgıcıları her daim sahilde. Tabii Selanik sokaklarından aklımda kalan dilencileri de unutmamak lazım. Özellikle çok fazla Bulgar ve Arnavut çocuk var. Çalgılarını alıp yanınıza gelince uzun süre ayrılmıyorlar, Türk olduğunuzu söylediğiniz de ise hemen gülümsüyorlar, ‘İstanbul’, ’Turkish’ akabinde devam eden kelimeler dile geliyor.

Ertesi güne başladığımızda ilk olarak Aziz Dimitrios caddesini bulmaya koyulduk. Çünkü bu cadde üzerinde gezilecek çok fazla yer var. Selanik genel olarak gezilmesi oldukça kolay bir şehir çünkü dümdüz. Ve yürüyerek gezilecek her yere rahatlıkla ulaşabiliyorsunuz. Hostel’imizi tam merkezde seçmiş olmamız da bizim için büyük bir avantaj oldu. İlk olarak caddeye de adını veren Aziz Dimitrios Kilisesini gezdik, Selanik’in en gösterişli ve meşhur kiliselerinden biri. Kiliseye adını veren Aziz Dimitrios bir Roma vatandaşı, Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra bu dini yayma çabalarında bulunuyor ve sonucunda ise bir hamamın alt katına hapsedilerek boynu vuruluyor. Bedeni ise bulunduğu yere gömülüyor. Ve bu bedenin bulunduğu yere 4.yüzyılda bir tapınak yapılıyor, daha sonra daha da büyütülüyor fakat önce depreme maruz kalması, ardından bölgenin Osmanlı hâkimiyetine geçmesiyle burası camiye dönüştürülüyor. Büyük bir yangına maruz kalan camii kullanmaz hale geliyor ardından da onarılarak 1949 yılında tekrar Hıristiyan ibadetine açılıyor ve Aziz Dimitrios Kilisesi adını alıyor. Taş bina yapısı, kilise içerisindeki motifler ve yangından, depremden kalan kalıntılar görülmeye değer. Kilisenin hemen çıkışında yine sizden para istemek için yanınıza yanaşan birkaç göçmenle karşılaşıyorsunuz.

Sonraki durağımız ise Ata’mızın evi oluyor. Konsolosluğumuzla aynı bahçe içerisinde Atatürk’ün evinin de bulunduğu bu alan Yunanistan’da kalan tek Türk toprağı oluyor. İçeri girer girmez ziyaretçilerin imzaladığı dosyayı elimize alıyor ve bizde imzalıyoruz. O sırada diğer ziyaretçilere göz gezdirirken, yüzümde hafif bir tebessüm ile Çin’den, İngiltere’den gelen insanların imzalarını görüyor ve gururlanıyorum. İlk olarak Ali Rıza Bey’in diktiği ve hala bahçeyi süsleyen koca ağaç karşılıyor bizi. Sonra heyecanla evin merdivenlerini çıkıyoruz. Girdiğimiz her oda bize Atatürk’ün çocukluğundan başlayıp, askeri, siyasi hayatı, Kurtuluş Mücadelesine kadar ve Ata’nın özelliklerine dair birçok bilgiyi veriyor. Resimler, yazılar, slâytlar, dünya gazetelerinden manşetler, adeta tarihte bir yolculuğa çıkıyoruz. Son odaya girdiğimizde karşımıza çıkan balmumu Atatürk heykeli ise bizi sarsıp kendimize getiriyor. O kadar gerçekçi duruyor ki iyice yanaşıp, heykelin gözlerindeki derinliği daha da yaşamak istiyorsun. 2010 yılında Kültür Bakanlığımız tarafından restore edilen ve restorasyonu 3 yıl süren ev, daha önce eşyalarla ev yaşantısı sergilenirken artık günümüzde müze statüsünde. Müzeden çıktıktan sonra ise meşhur Kamara Meydanı’na ilerliyoruz. Burada Osmanlı döneminden kalma Rotanda Camisi dikkat çekiyor. Caminin giriş kapısında yarı silik Arapça yazılar hemen üzerinde ise İsa resmi yer alıyor. Ülke, Osmanlı hâkimiyetinden çıktıktan sonra caminin minaresi kesilerek kilise olarak kullanılmaya başlıyor. Şimdilerde ise müzeye dönüştürülmek üzere restorasyon çalışmaları devam ediyor.

Selanik sokaklarında, kafelerinde de genç nüfus hemen dikkat çekiyor. Şehirde büyük bir alana yerleşmiş Selanik Üniversitesi var. Sahilde Yunan bir amcanın sohbetimiz sırasında dediği gibi şehir tam anlamıyla bir öğrenci şehri.

Devam eden rotamız Aristoteles Meydanı. Şehrin en ferah ve geniş alanı diyebiliriz alanın mimarisi ve yol kenarlarını süsleyen portakal ağaçları oldukça güzel. Meydanda güvercinler için yem satan amcalar ise bize yine İstanbul’u hatırlatıyor. Gün batarken sahile gelip oturduğumuzda kulağıma uzaklardan bir müzik melodisi geliyor; ‘Ederlezi’. Evet hatırlıyordum bu müziği; Çingeneler Zamanı isimli bir Yugoslav Filmin müziği. Goran Bregoviç tarafından yapılmıştı ve bu güzel şarkıda oradandı. Gözlerimi kapattım ve Balkanlar’ın sıcaklığını daha da hissetmeye koyuldum.

Ertesi güne başlarken ilk durağımız White Tower, Beyaz Kule oluyor. Kule tam sahilde yer alıyor. Osmanlı döneminde Kanuni Sultan Süleyman tarafından inşa edilerek gözetleme kulesi olarak kullanıyormuş. Balkan Savaşları sonrasında şehir kaybedilince kule vaftiz adı altında beyaza boyanıp, geçmişin izleri silinmeye çalışarak bu adı alıyor. Ve günümüzde Selanik’in simgelerinden kabul ediliyor. Ancak şuanda da beyaz bir renkte olduğu pekte söylenemez. Kuleyi gezmek için içeri girdiğimizde bilet alırken öğrenci kimliğimiz olup olmadığı soruluyor, kimliğimiz var fakat Avrupa Birliği üyesi olmayan bir ülke öğrencisi olduğumuz için maalesef öğrenciliğimiz burada bir anlam ifade etmiyor ve 4 Euro’ya bilet alıyoruz. Kule 2008 yılından itibaren müze olarak faaliyet göstermekte. İçeride Dünya Savaşlarından, Balkan Savaşlarından slâyt gösterisi ve Selanik Tarihi’ne dair sunumlar bulunmakta. Kule’nin tepesine çıktığınızda ise bütün Selanik ayaklarınızın altında. Kule’den inip, sahilde ilerlerken Selanik Şemsiyeleri hemen dikkat çekiyor. Sahilin kenarında göğe doğru yükselen yaklaşık 50 şemsiye. Bu şemsiyelerin özel bir anlam ifade edip etmediğini merak ediyor ve sahilde yürüyüş yapan bir Yunana soruyoruz. Ve kendisi bize 1997 yılında Kültür Başkenti Selanik için yapıldığını, özellikle gün batımında çok daha güzel göründüklerini söylüyor. Şemsiyelerin yaklaşık 50 metre uzağında meydanın tam ortasında şaha kalkmış bir atın üzerindeki İskender Heykeli ise çok etkileyici. Ancak ilerleyen günlerde Üsküp ziyaretimizde Üsküp meydanında gördüğümüz İskender heykelinin daha görkemli olduğunu itiraf etmeliyim. Yunanlılar ile Makedonlar arasında ‘İskender kimin atası?’ kavgası ve kültürel miras tartışması devam ede dursun der ve bence heykel projesinde kazanan Üsküp diye eklemek isterim.

İskender’e selam ettikten sonra karnımızın acıkmaya başladığını fark ediyoruz. Şehirde en meşhur yemekler tabii ki deniz ürünleri. Tales Meydanı’nda yer alan büyük balık pazarından yükselen kokular ve her daim azalmayan kalabalıkta sanırım bunun en önemli ispatlarından birisi. Bizde bu güzel lezzetlerin hakkını vermek üzere bir balık restoranına oturuyoruz ve bir kez daha ne kadar pahalı bir ülke olduğunu görüyoruz Yunanistan’ın. Zira sonraki üç ülkede harcadığımız paranın toplamını yalnızca Yunanistan’da harcamışız. Tabii burada Euro bölgesi faktörünü de unutmamak lazım. Bu hesaplarla son gecemizi geçirmek için Hostel’imize doğru yol alıyoruz.

Ote Tower, Selanik’e veda etmek için uğranılacak en iyi durak. Günümüzde Yunan GSM operatörü olarak hizmet veren bir şirket tarafından kullanılmakta. Üç katlı olan binanın ilginç bir yapısı var. Burayı büyüleyici kılan ise kulenin en üst katında yer alan ve 360 derece dönen kafesi. Bizde şehirden ayrılmadan önce tüm Selanik’e bir kuşbakışı bakmak için kafeye çıkıyoruz. Oturduğunuz anda çok dikkatli olursanız dönmeye başladığınızı hissediyorsun ve tam 60 dakika sonra bir tam tur atmış oluyor ve bulunduğunuz noktaya tekrar geliyorsunuz. Gördüğünüz manzara ise tarif edilemez. Bütün Selanik ayaklarınızın altında; boylu boyunca sahil, tepeler, binalar göremediğimiz yerler… çok büyüleyiciydi. Bizde Ote Tower’daki turumuzu tamamladıktan sonra tekrar aşağı iniyoruz. Ve vedamızı tamamlamak üzere sahile inip bir sokak çalgıcısı arıyoruz. Karşımıza aynı anda hem tef, hem akordeon hem de saksafon çalan bir amca çıkıyor, çimlere uzanıp onu dinlemeye koyuluyoruz. Ayrılmadan önce yanına gidip ondan ‘Ederlezi’ şarkısını istiyorum biraz sohbet ettikten sonra 15 sene önce Arnavutluk, Tiran’dan Selanik’e göç ettiğini ve Türk olduğumu söyleyince kendisinin de Müslüman olduğunu söylüyor. Selanik’in güzelliklerinden öyle bahsediyor ki söylediklerine katılmamak mümkün değil.

Çektiğimiz resimler, hafızamıza kazınan yerler, farklı bir ülkeyi ucundan, köşesinden de olsa yakalayabilmiş olmanın verdiği haz ve sonraki durağımıza ulaşmak için sabırsızca damarlarımızda akan keşif heyecanı…

Benim keyifle ve merakla gezdiğim bu ülke kendimce zihnime güzel anılar biriktirdi umarım siz değerli okuyucularımıza da güzel bir tat vermiştir. Kim bilir belki bir gün bir dirhem rehberlik eder.

Yunanistan’a selam, Makedonya’ya devam.

Zeynep Demir

TUİC BALKAM Araştırmacısı

Twitter: @tuicbalkam

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...