Ülkemizde istikrarlı bir insan hakları pratiğinin imkânı üzerine tartışabilmek için özne merkezli bir perspektifin benimsenmesi gerekmektedir. Temel hak ve özgürlüklerin, politik çıkmazların aşılması; seçmen davranışlarının manipülasyonu ve denetim bürokrasisinin devre dışı bırakılması gibi amaçlar doğrultusunda araçsallaştırılması gün geçtikçe daha büyük bir tehlikeye dönüşmekte ve yönetimin her katmanına sirayet etmektedir. Yürütülen hatalı politikaların ve gündelik çekişmelerin ardında herhangi bir yargısal müdahaleye tabi tutulmaksızın devam eden hak ihlalleri, yeni ve popülist bir yönetim alışkanlığını çağrıştırır niteliktedir.
Tüm bu problemler, Türkiye’nin İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi başvurularındaki zayıf karnesiyle de doğrulanmaktadır. Avukat Benan Molu’nun (2020) hazırladığı rapora göre Yüksek Mahkeme, 2020’de Türkiye aleyhine tam 92 adet ihlal kararı vermiş, bunların kayda değer bir kısmı ifade özgürlüğü ve toplanma ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı gibi en temel hak ve özgürlüklere yönelik bireysel başvuruları konu edinmiştir. Bunun yanı sıra Yüksek Mahkeme tarafından yayınlanan 2020 istatistiklerinde Türkiye’nin tam 11.150 adet bireysel başvuru ile Rusya’nın ardından ikinci sırayı aldığı ifade edilmiştir (Deutsche Welle, 2021).
Bu karamsar tablo, üç adet temel çıkarımı mümkün kılmaktadır. Birincisi, Türkiye’nin politik atmosferi, temel hak ve özgürlüklerin politik alana katılıma temas eden unsurlarını kısıtlamakta ve toplumsal memnuniyetsizliklerin tartışılmasını güçleştirmektedir. İkincisi, Yüksek Mahkeme’ye bireysel başvuru yapabilmek için önce iç hukuk yollarının tüketilmesi gerektiği düşünüldüğünde, Türkiye’deki adli ve idari karar ve işlem mekanizmalarına karşı bir güvensizlik duyulmakta, söz konusu karar ve işlemlerin anayasal dayanağı olan temel hak ve özgürlükleri ihlal ettiğine yönelik önemli bir kanaat ortaya çıkmaktadır. Üçüncüsü ve en önemlisi de Türkiye, temel hak ve özgürlükleri hâlâ kendi içerisinde çözebilecek bir pratiğe sahip olamamış, hak ihlallerinin ortaya çıkmaması için gerekli tedbirleri alabilecek veya hak ihlallerinden doğan zararları tazmin edebilecek bir rejim oluşturamamıştır.
Popülist ve anayasal dayanağı olmayan politik çıkarların temel hak ve özgürlüklere tercih edilmesi, her yıl daha da kötüye giden bu tablonun en büyük nedenlerinden biridir. Özellikle darbe girişimi sonrası ilan edilen olağanüstü hâl ve onun gölgesinde halkoyuna sunulan yeni anayasa ile birlikte yasal usullerin göz ardı edilmesi bir alışkanlık olmuş, kriz zamanlarında dahi anayasal denetim yollarının arkasından dolaşılmıştır. Pandemi tedbir ve kısıtlama kararlarının genelgeler ile alınması, Boğaziçi Üniversitesindeki eylemlerden sonra mülki amirlerin toplantı ve gösteri yürüyüşü yasağı getirmesi ve Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile bir uluslararası antlaşma olan İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması gibi fiil ve işlemler, söz konusu alışkanlığın güncel örnekleridir. Kuşkusuz, bu denli problemli ve süreklilik kazanmış bir anlayışın kısa süre içerisinde terk edilmesi ve Türkiye’nin önündeki yeni sınavlara daha iyi hazırlanılması gerekmektedir.
Bu sınavlarda başarı elde edebilmek için başta yerel yönetimler olmak üzere devlet içerisindeki tüm aktörlere önemli görevler düşmektedir. Temel hak ve özgürlüklerin inanç, dil, ırk, cinsel yönelim ve hukuki statü ayrımı yapılmaksızın toplumun her kesimine adil ve hukuki dayanaklarına uygun bir şekilde temin edilmesi gerekmekte, gündelik tartışmaların bu süreci zedelememesi için gerekli önlemler alınmalıdır. Ne var ki son zamanlarda sıkça gündeme getirilen göçmen tartışmalarındaki söylemler, tüm bu problemlerin hâlâ göz ardı edilmekte olduğunu ortaya koyar niteliktedir. Bu söylemlere örnek olarak Bolu Büyükşehir Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın açıklamaları verilebilir:
“Yabancı uyruklu kim varsa abonemiz olan, su fiyatlarına, katı atık ücretlerine başta olmak üzere bazı ücretlerde 10 kat zam yapacağız. Türk vatandaşıyla yabancı uyruklu vatandaş aynı fiyattan suyu kullanamayacak. 10 kat suya, 10 kat katı atık vergisi ücretine zam yapacağız. Bunu niye yapıyoruz? Gitsinler istiyoruz. Bu misafirlik uzadı diyoruz artık. Benim elimde yetki yok ki zorla, zabıtayla şehrin dışına bırakıp koyayım. Bir ara Tayyip Bey sinirlendi, sınırlar açıldığında biz otobüsleri ücretsiz yapıp insan gönderdik. Şimdi de göndermeye hazırız. Gönderelim gitsin. Gene çıkıp birileri insan haklarından bahsedecek, bana “faşist” diyecek. Hiç umrumda değil.” (Bianet, 2021; Cumhuriyet, 2021)
Yazının başında da belirtildiği gibi insan hakları, özne merkezli bir perspektifi zorunlu kılar. Temel hak ve özgürlüklerin kullanılması, öznenin politik alandaki öznel görünümden bağımsızdır. Bir kamu görevlisi, Anayasa’nın 129. maddesinde de açıkça belirtildiği gibi anayasal ve yasal hükümlere uygun davranmak ile yükümlüdür. İktidarın hukuk normlarını aşmaya yönelik fiil ve işlemlerinin en azından muhalefet ve yerel yönetim kanadında daha çoğulcu ve özgürlükçü bir tutum ile karşılanması beklenirken bunun tam aksinin meydana gelmesi, göçmenlere yönelik olumsuz algıları arttıracağı gibi, Türkiye’nin hâli hazırda son derece problemli olan insan hakları karnesini de daha kötüye götürecektir.
Tüm bunların yanı sıra, göçmenlere ilişkin ulusal ve uluslararası hukuk rejiminde yer alan düzenlemelerin yetersizliği ve tutarsızlığı da göz önünde bulundurulduğunda, insan haklarının göçmenler ile ilgili uygulamalarda çok daha hassas bir boyuta kavuştuğunu da kabul etmek gerekir. Özcan’ın bilinçli bir vergi ayrımcılığı yaratmaya ve göçmenlerin su, çalışma ve barınma gibi en temel haklarını dahi ihlal etmeye yönelik söylemleri, bir çözüm oluşturmaya muktedir olmadığı gibi, insan haklarına yönelik kamuoyu bilinci yönünden de zedeleyicidir. Zira kadim insan hakları ilkelerinden biri olan ayrımcılık yasağı, bu planların yürürlüğe girmesi hâlinde yoklukla malul olacak, böylelikle hem idari uygulamalarda son derece tehlikeli bir emsal ortaya çıkacak hem de Türkiye gelecekte çok sayıda insan hakkı ihlalinin ve tazminat yükümlülüğünün öznesi hâline gelecektir.
Görüldüğü gibi Türkiye’de önemli bir insan hakları krizi yaşanmaktadır. Göçmenlere yönelik söylemlerde bu krizin fiili uygulama hâline geldiği görülmekte; çoğulcu, özgürlükçü ve hukuki perspektiften giderek uzaklaşıldığı anlaşılmaktadır. Tüm kurumların, aktörlerin, yargı organlarının ve sivil toplum unsurlarının popülizmin revaçtaki ayrımcı bağlamından uzaklaşması ve insan haklarından yana tavır alması gerekmektedir. Aksi hâlde Özcan’ın talihsiz açıklamaları gibi pek çok söylem, toplumun daha geniş kesimlerini etkileyebilecek bir şekilde hızla üretilecek ve uygulamaya dâhil olarak kitlesel hak ihlallerini, hukuk dışılığı ve yerleşik ayrımcılığı beraberinde getirecektir. İnsan haklarının yitimi artık kapımızdadır ve bu yitimin yıkıcılığının göçmenlerin önce en temel haklarından yoksun bırakılmalarıyla, daha sonra ise gönderilip gitmeleriyle aşılamayacağı aşikârdır.
Umutcan TARCAN – TUİÇ Akademi Uluslararası Hukuk Staj Koordinatörü
Kaynakça
Bianet (2021). “Bolu Belediyesi’nden mültecilerin su faturasına 10 kat zam.” https://bianet.org/bianet/insan-haklari/247700-bolu-belediyesi-nden-multecilerin-su-faturasina-10-kat-zam Erişim Tarihi: 26/7/2021.
Cumhuriyet (2021). “Ayrımcı ifadelerle tepki çeken Tanju Özcan’dan açıklama.” https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/ayrimci-ifadelerle-tepki-ceken-tanju-ozcandan-aciklama-1855675. Erişim Tarihi: 27/7/2021.
Deutsche Welle (2021). “AİHM’nin 2020 bilançosu açıklandı.” https://www.dw.com/tr/aihmnin-2020-bilan%C3%A7osu-a%C3%A7%C4%B1kland%C4%B1/a-56366902 Erişim Tarihi: 26/7/2021.
Molu, Benan (2020). “2020’de İHAM’ın Türkiye’ye Karşı Verdiği İhlal Kararları ve Özetleri.” Anayasa Gündemi. https://anayasagundemi.com/2020/12/30/2020de-ihamin-turkiyeye-karsi-verdigi-ihlal-kararlari-ve-turkce-ozetleri/ Erişim Tarihi: 27/7/2021.