Bu röportaj, Avukat Süreyya Kardelen Yarli ile Örselenmiş Kadın Sendromu hakkında yapılmıştır.
1. Örselenmiş Kadın Sendromu nedir?
Aslında Örselenmiş Kadın Sendromu dediğimiz zaman biz biraz daha psikolojik bir tanım vermiş oluyoruz. Çünkü bunun hukuki bir tanımı zaten yok. Literatürde de -en azından Türkiye’deki literatürde- yeni tartışılmaya başlandığı için biz şunu söylüyoruz aslında: Kendini kadın olarak beyan eden herhangi bir kişiye yönelen sistematik ve düzenli bir şekilde gerçekleşen her türlü şiddet türü (psikolojik, cinsel, ekonomik, dijital zorbalık olabilir hiç fark etmez). Buradaki en önemli noktalardan biri sistematik olması, ikincisi düzenli olması. Yani tek bir şiddet türünden ya da bir kere yapılan hareket türünden değil de kendini kadın olarak beyan eden o kimseye karşı; partneri, eski partneri, eşi, eski eşi, yakın aile bireyi, aynı iş ortamında olan erkek (genelde erkek bireyleri fail olarak gördüğümüz için erkek diye söylüyorum) fail tarafından kadına karşı yöneltilen her türlü sistematik aslında eziyetin içine giren şiddet türüdür. Burada bizi ilgilendiren en önemli şeylerden biri kadın üzerinde bir mağduriyetin yaratılmış olması; yani bizim kadın üzerinde o travmayı aslında görebiliyor ve bunu ispatlayabilir olmamız lazım. Normalde şöyle bir ön kabul var: şiddete uğrayan bir insanın etkilenmemesi veya travma yaşamaması imkansız. Ama örselenmiş kadın sendromunda biz sonuçları çok daha uzun bir süre devam eden ve o kadının artık sağlıklı düşünebilme yetisini bir noktada etkileyebilen bir sendromdan bahsediyoruz. Bu yüzden biz tek bir şiddet eyleminde “bu kadında Örselenmiş Kadın Sendromu var” diyemiyoruz.
2. Peki Örselenmiş Kadın Sendromu’nda bahsettiğimiz kadın öznesi tam olarak kimleri kapsıyor?
Burada normalde şöyle bir tartışma var; kadın fikrinden ne anladığımız. Birincisi, bazı insanlar ya da bazı gruplar kadın dediğimiz zaman sadece biyolojik cinsiyeti ya da atanmış cinsiyeti kadın olan kişileri kast ederken ben bu tanıma biraz daha geniş bakmamız gerektiğini düşünüyorum. O yüzden de kendini kadın olarak beyan eden ya da kadın olarak hisseden her kişiyi biz aslında bu mağdur ya da kırılgan grubun içerisine alabiliyoruz. Burada kadının mutlaka evli olması ya da şiddetin mutlaka yasal eş tarafından gelmesi gerekmiyor. Veya kadının mutlaka bir vulvaya sahip olması gerekmiyor. Bu kişi trans bir kadın da olabilir, biseksüel bir kadın da olabilir, heteroseksüel bir kadın da olabilir. Henüz 15-16 yaşında bir kız çocuğu da olabilir ama bu onun bu sendroma maruz kalmayacağı anlamına gelmiyor. Bizim için önemli olan kişinin cinsiyeti; cinsel yöneliminden bağımsız olarak eğer o kişi içinde bulunduğu durumdan kendini kadın olarak tanımladığı için şiddeti gördüğünü düşünüyorsa veya o vakada kadın olmasından kaynaklı o düzenli ve devamlı şiddeti gördüğünü düşünüyorsa o zaman biz şunu diyebiliriz: “evet burada Örselenmiş Kadın Sendromu var”.
3. Örselenmiş Kadın Sendromu partnerle olan ilişkiyi mi kapsar? Çekirdek aile içinde 6 yaşından itibaren sistematik şiddete uğrayan kız çocuğuna 10 yaşına geldiğinde “Örselenmiş Kadın Sendromu vardır” alabilir miyiz? Yoksa çocuklar için ayrı bir kavram üretmeli miyiz?
Burada bence bir ayrım olması gerekir. Çünkü Örselenmiş Kadın Sendromu biraz daha yetişkin ya da yetişkinliğe yakın, genç kız diyebileceğimiz 16-17 yaşlarından biraz daha yetişkin olan kadınları kapsıyor. Ama bu çocukluk döneminde bahsedeceğimiz bir şiddet olursa burada biraz daha istismara gitmemiz gerekiyor. Çünkü oradaki ilişki çocuğun kız çocuğu olmasından ziyade çocuk olmasından kaynaklanan bir şiddet, oradaki hiyerarşik ilişki mağdurun çocuk olarak zayıf ve küçük olmasından kaynaklı olarak gelişiyor. Aksi halde oğlan çocuklarını da kapsama almamız gerekirdi, bu durum da bizi ana noktadan çok uzaklaştırır. Çünkü biz Örselenmiş Kadın Sendromu’nda daha yakın ilişki ve özellikle partner şiddetinden bahsediyoruz.
4. Türk Ceza Kanunu kapsamında çocuklar için öngörülen irade açıklamaları bakımından bazı yaş sınırlamaları var. 15 yaşındaki bir kız çocuğunun beyanen kadın olduğunu ifade etmesi ya da 15 yaşındaki bir oğlan çocuğunun beyanen kadın olduğunu ifade etmesi halinde bu beyanlar dahilinde çocukları Örselenmiş Kadın Sendromu kapsamına alabilir miyiz? Rızasına ve beyanına bu anlamda bir sonuç bağlayabilir miyiz?
Henüz çocuk oldukları için burada yine istismar kapsamında değerlendirmemiz gerekir. Biz Örselenmiş Kadın Sendromu kavramını daha ziyade yetişkin kadınlar bakımından kullanıyoruz, istismarla arasındaki çizgi de burada ortaya çıkıyor. Çünkü diğer halde biz kişiyi yetişkin olarak algılarsak beyanına yönelik yargılamasının da bu şekilde yapılması gerekir. Ama kişi çocuk olduğu için zaten daha avantajlı hak ve kurumlardan yararlanabilir oluyor, o yüzden bence aradaki farkı kaçırmamak gerekiyor.
5. Örselenmiş Kadın Sendromu’nun meşru savunma hakkı ve haksız tahrik hükümlerine göre ayrıcalığı nelerdir?
Aslında biz sendromu hukuk literatüründe görmüyoruz. Pratikte de kullanamıyoruz. Yanlış hatırlamıyorsam Yargıtay’ın 1980’lerde bahsettiği kararlar var ama burada Örselenmiş Kadın Sendromu var denilerek “meşru savunma sayıyoruz” gibi değil. Ama şundan bahsediliyor, failin ya da sanığın çok uzun zaman maktul tarafından şiddet gördüğü bilindiğinden failin son çare olarak öldürme eylemini gerçekleştirdiği gibi Yargıtay burada meşru savunma veya haksız tahrik değerlendirmesi yapabiliyor. Ama bu kesinlikle “pratikte oturmuş bir meşru savunma veya hâksiz tahrik uygulama vardır” yorumunu yaptırmaz. Zaten şu an mahkemeler tarafından bilinmediğinden avukatlar tarafından öne sürülmesi gereken bir şey. Biz burada bunu nasıl yapabiliriz? Psikolojik değerlendirme ve tahlil istememiz gerekir, adli tıp olabilir, üniversite hastaneleri olabilir, eğitim araştırma hastaneleri olabilir. Bu rapor bize geldikten sonra, “evet bakın burada böyle bir sendrom var ve bu da bilirkişi incelemesi ile kanıtlandı” diyebilmeliyiz, bu sendromdan ötürü biz bu somut vakada meşru savunma değerlendirmesi yapmalıyız ya da değilse haksız tahrik indirimine gitmeliyiz. Bunu söylemesek de mahkemeler genelde haksız tahrik indirimine gidiyorlar çünkü tanıklar şiddet geçmişinde, özellikle fail aile içindeyse mutlaka tanık oluyor, genelde şikayet edilmiş oluyor ve bir haksız tahrik indirimi yapılıyor. Orada çok bir sıkıntı yaşamıyoruz. Esas sıkıntıyı meşru savunma değerlendirmesinde yaşıyoruz. Oradaki sıkıntı da şu, eğer kadın hemen tartıştıkları bir olay anında failini öldürmemişse ya da yaralamamışsa daha sonra aradan zaman geçince bunu yaptıysa veya fail olan kişi savunmasız bir andayken kadın eylemi meydana getiriyorsa (fail uyuyorsa, dalgınsa, arkası dönükse, duştaysa) mahkemeler “burada meşru savunmadan bahsedemeyiz” diyor. Çünkü “zaten gerçekleşen bir saldırı yok, kişiyi savunmasız durumdayken öldürmüşsün, yaralamışsın” şeklinde gerekçe kuruyorlar. Bizim için burada önemli olan şey o anki saldırıdan ziyade meşru savunmadaki kanunda “veya” olarak düzenlenen “tekrarı muhakkak, gerçekleşmesi kesin gözüyle bakılan” tehlikeli olabilecek ilerideki şiddet olaylarına karşı bunu yapıyor olması. Meşru savunmayı burada değerlendiriyor olmamız gerekir. Zaman aralığını iyi tespit etmemiz gerekiyor. Neye göre kısa ya da uzun? 2 gün sonra ya da 2 ay sonra öldürüyor olması bizi neden bu kadar irdeliyor? Zaten o, evin içinde. Belki de kadının zaten bunu yapabilecek en uygun anı -işi meşrulaştırmak için söylemiyorum ama- o andı. Zaten hali hazırda bu kadın sağlıklı bir psikolojide değil, artık örselenmiş bir psikolojisi var, iyi düşünemiyor. O yüzden kadın şunu düşünüyor olamaz “tamam şiddete uğradım, aradan bir saat geçti, bu meşru savunma kapsamındadır, ben gidip onu öldüreyim”. Zaten kimse bunu planlamıyor. Genelde düşündükleri şu oluyor “ben şikayet ettim, uzaklaştırma aldım, dava açılmıyor, her halükarda bana şiddetine devam edecek, ben hiçbir yolla caydıramayacağım, benim bundan tek kurtuluş yolum öldürmek”. Aslında zaten durumda fail olan kadın için eylemi gerçekleştirecekleri en uygun zaman kendilerini en güçlü hissettikleri zaman. Diğer türlü karşı taraf daha güçlü, kadın karşılıklı şekilde saldırsa başarılı olamayacak. Bu nedenle kadın failler karşı tarafın en savunmasız anını seçiyor genelde.
6. Kadının Örselenmiş Kadın Sendromu’nun etkileri altında olduğunu saptamamız için nasıl bir zaman aralığı öngörülmeli? İntikam ile arasındaki ince çizgiyi nasıl belirleriz?
Aradaki fark bence şu: Şiddeti sadece fiziksel olarak algılamamak. Diyelim ki erkek fail engelli bir konuma geldi, fiziken şiddet uygulayamasa da hala kadına psikolojik şiddet uyguluyor olabilir. Ya da ekonomik şiddete devam ediyor olabilir. Şunu diyemeyiz: “erkek fiziksel şiddetten aciz hale geldiğinde şiddet biter”. Farklı bir boyutta hala devam ediyor. Eğer aradan çok uzun zaman geçtiyse, örneğin beş yıl sonra kadın geldi ve ortada hiçbir şey yokken erkeği öldürdü. İrdelememiz gereken şu olacak: gerçekten devam eden, gözden kaçan bir şiddet var mıydı? Varsa da kadında devam eden bir süreci var mı? Kadının belki öyle bir sendromu vardı, öyle bir sendrom geçmişi vardı ama belki iyileşti. İkinci gelecek rapor “evet böyle bir sendrom geçmişi var ama kadının halet-i ruhiyesinde bir problem yok, atlatmış şeklinde” ise ve aradan uzun bir zaman geçmişse biz artık ortada devam eden bir şiddet yoksa Örselenmiş Kadın Sendromu’ndan dolayı bunu yaptı diyemeyebiliriz.
BERFİN AĞAÇDİKEN
Toplumsal Cinsiyet Staj Programı