Ortadoğu’da Arap Baharıyla başlayan değişim ve yeni düzen rüzgârı her geçen gün daha da genişledi. Bu genişlemenin son halkalarından olan Suriye’de aynı kadere muzdarip oldu. Baas Rejimi yıllardır süre gelen saltanattan sonra ilk defa bu kadar “sona” yakın.
Suriye’de yakın dönemde baş gösteren halk ayaklanmalarıyla Esad yönetiminin koltuğu sallantıda. Ülke bir iç savaş tehdidine çok yakın. Hal böyleyken ordu ile halk arasında yaşanan kanlı çatışmalara başta Türkiye olmak üzere dünya kamuoyunun seyirci kalması imkânsız. Dünya kamuoyu her ne kadar olaya insan hakları ve evrensel haklar konusunda yaklaştığını söylese de Türkiye’nin tavrı bambaşka. Her şeyden önce Türkiye ile Suriye tarihsel bağlarla birbirlerine bağlı iki komşu ülke. Yer yer kan bağının olduğu bile apaçık. Bunun üstüne Türkiye’nin Ortadoğu’da parlayan yıldız imajını da eklersek; Türkiye ile Suriye’nin ilişkilerinin gerilimli olması gayet doğal. Suriye’de öyle ya da böyle insanlık gereği istenmeyen gelişmeler yaşanmakta. Ülke kan gölüne dönmüş durumda. İktidar karşıtı güçlerin dış destekle güçlendiği ve ayakta durduğu aşikâr. Bu mücadele daha ne kadar sürecek bilinmez ama artık Ortadoğu tam bir denge savışına dönüşmüş durumda. Erdoğan’ın Arap Baharı turu öncesinde ve sonrasında yaşanan gelişmeler bu denge savaşı için bir milat oldu. Erdoğan, başta Mısır ve Libya olmak üzere bir Arap Baharı Turu gerçekleştirme kararını açıklar açıklamaz başta İngiltere ve Fransa olmak üzere birçok ülke kısa bir panik yaşadı. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy yanına İngiltere Başbakanı David Cameron’u da alarak Libya’ya ani bir ziyaret gerçekleştirdi. Bu ani ziyaret Libya’ya olan yardımsever duygulardan ibaret olmasa gerek. Ziyaretin arka planına baktığımızda yaşanan korku apaçık. Türkiye’nin ”Yeni Ortadoğu Vizyonu” birçok ülke de olduğu gibi İngiltere ve Fransa’da da endişe yaratıyor. Bu sebeple hem İngiltere hem de Fransa başta Libya’da olmak üzere Arap Baharından sonra ki düzende “Petrol Pastasından” yararlanmak ve paylarını arttırmak istiyorlar. Buna engel olarak ise Türkiye’yi görüyorlar. Türkiye’nin sözünden çıkmayan bir Ortadoğu’da onlara yer olmadığını iyi biliyorlar. Hal böyleyken Türkiye ile Fransa arasında ki ilişkilerin yeni gerginliklere gebe olması muhtemel. Tüm bunlar yaşanırken Fransa bir karşı hamle daha yaparak Ermenistan’a olan ağabeylik bağını daha da arttırdı. Sözde Ermeni Soykırımına destek vermeyenlere uygulanacak cezai yaptırımlarla ilgili bir kanun çıkardı. Türkiye’nin buna nasıl karşılık vereceği bilinmez ama Fransa’nın AB yolunda Türkiye’ye daha çok engel olacağı gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bu Türkiye’nin AB ile olan geleceği açısından çok kötü bir kader yaratıyor.
Ortadoğu’da Arap Baharıyla dengeler savaşının oluştuğunu söylemek boşa olmaz. Son olaylardan biri olan Suriye’ye yaptırım kararının BM’de reddedilmesi de bunlardan biri. Reddeden iki ülke oldu. Bunlardan biri Rusya, diğeri ise Çin. Neden hayır oyu kullandıklarına ilişkin tespitimizi yaparsak: Özellikle Çin olmak üzere Rusya’nın da Ortadoğu’da yeni planları var. Çin yeni bir dış aktör olarak Rusya’nın izinden bölgeye açılmak istiyor. Hem enerji kaynakları hem de pazar olarak Ortadoğu Çin’e çekici geliyor. Rusya’nın ise amacı tarihten beri aynı; “Bölge’de etkili olmak”.
Hem Rusya hem de Çin ortak bir manevi blok oluşturarak; Suriye’ye BM’in yaptırım kararını reddettiler. Bu Ortadoğu’da ki dengelerin bir anda sarsılmasına neden oldu. Çünkü daha düne kadar; Ortadoğu’da ki gelişmelerle alakalı somut bir spesifik tavır sergilemeyen bu iki ülke, ne oldu da bir anda muhalefet oluverdi. Cevap aslında çok açık. Hem Rusya hem de Çin; Ortadoğu’ya açılma kapılarının kapanmasını istemiyorlar. Ortadoğu’da ki bu yeni dönemde yerlerini alıp, pastadan pay alma niyetindeler. Özellikle Rusya için; Ortadoğu’ya girişi sağlayan birden çok koridor vardı Arap baharına kadar. Arap Baharı sonrası iktidarların birer birer değişmesi başlatılan ve mevcut ilişkilerin sıfırlanmasına neden oldu. Rusya için en başta üç koridor vardı: Bunlardan ilki Türkiye, diğerleri ise Suriye ve İran. Irak yok çünkü Rusya Irak pastasını Amerikan işgalinden sonra kaybetti. Türkiye’yle vizelerin kaldırılmasını, artan ticaret hacmini, imzalanan dostluk anlaşmalarını Rusya’nın bölgeye Türkiye üzerinden açılma politikalarının bir parçası olarak değerlendirmek gayet doğru. Suriye ile zayıfta olsa ilişkiler kurmuş olan Rusya, eğer BM ya da NATO buraya bir müdahale gerçekleştirirse oranın da Irak’a döneceğini ve bu pastayı da kaybedeceğini biliyor. Bu sebeple yaptırım kararını reddetmesi gayet doğal sayılabilir.
Son olarak geriye İran kalıyor ki, bu kapı Rusya için Ortadoğu’ya açılan en büyük kapı. İran’la ilişkilerini mümkün olduğunca iyi tutmaya çalışan Rusya; Bir yandan da küresel dengelere göre hareket ediyor. Sonuç olarak; ABD’yi tekrardan düşman olarak görmek istemez. Yeri geldiğinde İran’a silah satan Rusya; küresel bir baskı ile karşılaşınca da geri adım atmasını biliyor. Ancak İran’ın bir ABD-İsrail ve İngiltere saldırısına uğradığında nasıl bir tepki vereceğini kestirmek şu an için mümkün değil. Ne yazık ki bu durum İran için beklenen bir son gibi görünüyor. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumunun açıkladığı “İran’ın Enerji Raporu”; İran’ı suçlu ilan eder gibiydi. Bu da ABD, İsrail ve İngiltere’nin göstereceği tepkilerin meşruiyet zeminini oluşturdu uluslararası kamuoyunda. Bu son gelişmeyle birlikte Ortadoğu’da tekrardan savaş çanları çalmaya başladı. Dengeleri belirleyecek en büyük taş Rusya’nın takınacağı tavır ve ardından Rusya’nın sözünden çıkmayan Çin’in tavrı. Halkalardan biri de doğal olarak Türkiye. Daha önce füze kalkanının topraklarına yerleştirilmesini öyle ya da böyle kabul etmişti Türkiye. Eğer İran’a müdahale BM ya da NATO ekseninden gelirse Türkiye mecburen bu duruma destek vermek zorunda kalabilir. Müdahale gerçekleşecek mi? Ne zaman ve nasıl gerçekleşecek? Bunlar bilinmiyor ama müdahale sonrasında ki yeni düzende Türkiye büyük bir aracı konumunda, bölgenin valisi konumunda olacağı kesin.
Arap Baharı öyle ya da böyle sancılı ve kanlı da olsa atlatıldı ve atlatılacak. Ancak Erdoğan’ın Arap Baharı Turu şimdi daha net anlaşılıyor ki; Gezi ve mesajlar yakın gündemle alakalı değil geleceğin temelleri içindi. Erdoğan’ın verdiği mesajlara dikkat edecek olursak; temeli en başta Laiklik ve liberalizme yani özgürlüklere dayanıyordu. Liberal bir toplum her zaman sonrasında sermayeyi ve açık ekonomiyi ülkeye getirir. Bu da ülkelerin dışa açık olması; dünyayla kaynaşması anlamına gelir. Bu kaynaşmayı yönetecek olan Türkiye’dir; Ülkeleri, sermaye ile sistemi yönetecek olan ise ABD’dir. İsrail’de bu oyunda ABD’nin en büyük yardımcılarından biri olacaktır. Bu da demek oluyor ki, İsrail’le Türkiye ilişkileri gergin olabilir ancak hiçbir zaman kolay kolay sıcak çatışmaya dönüşmeyecektir. Sistem devam edecek, “Amerikan Rüyası”; Ortadoğu’da “Türk Güneşi” tekrardan doğmadıkça bitmeyecektir.
Erdem EREN
Yıldız Teknik Üniversitesi
Siyaset Bilimi