Nicolas Sarkozy, 16 Mayıs 2007 tarihinde Fransa’da cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından Fransa iç siyasal hayatında olduğu kadar Fransız dış politikasında da etkili olarak bu alanlarda etkin aktör haline gelerek uluslararası sistemde etkileyici olmuştur. AB’nin Almanya-Fransa temelinden hareketle Avrupa coğrafyası üzerinde Fransa’nın öneminin yeniden yorumlanmasını sağlayan Sarkozy’nin Avrupa dışında Akdeniz Birliği projesi ve Ortadoğu bölgesinde daha aktif bir politika izlenmesini öngören projeleri Fransız Dış Politikasını oluşturmuştur.
Ak Parti iktidarı ile ve özellikle Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı olmasıyla beraber Türkiye, “çok boyutlu dış politika” ile Batı’nın yanı sıra Kuzey Afrika ve Orta Doğu ile yakından ilgilenmeye başlamıştır. Davutoğlu’nun kavramlaştırdığı parametrelerden bir kaçını oluşturan “Osmanlı mirasına sahip çıkma”, “komşularla sıfır problem” ve “uluslararası barışın mümkün kılınabilirliği” politikaları bağlamında Türkiye, Orta Doğu’daki gelişmeleri yakından takip etmektedir.
Ortadoğu’da nüfuzunu giderek arttıran bu iki devlet, Türkiye ve Fransa, potansiyel rakip niteliği taşımaktadırlar. Her iki devletinde birbirlerine karşı sahip olduğu avantajlar, Orta Doğu bölgesinde yaşanan küresel ölçekteki rekabete bir halka daha eklemiştir. Fransa, Avrupa Birliği ile müzakerelerini kararlı bir şekilde devam ettiren Türkiye’nin üyeliği konusunda sert bir tutuma sahiptir. Nitekim Wikileaks Belgeleri’nde bu tutumunun temelini Türkiye’nin Müslüman nüfusuna sahip olması oluşturmaktadır. “70 milyon Müslüman, Avrupa’ya giremez.” şeklinde net bir ifadesi ortaya çıkan Sarkozy, bu bağlamda uzun süredir kendisini AB’den dışlanmış hisseden Türkiye’nin bu düşüncesini somut olarak destekler nitelikte duruşa sahiptir.[1] Küreselleşme ile birlikte devletlerin birbirine bağımlılığının artması, devletlerin dış politikalarını bir bütün haline getirmiştir. Buradan hareketle Fransa, AB üyelik sürecinde Türkiye’ye karşı bir baskı unsuruna sahiptir.
Türkiye’nin Ortadoğu bölgesinde Fransa’ya karşı avantajları ise farklı boyutlarda zenginlik gösterir. “Tarihsel miras” kavramının önem kazandığı Türk Dış Politikası, Osmanlı Devleti’nin hoşgörü politikası ile uzun yıllar egemen olduğu bu topraklarda pozitif nitelikler kazandırmıştır. Bu süreç neticesinde oluşturulan ortak kültürel değerlere atıfta bulunan Davutoğlu, Türkiye’nin bu coğrafyada öneminin artmasını başarmıştır. Diğer Batılı devletler gibi Fransa da Türkiye’nin özellikle Tayyip Erdoğan’ın Arap dünyası tarafından önemli derecede destek görmesini görmezden gelememektedir. Arap Demokratikleşme Hareketleri sürecinde Türkiye, sahip olduğu bu konumunu Batı çerçevesinde kullanmadığı yönünde eleştirilere maruz kalmıştır. Uzlaşma yoluyla bu hareketleri çözerek bölgede istikrarı tekrar sağlamayı hedefleyen Türkiye, Batı’nın güç kullanmasına insani yardımlarla katılarak bir yandan denge kurmaya çalışırken diğer yandan da bölgede kurulacak yeni sistemde dışarıda kalmak istememiştir.
LİBYA ÖRNEĞİ
2011 Mısır Devrimi ile başlayan devrim hareketleri diğer Arap devletlere de yayılmış ve Libya, 15 Şubat 2011 tarihinde bu hareketlere maruz kalmıştır. İlerleyen günlerde 1969 yılında bir darbe ile iktidara gelen Muammer Kaddafi karşıtı göstericiler Bingazi’yi ele geçirmiştir. Türkiye başlarda yine uzlaşı yolunun benimsenmesi gerektiğini savunmuş fakat olaylarda insanların ölmesi bu ihtimali ortadan kaldırmıştır. Fransa ise Kaddafi’nin güç kullanması üzerine NATO kapsamında barış gücü operasyonu yapılmasını savundu. Birleşmiş Milletler kararı ile yapılan operasyona Türkiye 5 gemi ve 1 denizaltı ile silah ambargosunu denetlemek görevi dâhilinde katıldı. Fransa’nın çabalarıyla alınan bu karar Libya’da göstericiler tarafından büyük bir memnuniyetle karşılandı.
Fransa, operasyonel desteği ile etkinliğini artırırken Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Bingazi ziyareti Türkiye-Libya ilişkileri açısından bir dönüm noktası olmuştur. Türkiye, Kaddafi ile ilişkilerini kesmesinin ardından açık şekilde Kaddafi rejimi karşıtlarını desteklemesi Türkiye’nin bölgedeki meşruiyetini arttırmıştır.[2] Ahmet Davutoğlu’nun Bingazi ziyaretinde büyük bir coşkuyla karşılanması da Türk Dış Politikasını memnun etmiştir. Davutoğlu Tahrir Meydanı’nda Arapça yaptığı konuşmasında; “Türkiye ve Libya halklarının tarihi müşterek, kaderi müşterek, geleceği müşterektir. İki ülkenin geleceği de parlaktır. Ömer Muhtar’ın torunlarına selam olsun.”[3] cümlelerine yer vermesi ve Libyalı göstericilerin büyük bir coşku içerisinde teşekkür etmeleri Türkiye’nin Libya’daki etki potansiyelinin belirgin göstergesidir. Açılan pankartlardan bazılarında Fransa’ya da teşekkür edilmesi Fransa’nın da bölgede varlığının meşruluk kazandığını kanıtlamaktadır.
Sonuç olarak bakıldığında Fransa, ekonomik olarak bölgede ön plana çıksa da gerek sosyal hayat ve din, gerek kültürel değerler gerekse tarihsel arka plan açısından Türkiye, Fransa’ya daha etkili bir konumda bulunmaktadır. Kaddafi rejiminin ayakta duramayacağının ön görülmesiyle birlikte Türk Dış Politikası, göstericileri açık şekilde desteklediğini göstermiştir. Ankara tarafından atılan bu adımlar bölgede etkili bir statü arayan Fransa’ya oranla daha belirgin olmuştur. Ortaya çıkması muhtemel yeni bir Libya sisteminde, bu belirgin fark Türkiye çıkarlarına hizmet etmelidir. “Yurtta sulh cihanda sulh” anlayışını tekrar yorumlayan Davutoğlu, Dışişlerinde süre gelen her hangi bir çatışmaya taraf olmama prensibi yerine tarihsel mirasın bulunduğu topraklardaki çatışmalara müdahil olarak, barışçı yöntemlerle çatışmaların sona erdirilmesini amaçlamaktadır. Bu bağlamda Libya örneğinde görüldüğü gibi Türkiye barış ve insanlık yöntemlerini temel alarak ve ortak tarihsel arka plan çerçevesinde bölgede etkinliğini arttırmıştır.
Tayfun GÜRDAĞ
Sakarya Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler
Kaynakça
[2] http://www.usakgundem.com/haber/libyal%a.html , 04.07.2011