Kuşkusuz, Türkiye’de çok bilinen yanlışlardan birisi de Türkiye Cumhuriyeti Anayasaları(Teşkilat-ı Esasiye Kanunu)’nın askerler tarafından yapılmış olduğu olgusudur. Hatta daha ileri bir deyimle bu olgu, geçerli bir fenomen hale getirilmiştir. Yanlıştır. Peki, son günlerde çok yaygın olarak kullanılan bu fenomen sözcüğü ne demektir? Fenomen- yeni Türkçesi “görüngü” demek olan bu kelime tutar mı? Doğrusu ben de bilmiyorum.- somut, duyularla algılanabilir ve denenebilir bir olay ve bir nesnedir. Böyle olmasına karşın, bilinen çevreler tarafından Türk toplumuna dayatılan bu algılama düzeyi külli yanlıştır. Şimdi gelin birlikte Cumhuriyet dönemi anayasa çalışmalarına bir bakalım.
Örneğin II. TBMM daha tesis edilmeden önce bizzat Mustafa Kemal Atatürk tarafından ilk yapılan işlerden birisi anayasa çalışmalarıdır. Mustafa Kemal o günkü diliyle ve de doğru bir tespit ile Genel Örgütlenme Yasası (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu)hazırlığı için bir Hukuk Uzmanları Kurulu (Mütehassıslar Encümeni)nun kendi eliyle kurdurmuştur. Anayasa taslağını hazırlayan Hukuk Uzmanları Kurulu anayasa komisyonunun çalışmalarıyla bütünleşmiş, bir Kurucu Meclis (Meclis-i Müessesan) niteliğindeki genel kurulda tartışılarak kabul edilmiştir. 1924 Anayasası, aslında devleti yapılandıran devrimci bir “Genel Örgütlenme Yasası”dır, doğrusu gerçekten de budur. Ancak, Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası “Kanun-u Esasi” olarak kabul edildiği için ve de Batı dillerinde “Constitution” yaygın olarak kullanıldığından “anayasa” sözcüğü benimsenmiştir. Anayasa sözcüğü “Galat-ı Meşhur” olduğu ve herkes tarafından kabul gördüğü için bu şekilde kullanılmış ve kullanılagelmektedir. Çünkü “Galat-ı meşhur lugat-ı sahihten evladır”, yani “kullanım yaygınlaşmışsa, yanlış da olsa doğrusuna tercih edilir” özdeyişi anayasa olgusunu doğrulamaktadır.
Zaten, anayasa sözcüğünün tarihçesi de 18’inci yüzyılın ortalarından itibaren başlamıştır. Anayasalar, devleti hukuka, yurttaş haklarını güvenceye bağlamak için oluşmuşlardır. 1924 Anayasası, saltanatı ve hilafeti yıkıp yerine cumhuriyeti getiren; insanlığın uyanış çağını vurgulayan vicdan özgürlüğünü içeren; laikliği devletin temel ilkesi yapan sürecin anayasası, Türkiye’nin tarihinde en büyük devrimci belgesidir.
Gelelim 1961 Anayasasına. TC’nin ikinci Anayasa çalışmalarına 27 Mayıs 1960 ihtilalin birinci günü başlanılmış, üç taslak üzerinde yapılan çalışmalar içinden İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Sıddık Sami Onar’ın soyadıyla anılan “Onar Komisyonu” kabul görmüştür. Daha ihtilalin birinci günü 27 Mayıs 1960 tarihinde İstanbul Üniversitesi´nden Rektör Prof.Dr. Sıddık Sami Onar, Prof.Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Prof.Dr. Naci Şensoy, Prof.Dr. Ragıp Sarıca, Prof.Dr. Tarık Zafer Tunaya, Prof.Dr. Hüseyin Nail Kubalı ve Prof.Dr. İsmet Giritli´yi askerî bir uçakla Ankara´ya Anayasa hazırlamak için getirilmişlerdir. 28 Mayıs günü komisyona Ankara´da iştirak eden Prof.Dr.Muammer Aksoy, Prof.Dr.İlhan Arsel ve Doç.Dr. Bahri Savcı ile birlikte yeni bir anayasa taslağını hazırlamak için çalışmalara vakit yitirmeksizin başlanılmıştır.
Kurucu Meclis tarafından da kabul gören bu anayasa taslağı 9 Temmuz 1961 tarihinde Türkiye’de yapılan ilk halk oylaması (referandum) ile yüzde 38.3 ´hayır´ oyuna karşılık, yüzde 61.7 ´evet´ oyuyla kabul edilmiştir. İlginçtir, Kurucu Meclis üyeleri tarafından bu Anayasa´nın içeriği ülkenin en ücra köşelerine kadar halka anlatılmış ve benimsetilmeğe çalışılmıştır. İşte bu nedenle 1961 Anayasası, Cumhuriyet dönemimizin en demokratik, en çağdaş anayasası olmuştur. Bir askeri dönem sırasında kurulan Kurucu Meclis tarafından yapıldığı halde, ´sivil´ yanı güçlü bir anayasa olarak Cumhuriyet tarihinde yerini almıştır. 1961 Anayasası, demokratik özgürlükleri, sosyal devleti, emekçi haklarını güvencelere bağlamakla çağdaşlık yolunda bir adım niteliği kazanmıştır.
1982 Anayasası da Osmanlı Devletinde egemen olan meşveret sistemi esas alınarak, bir Danışma Meclisine yaptırılmıştır. Bu hazırlıklar içerisinde en çok Prof.Dr. Orhan Aldıkaçtı ismi öne çıktığından literatürde Aldıkaçtı adıyla da anılmıştır. Aldıkaçtı’nın ismi de 1979 yılında yazmış ve yayınlamış olduğu “Anayasa Hukukumuzun Gelişmesi ve 1961 Anayasası” eseri dolayısıyladır. Bu nedenle onun ismi ön plana çıkmış bulunmaktadır.
Gelelim günümüzdeki anayasa çalışmalarına. Kuşkusuz, yeni yazılacak olan bir Anayasa metninin yasalaşması için, bir Kurucu / Danışma Meclis kurma koşulu bulunmamaktadır. Bunu çok tabii, olağan bir yasama meclisi de yapabilir. Doğrusu da budur, Ancak endişe ve kaygımız yeni oluşacak TBMM’nin yapısıyla ilgili olanıdır. Oluşacak bu yasama meclisinin içinde, çoğunluk partisinden başka hiçbir siyasi partinin katılmadığı bir ´kapalı devre´ çalışmasıyla başlatılır ve sürdürülürse, o yasalaşacak metne ´sivil anayasa´ falan denilmeyeceği gerçeğidir. Çünkü buna doğrudan bir ´parti anayasası´ denilir.
Birkaç kişi ve kuruluşunun tekelindeki “Yeni Anayasa Çalışmaları”nda, bir “Ortak Demokratik Platform Girişimi”ne gereksinim bulunmaktadır. Buna Türk tarihinde başvurulmuş mudur? Evet. Hem de en kötü durumda. Mondros Bırakışmasından bir ay ve İstanbul’un işgalinden 16 gün sonra 29 Kasım 1918 tarihinde İstanbul’daki tüm sivil örgütleri Milli Kongre çatısında toplayan Göz Doktoru Tümgeneral Esat Paşa (Dışişleri Bakanı Hasan Esat Işık’ın babası) bunu tam anlamıyla başarmıştır. Milli Kongre partiler üstü bir örgütlenme ve bir şemsiye örgüt yapısıdır. Türk Kurtuluş Savaşının “millilik vasfı” bu sivil inisiyatif birlikteliğinden kaynaklanmaktadır. Şimdi Türkiye’deki tüm federasyon ve konfederasyon örgütlenmesi bulunan sivil inisiyatife bu evrede çok büyük iş düşmektedir. Nedeni ise açıktır. Çünkü yeni anayasa Türk halkına 12 Haziran 2011 tarihinde seçilmesi dayatılan sayın milletvekillerinden oluşacak yeni TBMM’de grubu bulunan Siyasi Parti Genel Başkanlarının memurlarına bırakılamayacak kadar bir toplumsal uzlaşı metni olmak durumundadır. Bizden söylemesi, elçiye zeval olmaz, saygıdeğer okurlarım.
Prof.Dr.Esat ARSLAN
Çağ Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı