Giriş
Sürekli büyüyen nüfus, su kullanımının her geçen gün artması ve iklim değişikliği gibi nedenlerden dolayı mevcut ve sabit su kaynaklarının ihtiyaçları karşılayamayacak hale gelmesi üzerine akarsuları paylaşan devletlerarasında yaşanan soruna “su sorunu” denilmektedir. Suyun devletlerarasında sorun teşkil etmesi, su sorununun sosyal bir bilimde incelenmesine yol açmıştır.
Dünya’da ve özellikle bölgemizde kişi başına düşen su miktarının hızla azalması, sınır aşan suları, gerginliklerin ve uluslararası ilişkilerin merkezine taşımıştır ki, suyun hayati bir önem taşıdığı düşünüldüğünde suyun “sorun” olması gayet normaldir.
Su sorunu değince aklımıza, Türkiye’nin de içinde bulunduğu, Ortadoğu gelmektedir. Ortadoğu ülkeleri zaman zaman su sorunu yüzünden deyim yerindeyse birbirlerini “bir kaşık suda boğacak” duruma gelmektedirler.
Ortadoğu’nun gerek petrol kaynaklarına sahip olması, gerek geçiş noktası olması gerekse önemli suyollarını barındırması; Ortadoğu’nun odak ve çatışma noktası olmasına, dikkatleri üzerine çekmesine sebep olmuştur. Bu sebeplerle, kanımca, Ortadoğu’yu “kıtalararası” bir bölge olarak adlandırabiliriz.
Ortadoğu’da Su Sorunu
İçinde yaşadığımız Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgeleri, dünyada kişi başına suyun en az miktarda düştüğü yerlerdir.
Orta Doğu’da su sorunları 1. Dünya Savaşı’ndan yani Osmanlı Devletinin yıkılışından sonra küçük ve batıya bağlı ülkelerin ortaya çıkarılması ile 19. yüzyılın sonlarında ve özellikle de 20. yüzyılda başlamıştır. Merkezi otoritenin coğrafya üzerinde etkili olduğu, bir başka deyişle bölgedeki son istikrarlı dönemde var olmayan bu sorun Osmanlı Devleti yıkıldıktan sonra yani bölgeye hâkim yapının değişip, ulus-devletlerin türemeye başlamasıyla kendisini göstermiştir. Bölgede yeni oluşan sınırlarda nehirler temel alınmış ve böylece sorunun tohumları 20. yüzyıl başlarında atılmıştır.
Türkiye’nin dâhil edildiği savaş senaryolarında sorunun temel dayanağını “uluslararası sular” veya “sınıraşan sular” oluşturmaktadır. “Uluslararası sular”, iki farklı devletin topraklarında yer alıp, bu devletler arasında sınır oluşturan ve her iki ülke arasında paylaşıma tabi olan sulardır. “Sınıraşan sular” ise bir devletin sınırları içinde doğarak akan ve başka devletin sınırlarına geçip buralarda aktıktan sonra denize dökülen sulardır. Ancak son dönemlerde uluslararası su kavramı, sınır aşan su şeklinde kullanılmaya başlamıştır. Daha ziyade ulaşım amaçlı kullanım dışında sulama, içme ve enerji için kullanımı söz konusu olan, iki ya da fazla devlet arasında sınır oluşturan veya farklı ülkelerde doğup akan sulara sınır aşan su tabiri kullanımı yaygınlaşmıştır. Ortadoğu’da sorunlu olabilecek altı tane uluslararası nehir bulunmaktadır. Bunlar; Nil, Ürdün, Litani, Asi, Dicle ve Fırat nehirleridir.
Dünya nüfusunun %40’ının, birden fazla ülke arasında paylaşılan nehirlerin çevresinde yaşamakta olduğu dikkate alındığında, suyun uluslararası politikadaki yeri daha belirginleşecektir.
Suyun kıt bir kaynak olduğunun yoğun olarak hissedilmesiyle beraber, Ortadoğu ve sorundaşı bölgelerde, bu kaynaktan maksimum yararlanma olanakları incelenmeye ve bu yönde politikalar üretilmeye başlanmıştır. Özellikle iki veya daha çok ülkenin sınırlarını aşarak başka bir ülke topraklarına akmaya devam eden ve “sınıraşan sular” (trans boundry rivers) olarak isimlendiren nehirleri kapsayan coğrafyada yer alan ülkeler arasında gergin ilişkilerin olduğu dikkat çekmektedir. Türkiye ve güney komşuları arasındaki ilişkileri bu çerçevede değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Türkiye, Suriye ve Irak’ın da sınıraşan sular üzerinde gerçekleştirmeye çalıştıkları projeler zaman içerisinde paylaşım sorunlarına yol açmış; özellikle Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Projesi’ni (GAP) yaşama geçirme çabaları, Suriye ve Irak tarafından endişe ile karşılanmıştır.
Ortadoğu’yu, su sıkıntısı konusunda üçe ayırarak irdelemek gerekir. Birinci gruba Türkiye, Irak ve Suriye’yi alabiliriz. Bu ülkelerde su konusunda hayati birsorun bulunmamaktadır. Diğer yandan, Filistin, İsrail ve Ürdün’de yeraltı suları bakımından bir sıkıntı mevcuttur. Bu konuda en kötü durumda olan ülke Suudi Arabistan’dır. Kuzey Afrika’da ise en önemli problem Nil Havzası’nda yaşanmaktadır. Mısır için bir hayat damarı olan Nil Nehri, bu ülke ile diğer yukarı kıyıdaş ülkeler arasında giderek şiddetlenen bir sorun olarak devam etmektedir. Burada önemli olan nokta Mısır’ın Nil olmadan var olamayacağıdır. Suriye ve Irak ise Mısır gibi, tek bir su kaynağına bağlı değillerdir. Dolayısıyla Suriye ve Irak anlaşma yollarını ararlarsa çok iyi ikame edilebilecek şansları vardır.
Türk Dış Politikasında Sınıraşan Sularımız ve Su Sorunu
Türkiye’nin Orta Doğuya yönelik dış politikalarını etkileyen parametrelerden birisi de su sorunudur.
Türkiye su sorunundan söz edildiğinde ilk akla gelen ülke durumundadır. Çünkü Ortadoğu’yu besleyen en önemli su kaynakları Türkiye’nin elindedir. Bu durum başta Suriye ve Irak olmak üzere tüm bölge ülkelerinde rahatsızlık yaratmaktadır. Güney komşularıyla arasındaki su paylaşımına yönelik sorunlar, Türkiye’nin sınıraşan sularından Fırat ve Dicle üzerinde Güneydoğu Anadolu Projesi’ni yaşama geçirmeye başlamasıyla belirmiştir.
Su kaynakları politikamız, suyun ülkemizin ekonomik ve sosyal kalkınması, su ve gıda güvenliği açısından önceliklerimiz, AB ile tam üyelik müzakereleri, bölgesel gelişmeler göz önünde bulundurularak oluşturulmakta ve değişen koşullara göre gözden geçirilmektedir.
Türkiye’nin yenilenebilir, ucuz ve çevre dostu olan hidroenerji potansiyelinden ve su kaynaklarımızın sağladığı diğer ekonomik ve sosyal faydalardan verimli ve sürdürülebilir biçimde yararlanması amacıyla gerekli projeler hayata geçirilmektedir. Bu çerçevede, başta GAP Bölgesi olmak üzere ülkemizdeki baraj, hidroelektrik santrali ve sulama projelerini bir an önce gerçekleştirmesine ilişkin çalışmalar sürdürülmektedir. Fırat ve Dicle üzerinde toplam 21 baraj ve 19 hidroelektrik santralini kapsayan GAP (Güneydoğu Anadolu Projesi) , Irak ve Suriye’yi rahatsız etmiş, suyun miktarının azalacağı ve sulama sularının drenajı nedeniyle kalitesinin düşeceği gerekçesiyle projeye karşı çıkmışlardır.
Türkiye, suların hakça, akılcı ve optimum kullanımını, suyun yararlarının paylaşılmasını ve diğer kıyıdaş ülkelere “ciddi zarar” (significant harm) verilmemesini savunmaktadır. Ayrıca Dicle ve Fırat suları konusunu tüm boyutlarıyla ve bütüncül bir yaklaşımla görüşmeye hazırdır. Bu çerçevede bir iyi niyet gösterisi olarak talep edilen bilgi ve veriler diğer kıyıdaş ülkelere iletilmiş ve bilgi değişiminin havza bazında karşılıklı olması gerektiği vurgulanmıştır.
Türkiye’nin sınıraşan sular sorununu masaya toplu olarak yatırma önerisini ileri sürmesi, Suriye ve Irak tarafından sıcak karşılanmamıştır. Bu ülkeler, her nehri ayrı birer sorun ya da konu olarak düşünmenin çözüm sürecine katkı sağlayacağını, aksi halde Türkiye’nin önerdiği total çözüm yaklaşımının kendileri açısından tartışılamaz olduğunu belirtmektedirler.
Asi, Fırat ve Dicle su havzaları da soruna konu olan nehirlerdir. Asi’de Türkiye, Suriye ve Lübnan ile sorun yaşarken Fırat ve Dicle’de soruna ortak olarak Türkiye, Suriye ve Irak karşımıza çıkmaktadır.
Türkiye iyi niyetinin bir ifadesi olarak, suyu bir silah olarak kullanma yoluna gitmemiştir. Oysa ki, Suriye terör örgütü PKK’yı besleyerek ve Türkiye’nin ikazlarına rağmen bu tutumundan vazgeçmeyerek Türkiye’den bu yönde taviz alabileceğini düşünmüştür..
Türkiye’nin Fırat ve Dicle’nin sularından yararlanması, Irak ve Suriye’yi sürekli tedirgin etmektedir ve bu ülkeleri, Fırat ve Dicle üzerinde yapılmak istenen en küçük bir tasarrufa dahi inceleme yapmaksızın tepki gösterir duruma getirmiştir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu zenginleştirecek, refahı artıracak suya ilişkin her proje, kendilerinin o oranda yoksullaşacağı korkusu ile Irak ve Suriye’yi, Türkiye’ye yönelik baskı politikaları uygulamaya itmiştir. GAP kapsamında atılan her adım Suriye’yi gittikçe artan bir oranda Türkiye’ye muhtaç etmektedir.
Değerlendirme
Azalan su arzına karşın, nüfusla birlikte artan su talebinde, arz ve talebin dengelenmeye çalışılması su sorununu meydana getirmiştir.
Su sorunu, bir ülkenin sadece sosyal ve ekonomik yapısını değil, onun dış politikadaki tavrını da etkilemektedir.
Kanımca asıl sorun, artan nüfus ve azalan su kaynakları değil; suyun etkin bir şekilde değerlendirememesi ve devletlerin -kendi çıkarlarını gözettikleri için- bir uzlaşma sağlayamamasıdır.
Su meselesi, devletlerüstü bir yapının idaresinde olmalı ve böylece insan yaşamı için hayati önem taşıyan ve ikamesi olmayan suyun etkin kullanımı için bütün ülkeler ortak ve hassas hareket etmeli, ülkesel çıkarlar bir yana bırakılmalıdır.
Pınar ŞAHİNTAŞ
Ege Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü
Kaynakça:
Bağış, A. İ. (2004). Ortadoğu Su Meselesinde Türkiye Ve Gerçekler.
Maden, T. E. (2011). Türkiye-Suriye İlişkilerinde Suyun Rolü. Orta Doğu Analiz Dergisi, 3(35), 37-39.
T.C. Dışişleri Bakanlığı. (t.y.). Türkiye’nin Sınır aşan Sular Politikasının Ana Hatları. Erişim tarihi: https://www.mfa.gov.tr/turkiye_nin-su-politikasi.tr.mfa
Üste, A. N. (1998). Uluslararası Politika Ve Türk Dış Politikası Açısından Sınıraşan Sularımız. D.E.Ü.İ.İ.B.F. Dergisi, 13(1), 231-246.