Ortadoğu’daki Son Gelişmeler Neyi İfade Ediyor?

Ortadoğu’daki Son Gelişmeler İç dinamik mi? Yoksa Büyük Ortadoğu Projesi’nin Bir Parçası Mı?

Ortadoğu’da iç isyanlar patladığından beri tüm dünya Ortadoğu’yu hem büyük bir hayretle hem de neticesinin ne olacağını merak ederek izliyor. Şüphesiz ki ortaya atılan en önemli sorunlardan biri bu gelişmelerin Amerika Birleşik Devletleri’nde 2003 yılında gündeme gelen Büyük Ortadoğu Projesi’nin birer neticesi mi, yoksa ülkelerin iç dinamiklerinin birer sonucu mu olduğudur. Öncelikle isyanlarda ABD’nin rolünü ve Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) buradaki yerini değerlendirmek gerekir.

BOP, 11 Eylül saldırılarından sonra George W. Bush’un Amerika’ya karşı tehdit olarak belirlediği Ortadoğu rejimlerinin demokratikleşmesini ele alan bir projedir ve gündeme geliş şartları önemlidir.

11 Eylül saldırıları yeni patlak vermiş, Afganistan müdahalesi Amerikan halkının intikam duygusunu tatmin etmemiş, Irak müdahalesinin belirsizliği kafa karıştırmış ve Bin Laden bulunamamıştı. Bütün bu sosyal ve toplumsal baskı altında George W. Bush’un dış politikadaki tecrübesizliği yüzünden ilk dört sene yönetimindeki dış politikasını aşırı neo-conservative (yeni muhafazakar) görüşlü olan başkan yardımcısı Dick Cheney, Ortadoğu temsilcisi Zalmay Mamozy Khalilzad, yardımcısı Douglas Feith, Savunma Bakanı Donald Rumsfeld <http://en.wikipedia.org/wiki/Donald_Rumsfeld> ve onun yardımcısı Dr. Paul Wolfowitz, önemli danışmanlarından Richard Perle ve Scooter Libby gibi kişilere emanet etmişti. Bu ekiple gerek halkı tatmin gerekse terör kaynağı olarak gördüğü Ortadoğu’daki sorunları çözmek adı altında BOP gündeme getirildi.

Bu projenin temel noktası her ne kadar daha sonraki yıllarda resmi şekilde gündeme getirilmese de, maksadı Ortadoğu rejimlerini demokrasi yoluyla değiştirmek ve radikal eğilimleri azaltmaktı. Bu projenin hayata geçirilebilirliği öyle konuşulduğu kadar kolay değildi. Her ne kadar birçok kimse ABD’nin bir parmak oynatması ile dünyayı değiştirebileceğini zannetse de bunlar komplo teorisinden ileri gidebilecek tezler değildir. Nitekim Bush’un ikinci döneminde Dick Cheney’nin sağlık sorunları yüzünden pasif hale gelmesi, Rumsfeld’in, Wolfowitz’in, Feith’in, Perle’in görevlerinden ayrılması gibi birçok değişikliklerle Bush artık ikinci döneminde yönetimin dış politika ve karar alma sürecinde iyice söz sahibi oldu. Bununla birlikte Bush’un ilk dönemindeki BOP’un yerinde yeller esmekte ve bu dönem uygulanan politikalarda ilk dönem ortaya atılan fikirlerden çok farklı bir tablo çizilmekteydi. BOP felsefesindeki büyük değişim sadece Bush’un ikinci dönemi ile sınırlı kalmadı, bu felsefeyi eleştirerek iktidara gelen ve Bush’tan yüzde yüz farklı bir politika izleyen Obama’nın başkan olması ile devam etti. Diğer bir deyişle 2003’te gündeme getirilen bu proje önce Bush’un ikinci döneminde sonra Obama ile gündem dışı kalmış bir hadise haline geldi.

ABD’nin bu devrimleri organize ettiği görüşünün yanlışlığı ile ilgili bir örnek daha vermek gerektiği kanısındayım. Bölgede Mısır, Suriye gibi birçok ülkede ABD çok hoşnut olmasa da gücü elinde bulunduran Esad ve Mübarek gibi kimseler ülkelerindeki laik ve radikal olmayan duruşu muhafaza etmekteydiler. Farzedelim ki ABD demokratikleşme adına bunlar gibi birçok lideri değiştirme konusunda devreye girdi, o taktirde bu tarz liderlerin altında asıl güç sahibi olan arkalarında da güç barındıran radikal iktidarların yönetimi ele alması çok muhtemeldir ve böyle bir durumda ABD Esad’ı, Mübarek’i hatta Kaddafi’yi mumla arayacak duruma gelebilir. Bunları değerlendirdikten sonra şunu söylemek mümkündür. Böyle ciddi riskler bölgenin demokratikleşmesinden ziyade radikalleşmesini sağlayacağı için ABD’nin ateşle oynayacağını hiç sanmıyorum.

Bu ülkelerdeki iç dinamikleri değerlendirmek gerekirse gözden kaçırdığımız bazı unsurları öne çıkarmak gerekebilir. Bu isyanların ülkelerin iç dinamikleri ile olamayacağını savunan kimseler özellikle şu vurguyu yapmaktadır:

”Nasıl olur da yıllardır sessiz kalan topluluklar birden bire ve birbirinin ardı sıra isyan etmeye başlamışlardır?”

Şunu hatırlatmak gerekir, demokrasi ve demokratik olarak sesini duyurabilmek küreselleşen dünyada bireyin en büyük hakkıdır. Örnek vermek gerekirse ABD, Avrupa veya Türkiye’de demokrasiyi uygulayan ve seçimleri düzgün yapan tüm ülkelerdeki halk isyan hakkını kendisine verilmiş oy hakkını kullanarak demokratik hakkı doğrultusunda yansıtır.

Öte yandan Mısır, Suriye, Tunus, Libya ve daha birçok ülkede seçim aracının tam anlamı ile işlememesi yüzünden insanlar tepkilerini ve değişim arzularını ortaya koyacak bir reaksiyon mekanizması bulamamaktadırlar. Dolayısıyla aydını, ideoloğu, bilim adamı, okumuş insanları olan bir toplumda insanlar tepkilerini açıklıkla dile getiremiyorlarsa isyan etmeleri normaldir. Bu isyanların birbiri ardına başlamalarının sebebini tarihe bağlamak gerektiğini düşünüyorum. Fransız devrimi hayata geçtikten 20-25 sene sonra bu hareket Balkanları etkisi altına aldı. Latin Amerika’da ise bu hareketin etkisini görmek 30 seneyi buldu. Keza Avrupa’da 1990 sonrası başlayan demokrasi hareketleri 2000’lerde Türkiye’yi etkisi altına aldı. Avrupada 1990’larda başlayan ve Türkiye’ de 2000’lerde devam eden bu hareketler tam 10 sene sonra Ortadoğu’da meydana geldi. Burdan yola çıkarak 10 sene sonra da Çin’de demokrasi hareketlerini görmemiz mümkün olacaktır.

Netice itibariyle üzerinde durmak istediğim husus şudur; hiçbir devrim veya siyasi hareket, temelsiz veya ideolojiden yoksun olamaz bu temelin atılması veya ideolojinin oturması için gerekli motivler bellidir. Bölge liderlerinin halkları üzerinde baskı kurması ve anti-demokratik tavırlar alması, halkın iradesini seçimlerle ortaya koyamaması, vatandaşlarının refah düzeyini ciddi anlamda arttıracagı yerde kendi refahlarını düşünmeleri servetlerine servet katmaları halkta tepki yaratmıştır. Bununla birlikte bu ülkeler içinde iyi eğitim görmüş demokrasi algısını oturtmuş birçok kimsenin, dünyadaki etkileşimleri takip ederek bu dinamikleri kendi ülkelerindeki gerçeklerle birleştirerek ideolojik bir temele oturtmasıyla bu devrimler hayata geçmiştir. Dolayısı ile bu devrimlere dışarıdan bakarak her şeyi Avrupa ve ABD’ye bağlamaktan ziyade iç dinamiklere bağlamak daha doğru olur.

 

Yrd.Doç.Dr.Burak Küntay

Bahçeşehir Üniversitesi

Hükümet ve Liderlik Okulu (HLO) Başkanı

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...