Orta Doğu bölgesi son aylarda yaşanan isyan dalgası ile bir anlamda meşruiyet testinden geçmektedir. Suriye birkaç hafta öncesine kadar bu testten başarılı bir şekilde geçiyordu. Zira Suriye, isyan ateşinin sardığı Orta Doğu bölgesinde El Cezire haber kanalının ifadesi ile “Sessizlik Krallığı” şeklinde bir görüntü çiziyordu. Ocak ayının sonuna doğru bazı protesto gösterileri olmuştu fakat bunlar etki yaratacak çapta değildi. Ancak Mart ayının başında Suriye’nin güneyinde yer alan Dara şehrinde başlayan protestolar şu an itibariyle 25 kişinin öldüğü ve güvenliği sağlaması için şehre askeri birliklerin sevk edildiği geniş çaplı gösterilere dönüşmüştür. Böylece Orta Doğu’yu saran isyan dalgasının son durağı Suriye olmuştur.
Suriye’de isyan ateşini başlatan olay aynen Tunus’ta olduğu gibi bir göstericinin kendini yakması olmuştur. 26 Ocak 2011 tarihinde Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Haseke bölgesinde yaşanan bu olaydan iki gün sonra Kürt kökenli iki askerin öldürülmesini protesto etmek için Rakka şehrinde gösteri düzenlenmiştir. Etnik talepler içeren gösterileri takiben 4-5 Şubat tarihlerine olaylar başkent Şam’a sıçramıştır. Beklenen katılımın sağlanamadığı gösterilerde “özgürlük, insan hakları ve 1963 yılından bu yana süren olağanüstü hal uygulamasının kaldırılması” talepleri dile getirilmiştir. Şam’daki olaylara paralel olarak Haseke’de Kürtlerin gösterileri devam etmiştir. Ancak ilk denemeler beklenen etkiyi yaratmamış, katılım sınırlı seviyede kalmıştır. İlk geniş çaplı protesto 17 Şubat tarihinde yaşanmıştır. Şam’da bir polis memurunun esnafı dövmesini takiben kendiliğinden gelişen olaylar neticesinde yaklaşık 2000 kişilik bir grup toplanarak polisler aleyhinde gösteri düzenlemiştir. Ancak göstericiler “Suriye halkı aşağılanamaz”, “Kanımızla ruhumuzla kendimizi sana feda ederiz Beşar” sloganları atarak hedeflerinin polis ile sınırlı olduğunu göstermeye çalışmıştır.
18 Mart 2011 tarihinde cuma namazını takiben Şam, Halep, Dara, Kamışlı, Humus, Banyas ve Deir Zor şehirlerinde yaklaşık 30 yıldır Suriye tarihinde görülmemiş çapta gösteriler yaşanmıştır. Şu an itibariyle en kanlı olayların yaşandığı Dara şehrindeki gösterileri başlatan olay ise 6 Mart tarihinde bir grup gencin şehrin duvarlarına “halk rejimi devirmek istiyor” yazdıkları gerekçesiyle tutuklanması olmuştur. Bunu protesto için toplanan kalabalığa polisin müdahalesi sonucu dört gösterici hayatını kaybetmiş onlarca kişi de yaralanmıştır. Bir gün sonra yine Dara şehrinde öldürülen protestocuların cenazesi sırasında çatışmalar yaşanmıştır. Dara’daki gösterilerin üçüncü gününde ise Baas Partisi binası, adalet sarayı ve ülkenin en zengin kişisi Rami Maluf’a ait “Syria Tel” şirketinin bürosu yakılmıştır. Dara’daki olayların büyümesi üzerine ordu şehre girmiştir. Bu süreçte Hama, Humus, Halep, Banyas ve Deir Zor’da da gösteriler devam etmiştir.
Son aylarda Orta Doğu bölgesinde yaşanan ayaklanmaların temelinde siyasal baskı, ekonomik kaynaklarının adil bir şekilde dağılmaması, etnik-mezhepsel farklılıklar gibi faktörler yatmaktadır. Suriye, bu açılardan iktidar değişimlerinin yaşandığı Mısır ve Tunus ile benzer nitelikler taşımaktadır. Ancak yine de iç ve dış dinamikler bir araya getirildiğinde Suriye’deki olayların rejim ya da iktidar değişikliği ile sonuçlanacak boyuta ulaşması düşük ihtimaldir. Bunun gerekçelerini şu şekilde sıralayabiliriz:
1. 2003 işgali sonrası yaşanan Irak tecrübesi, güçlü bir merkezi otoritenin ortadan kalkmasının nasıl sonuçlanacağı konusunda Suriye halkına kötü bir örnek sunmuştur. Irak’ta yaşanan terör, güvenlik problemleri, siyasal istikrarsızlık, etnik ve mezhepsel çatışmalar insanların en temel ihtiyacı olan güvenlik talebini diğer isteklerin önüne geçirmiştir. Irak tecrübesi Suriye halkını “özgürlük ya da kaos” seçimine zorlamaktadır. Bu kaygı da yönetimin meşruiyetini artırmaktadır.
2. Çoğu Arap yönetiminin yaşadığı meşruiyet sorununun temelinde ABD ve İsrail ile ilişkilerin niteliği de yatmaktadır. Tabanda güçlü olan İsrail ve ABD karşıtlığına rağmen yönetimlerin söz konusu ülkeler ile yakın ilişki içindedir. Bu da Arap halkları ile yönetimler arasında boşluk doğmasına neden olmaktadır. Suriye ise bu açıdan çoğu Arap ülkesinden farklı bir pozisyondadır. İsrail ile hukuken savaş durumu devam etmekte ve ABD ile de sorunlu ilişkilere sahiptir. Bu duruş da halkın talepleri ile paraleldir.
3. Gösterilerdeki sloganlardan ve tepkilerin yöneldiği simgelerden, yönetimin geneline tepki olmakla beraber devlet Başkanı Beşar Esad’ın kendisine karşı bir kızgınlığın olmadığı hatta belli bir popülaritesinin olduğu anlaşılmaktadır. Suriye kapalı bir toplum olduğu için bu konuda net bir tespitte bulunmak zor olsa da halk arasında “Beşar Esad iyi ancak çevresindekiler kötü” algısı yaygındır. Hatta Beşar Esad’ın da bazı şeyler yapmak istediği, birçok şeyi başardığı ancak “eski tüfekler” olarak ifade edilen ve rejimin kilit noktalarını kontrol eden güçlü kişilerin varlığı karşısında hızlı bir değişim sağlamasının mümkün olmadığı düşünülmektedir. Bu da Suriye rejimine yönelik “iyi polis-kötü polis” algısını doğurmaktadır. “İyi polis”in varlığı rejime köklü bir karşı çıkışı engellemektedir. Beşar Esad’ın “ülkesini dış politikada dünyaya açmaya, siyasal ve ekonomik alanda reformlar yapmaya çalışan ve bu sürece direnenlere karşı da mücadele veren biri” olarak algılanması yönetimin meşruiyetini artırmaktadır. Bu açıdan Beşar Esad’ın varlığı “eski tüfekler” açısından da bir şans olarak değerlendirilebilir. Bu durum toptan bir rejim değişikliği talebini engellemektedir. Buna karşılık, Beşar Esad’ın başını çektiği “reformcu” kanadın hareket alanını güçlendirme ve yavaş ilerleyen reform sürecini hızlandırma isteği ağır basmaktadır. Bu açıdan 2011 yılı Suriye açısından bir fırsattır. Bu yıl içinde parlamento ve yerel seçimlerin yanı sıra Baas Partisi’nin kongresi düzenlenecektir. Bu da Beşar Esad’a siyasi ve ekonomik alanda halkın taleplerini dikkate alan, kontrollü bir değişim sağlama imkanı sunabilir.
Suriyeli muhalifler de Mısır’da olduğu gibi sosyal paylaşım siteleri üzerinden örgütlenmektedir. Buradaki yorumlardan da yola çıkarak, henüz kimsenin toptan bir rejim değişikliğini istemediği söylenebilir. İstenen mevcut yapı içinde bazı alanlarda reformların gerçekleştirilmesidir. Tepkilerin dört ana alana yoğunlaştığı görülmektedir. Siyasi özgürlüklerin genişletilmesi, ekonomik reform ve adil bir gelir dağılımının sağlanması, rüşvet ve yolsuzlukla mücadele edilmesi. Suriye’deki gösterilerin merkezi konumundaki Dara şehrinde hedef alınan binalar da protestoların içeriğini yansıtmaktadır. Baas Partisi binasının yakılması yaklaşık 50 yıldır iktidarda olan ve diğer hiçbir partinin faaliyet göstermesine izin vermeyen anlayışa gösterilen tepkidir. Hedef alınan ikinci bina Suriye’nin GSM operatör firması “Syria Tel” firması bürosudur. Bu da iki açıdan anlam taşımaktadır. Birincisi devlet ve devlete yakın kişilerin kontrolündeki ekonomik yapıda reform yapılması talebinin işaretidir. İkincisi ve daha önemlisi Suriye’nin ekonomik kaynaklarının sınırlı bir grup tarafından paylaşılmasına duyulan tepkidir. Zira Syria Tel şirketi ülkenin en zengin kişisi Rami Maluf’a aittir. Maluf devletten bağımsız bir işadamı değildir. Beşar Esad’ın anne tarafından kuzeni olan Rami Maluf, stratejik sektörlerde tekel olarak faaliyet göstermektedir.
4. Suriye’deki gösterilerin en önemli zayıflıklarından biri hareketi yönlendirebilecek örgütlü, yıllardır gösteri geleneğine sahip bir muhalif hareketten yoksun olmasıdır. Suriye yönetimine en son ciddi anlamda tehdit oluşturan hareket 1970’ler ve 80’lerin başında güç kazanan Müslüman Kardeşler örgütüydü. 1982 yılında yönetimin sert tepkisi ile Hama şehrinde gerçekleştirilen operasyonda 10 bin ile 30 bin arasında değişen rakamlarda kişi öldürülerek örgüt tamamen zayıflatılmıştı. Hareketin liderliği de şu an Suriye dışında yaşamaktadır. Dolayısıyla yaklaşık 30 yıldır Esad yönetimine alternatif oluşturabilecek örgütlü bir muhalif hareket gelişmemiştir. Bu da Dara merkezli gösterilerin belli bir program dahilinde hareket edememesine neden olmaktadır. Yani gösteriler bir hedefe yönelik olmaktan ziyade sadece tepkiseldir. Bu faktör de gösterilerin ülke geneline yayılması ve başarı şansını sınırlamaktadır.
5. Suriye halkının içine işlemiş korku da gösterilerin rejimi yıkacak potansiyele ulaşması önündeki engellerden biridir. Dara şehrinde korku eşiğinin nispeten aşıldığı görülse de diğer şehirlerdeki protestoların henüz zayıf kaldığı görülmektedir. Halk içinde yerleşen korkunun temeli benzer ayaklanma girişimlerine rejimin verdiği sert karşılık tecrübeleridir. 1982 yılında Müslüman Kardeşler ayaklanması rejimin “Hama Katliamı” olarak bilinen çok sert karşılığı ile sonuçlanmıştı. Bunun ardından en ciddi başkaldırma girişimi 2004 yılında Suriyeli Kürtlerin Kamışlı’da gerçekleştirdikleri ayaklanma olmuştu. Bu ayaklanmaya karşı rejimin karşılığı yine kanlı olmuştu. Dolayısıyla gösterilerin yayılması durumunda tepkinin Mısır örneğinden çok Libya’ya benzemesi muhtemeldir.
6. Suriye’yi Mısır ve Tunus’tan farklı kılan bir faktör de ordunun yapısıdır. Gösterilerin daha da yayılması durumunda Suriye ordusunun Mısır ve Tunus’tan ziyade Libya ordusu gibi liderin yanında bir bütün olarak yer almasını beklemek daha doğrudur. Zira Suriye’de ordu bir açıdan rejimin de kendisi demektir. Ayrıca sivil ve askeri güvenlik birimlerinin kilit noktalarında Arap Aleviler bulunmaktadır. Kendisi de bir Arap Alevi olan Hafız Esad’ın kurduğu yapı günümüzde varlığını korumaktadır. Daha çok Batı kaynaklarında Suriye yönetimi için “azınlık iktidarı” kavramı kullanılmasının nedeni budur. Dolayısıyla ordu ve diğer güvenlik birimleri rejime yönelik başkaldırıyı kendi varlıklarına tehdit olarak algılayacak ve tamamen Esad yönetiminin yanında yer alacaktır.
7. Baas Partisi’nin siyasi alandaki tekelinden rahatsız bulunmaktadır. Ancak diğer taraftan rejimin “Arap milliyetçi ve laik” ideolojisi birçok kesim için de ülke güvenliği ve istikrarının garantisi olarak görülmektedir. Bu durum azınlıklar için tamamen geçerlidir. Yaklaşık %12’lik Arap Alevi ve %10’luk Hıristiyan nüfus için Baas ideolojisi toplumun tamamını kapsayan bir anlayış olarak desteklenmektedir. Hatta Sünni Arap çoğunluk dahi istikrar için en iyi seçeneğin Arap milliyetçi, laik ideoloji olduğunu düşünebilir. Aksi bir yönetim anlayışı heterojen yapıya sahip Suriye halkı arasındaki mezhepsel ve etnik çatışmaları körükleyecektir. İşgal sonrası Irak, kötü anlamda bir örnek oluşturmaktadır. Dara’da yaşanan gösterilerde ilk kez mezhepsel vurgu içeren sloganların atılıyor olması bu algıyı körükleyecektir. “İran’a hayır, Hizbullah’a hayır. Allah’a inanan Müslüman istiyoruz” sloganları doğrudan Arap Alevi yönetime ve Şii müttefiklerine yöneliktir.
8. Zaten örgütlü olmayan muhalif hareketlerin en büyük zayıflıklarından biri de bölgesel dinamiklerin Suriye’de değişimden ziyade statükodan yana olmasının yüksek ihtimal olmasıdır. Gösterilerin rejimi tehdit eder boyuta ulaşması durumunda Beşar Esad yönetiminin, Türkiye, İran gibi bölgesel güçlerin yanı sıra Fransa’yı da yanında görmesi muhtemeldir.
Bütün bu faktörler ışığında gösterilerin iktidar değişimi ile sonuçlanması zayıf ihtimaldir. Ancak yine de önemli siyasi sonuçları olacaktır. Gösterilerin yayılma potansiyelinin bulunduğu başlıca vilayetler Hama ve Haseke’dir. Hama’da doğrudan rejime yönelik, Sünni-İslamcı ideolojik boyutu olan bir tepki gelişebilir. Haseke’de ise Kürtlerin etnik-milliyetçi gösterileri yaygınlaşabilir. Buna karşılık Arap Alevilerin yoğun yaşadığı Lazkiye vilayeti en güvenli bölgedir. Protestoların iktidar değişimi ile sonuçlanması gösterilerin ancak Şam’a yayılması ile mümkün olacaktır. Bunu belirleyecek faktörlerin başında Dara’daki gelişmelerin nasıl sonuçlanacağı gelmektedir.
Oytun Orhan
ORSAM Orta Doğu Uzmanı