Son zamanlarda Amerika ve İngiltere İsrail’den “aman!” dilercesine davranıyor. Konu ise, İsrail’in İran’a saldırma ihtimali. Anglo-Sakson ittifakının İsrail’i ikna etme çabalarının arkasında yatan şey, İran’ı sevmeleri değil elbette. Sırf “Arap baharı” diye yutturulan süreçte oturmayan onca şey var. Süreç İsrail’e iki türlü yaradı: İsrail güçlü düşmanlarından kurtuldu; öte yandan, yine mağduru oynayarak hem Filistin meselesini unutturdu, hem de bunun için yeni gerekçeler elde etmiş oldu. Aldığı ek yardımlar da ikramiye olacak.
Evet, İsrail İran’a saldırmamalı! Öncelikle, İran’a saldırmak için küresel siyaset uygun değil. Bir yanda, Suriye’de planlanan darbe girişimi ve şimdilik akim kaldı. Tüm tasarım Suriye’deki darbeyi sonuçlandırmak üzere yapıldı. Diğer yanda, buna ilaveten, sadece Rusya değil, Çin de Ortadoğu oyunlarında rol almaya başladılar. Yani aslında Ortadoğu konusunda eski komünist ülkeler kapitalist ülkelerle bölgeyi üleşmek istiyor.
BM’de Suriye konusunda girişim kararı çıkmayınca, Rasmussen NATO’nun “meşru” olarak yapamadığını “bölgesel güçler” kanalıyla yapmak istiyor. Bu da Suriye’de ihalenin Türkiye üzerine bırakılması anlamına geliyor. Rasmussen’in burada İsrail’i işaret etmediği açıktır. Çünkü küresel sistem suret-i haktan görünmesi için bu duruma Türkiye’nin müdahale etmesini istiyor; aleni bir İsrail saldırısı Arap Birliği’ni de rahatsız edecektir. Bu da Arap halkların yöneticilerine karşı durması ihtimali kadar, bölgeye zerk edilen darbe serumlarının, darbeleri önlemek için halkına ve Batı’ya rüşvet veren diğer ülkeleri de rahatsız edecektir. Bu da “placebo” etkisini yok edecektir.
Arap baharı sürecinde CIA “darbe yaptırma” konusunda başarılı senaryolar sergiledi. Ancak “demokrasi” diye yutturulan sürecin arkasından ne geleceği de netlik kazanmadı. AB güdümlü bazı ülkeler seküler takılırken, ABD güdümlü ülkelerde İslamî eğilimler ağırlıkta görünüyor. Amerikan yönetiminin “İslamcı” hükümetlerle çalışmaya hazır olduğunu belirtmesi de ilgi çekici bir “ayrıntı” oldu bu dönemde. Ya Obama ve Clinton hidayete erdi. Ya da ikinci “yeşil kuşak” aşamasını ima etmektedir.
Doğal olarak bölgemizde olanlar “enerji güvenliği” ve “Büyük İsrail” konularında endişe yaratmaktadır. Öte yandan, ABD’de seçimler var ve Obama başarısızlıklarını kapatmak için Siyonist çevrelere ihtiyaç duymaktadır.
O nedenledir ki, Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Tom Danilon’un Benjamin Netanyahu ve Ehud Barak ile görüşeceği ziyareti gerçekleştirdiği bir zamanda, İsrail Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Benny Gantz, ülkesinin “İran’ı vurma kararını kendisinin alacağı” açıklamasında bulundu. İsrail şunu demek istiyor: “bu işi BM’de halledemediniz, Türkiye’yi de bu işe tam ikna edemediniz. O halde, beni kamufle ederseniz ben hallederim!” Böylece Suriye ile birlikte İran da tam hedefe oturacak ve İsrail iki büyük düşmandan daha kurtulacak ve belki arkasından Türkiye ilgili hesaplar devreye girecektir.
Yani ortalıktaki telaşın haklı gerekçeleri var. İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague ile ABD Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey de, ayrı ayrı yaptıkları açıklamalarla, İsrail’den İran’a saldırmamasını istedi. İsrail’in kurulmasında büyük emekleri olan İngiltere’nin Hariciye Nazırı William Hague, “İsrail’in İran’a saldırmasının ciddi sonuçları olacağını” belirtirken, olası İsrail saldırısının “akıllıca bir şey olmayacağını” vurgulaması bundan.
Aynı konuşmasında Hague, “ülkesinin İran’a diplomatik yöntemlerle baskı yapmaya odaklandığını kaydetti. Zaten onca yıldır ambargo altında olan İran’ın daha da gerileyerek kendi içinde toplumsal sorunlar yaşamasını istedikleri açık. Bu arada muhtemelen “Sünni İslam” da “Şii İslam”a karşı kullanılacak.
Hatta nüfusu 27 milyon civarında olan Azerbaycan Türklerini de bu süreç içinde kullanmak da bu işin parçası olarak karşımızda. O nedenle Hague, ”Bence İsrail de, dünyadaki diğer herkes gibi, güçlü ekonomik yaptırımlar ve ekonomik baskı uygulamayı ve İran ile müzakereye hazırlıklı olmayı içeren bizim yaklaşımımıza gerçek bir şans tanımalıdır” diyor.
ABD Genelkurmay Başkanı Dempsey de İsrail’in İran’a saldırına karşı. Dempsey, İran’ın nükleer silah geliştirmesini ”muhtemelen bir kaç yıl geciktirme yeteneğine sahip olduğunu, buna karşın bazı hedeflerin büyük bir olasılıkla İsrail’in erişebileceğinin ötesinde olduğunu” söyledi. Yani meseleye, “sizin yapmanızda sorun yok, ama sıkıntı çekmenizden endişe ediyoruz” tarzında yaklaşıyor.
Hatırlanacağı üzere, daha önce İsrail İran’a yönelik saldırılarda bulundu. Amaç İran’ın nükleer yeteneklerine ket vurmaktı. Ve aslında İsrail bir bakıma taşeronluk da yapmıştı. İşte bu nedenle, İran’ın durumu doğru okuması ve ona göre hareket etmesi anlamına geliyor. Dempsey, İsrail’in İran’a yönelik saldırısının bu ülkenin, Amerikan güçlerinin üslendiği Basra Körfezi veya Afganistan’daki ABD hedeflerine yönelik misillemede bulunmasına yol açmasından kaygı duyduğunu ifade ederek; ”Bizim boğuştuğumuz sorun budur ve bunun sebebi de bu noktada İran’a saldırı düzenlemenin akıllıca olmadığı kanaatinde olmamızdır” dedi.
Daha da gerçekçi olanı ise, Dempsey’in İran’ı “akılcı bir oyuncu” olarak tanımlaması. İran’a yönelik uluslararası yaptırımların etkisini göstermeye başladığına inandığını söyleyen Dempsey, ”bu nedenle bence biz şu an takip ettiğimiz yolun bu noktadaki en akla uygun yol olduğu kanısındayız” dedi.
Durum böyle olunca, bölgedeki “akılsız” oyuncuya dikkat çekmek gerekiyor. Topkapı baskınında “Yeni Osmanlı” bitti. Artık sadece sadece ve sadece aklımızla ve sadece kendi ülke çıkarlarımıza göre hareket etmek zamanıdır. Ne Suriye’de ne de İran’da rejimlerin düşmesi Türkiye’nin lehine olmadığı gibi, şu an bizimle beraber gibi görünen “Arap Birliği”nin ne zaman bize karşı duracağını tahmin etmek zor değildir.
Metin BOŞNAK
Uluslararası Saraybosna Üniversitesi Öğretim Üyesi