Ortadoğu’da Su ve Güvenlik Bağlamında: Türkiye, Suriye ve İsrail İlişkileri Üzerine Bir İnceleme

Dünya medeniyetlerine ev sahipliği yapan kadim coğrafya, Ortadoğu; aynı zamanda her çağda ihtilaflarıyla ünlü ve tüm dünyanın gözlerinin üzerinde olduğu bir bölgedir. Öyle ki; tarihin farklı dilimlerinde farklı amaçlar uğruna bölgede çatışma eksik olmamıştır.

Önce; semavi dinler için kutsal olan bu bölgede yaşanan uzun mücadeleler, ardından sanayi devriminden sonra artan hammadde ihtiyacına yönelik bölgede var olan enerji kaynaklarının özellikle ham petrol kaynaklarını ele geçirmek için kurulan sömürgeci düzen ve son olarak da Yakınçağ’da tüm imparatorlukların altına dinamit koyan mikro-milliyetçi bağımsızlık mücadeleleri Ortadoğu’daki etkilerini hala paralel şekilde hissettirmektedir. Neredeyse sanayinin her alanında birincil ihtiyaç maddesi haline gelen petrol; mevcut talep fazlası ve yakında gelecekte ihtiyaçlara cevap veremeyecek rezerv düzeyinde olması sebebiyle dünya gündemini meşgul etmektedir. Fakat aslında Ortadoğu’daki çatışmaların iç yüzündeki ana temalardan birine uzun süre gereken önem ve öncelik verilmedi. O da; bir gezegeni gezegen yapan, bir evrende hayatın göstergesi sayılan, içinde bulunduğumuz gezegende ikamesi olmayan, bireyden ulusların hayat idamesine kadar birçok şeyin kaderini tayin eden madde: SU.

Ortadoğu; su kaynakları bakımından dünyanın en fakir bölgelerindendir. Suyun iktisadiyatı; yani kıt kaynakları en etkin şekilde yönetme işi bölgede hakça gerçekleştirilememektedir. Su kaynakları yönetiminde çok fazla alternatif bulunmamaktadır. Su ya adil bir şekilde paylaşılıp ülkeler arasında işbirliğini geliştirmekte ya da ülkeler arasında uzun soluklu ihtilaflara sebep olmaktadır.  Paylaşım için gerekli uluslar arası hukuk teamüllerinin ve anlaşmaların Ortadoğu gibi su kaynaklarının anlaşmazlık sebebi olduğu ve devletlerin girift yapılarla iç içe geçtiği bölgelerde etkisi sınırlı kalmaktadır. Bu noktadan hareketle ortaya atılan “su savaşları” varsayımları, içinde bulunduğumuz yüzyılda gerçekleşeceği hatta Üçüncü Dünya Savaşı’na yol açacağı belirli çevrelerce sıkça dile getirilmektedir. Bu varsayımların ne kadar makul olduğu tartışmaya açık olmakla birlikte ülkemizi ilgilendiren kısmı, yoğun olarak Fırat, Dicle, Göksu Nehirleri ve Manavgat Suyu üzerinden ele alınmaktadır.

Türkiye, su kaynakları bakımından komşularına göre zengin olmakla birlikte, bu kısmi zenginliğin akışaşağısı ülkelerle arasında problemlere yol açtığı görülmektedir. Fırat ve Dicle Nehirlerinden kaynaklanan; Irak ve Suriye’den yükselen Türkiye karşıtı sesler son dönemde azalmıştır. Değişen dünya dengelerinde yoğrulan bölge statükosu farklı bir yön almaktadır. Özellikle savaşın eşiğinden “yüksek düzeyli stratejik işbirliği” boyutuna getirilen Türkiye-Suriye ilişkileri temas edilmek istenen noktanın daha net bir şekilde ortaya konulması açısından önem taşımaktadır. Suriye’nin 1980’lerin sonundan başlayarak 1990’ların sonuna kadar Türkiye’ye yönelik izlediği terör örgütüne destek, bölge ülkeleriyle müşterek takınılan düşmanca tavırların arkasındaki en önemli sebeplerden biri şüphesiz ki Türkiye ile Fırat Nehri yüzünden yaşanan anlaşmazlıktır. 2000’li yıllarla değişen konjonktür ve uzun süre etkisini sürdürecek gibi görünen olumlu havadan dolayı taraflar su anlaşmazlığı konusunda hayli mesafe kat etmiştir. Bunun yanı sıra ortak projeler geliştirilerek yeni bir safhaya geçilmiştir.

Türkiye ile İsrail arasında ise su ihtiyacından dolayı görüşmeler yine 1980’li yılların sonuna tekabül etmektedir. Bölgede birbirini müttefik kabul eden bu iki ülke İsrail’in mevcut su sıkıntısını gidermek için ortak projeler geliştirmişlerdir. İlki 1987’de “Barış Suyu” adı altında geliştirilen bu proje bölgenin diğer ülkelerinden tasvip görmeyince rafa kaldırılmıştır.1990’lı yılların sonuna gelindiğinde ise önce Manavgat üzerine projeler yapılmış ardından maliyet konusunda çıkması muhtemel pürüzler yüzünden İsrail tarafından gerekli tasvibi görmemiştir. İsrail ile süregelen müttefik ilişkileri, Filistin yüzünden her zaman hassas bir noktaya sahipti. Ardından İsrail’in Lübnan ile savaşı, Gazze’nin abluka altına alınması gibi sebepler gerilen ilişkiler, Mavi Marmara Gemisi’ne uluslar arası sularda İsrail tarafından yapılan saldırıyla kopma noktasına gelmiştir Saldırının hemen ardından Türkiye Cumhuriyeti Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı’nın gayet net bir şekilde İsrail’le yapılması muhtemel su projelerinin rafa kalktığını kesin bir dille ifade etmesi bu anlamda yeni bir boyut katmıştır.

Gerek Suriye gerekse İsrail ile su politikalarına yönelik karşılaştırmalı bir yaklaşım kullanılırsa; su politikalarının siyasi sebeplerle ne kadar karışık bir sarmal oluşturduğu görülebilir. Nasıl ki Suriye’nin teröre verdiği desteğin ardında Türkiye’nin su politikalarına duyduğu tepki varsa; İsrail’in de Filistin’de Batı Şeria ve Suriye’de Golan Tepeleri’nde tam hakimiyet kurmak istemesi su kaynaklarının bölgedeki varlığını devam ettirmesi için hayati olmasından kaynaklanmaktadır.

Tüm bunların ışığında görülebilir ki; bölgede Üçüncü Dünya Savaşı’nın sudan ötürü çıkacağı tek başına çok yetersiz bir gerekçedir. Mevcut politik, dini, etnik anlaşmazlıkların savaşa sebep olma olasılığı çok daha yüksek bir ihtimaldir. Ama su kıtlığı büyüdükçe çatışma olasılığının artabileceği de yadsınmayacak bir gerçektir. Ancak ortada daha büyük ve uzun vadeli bir gerçek varsa o da uluslar arası konjonktür değiştiğinde aktörlerin ittifak-müttefik konumları farklılık arz etmektedir. Bu şekilde seyreden uzun vadeli politik gelişmelerin etkisi altında su birincil değil ama her zaman etkili bir siyasi araç olarak kullanılacaktır.

 

Ömer ŞİMŞEK

Hacettepe Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler Bölümü 4.Sınıf

[email protected]

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...