Son dönemlerde Suriye’nin yanı sıra Afganistan’dan da Türkiye’ye büyük bir göçün yönelmiş olması, ülkede yıllardır süregelen göç tartışmalarını gerek kamuoyunda gerekse siyaset alanında daha da alevlendirdi. Zaten önemli bir konu olan göç meselesinin önümüzdeki günlerde daha da önemli bir hal alacağı aşikâr. Türkiye’ye yönelen göç meselesi karmaşık bir hal aldı ve bu konuyu sadece siyaset meselesi haline getirerek tartışmak yerine sosyolojik, demografik, ekonomik ve psikolojik boyutlarıyla da tartışmak önem arz etmektedir.
Jeopolitik konumundan dolayı yakın coğrafyada gerçekleşen çatışmalar sonucunda zorunlu göçle karşı karşıya kalan Türkiye, 2011 Suriye krizinden sonra Açık Kapı Politikası izlemiş ve Suriyelileri Geçici Koruma Statüsü altında ülkeye “misafir” olarak almıştır (Özmete, Yıldırım ve Duru, 2018). Türkiye’deki göçmen profilini “transit göç akımları, kaçak işçi göçü, sığınmacı ve mülteci hareketleri ve yabancıların kayıtlı göçü” şeklindeki göç çeşitleri etkilemektedir (İçduyu,2004). Suriyeli ve Afgan göç yoğunluğu ele alındığında transit göç akımları meselesini biraz açmakta fayda var: Transit göç akımları ülkenin jeopolitik konumundan kaynaklı göç eden kitlelerin Türkiye’yi Avrupa’ya bir geçiş yolu olarak görmesinden kaynaklanmaktadır.
Türkiye üzerinden Avrupa’ya göç aslında yeni bir olgu değil. Fakat Avrupa’nın göçmen politikaları Türkiye’yi bu noktada olumsuz etkilemiştir. Türkiye’nin Açık Kapı Politikası izlemesinin aksine Avrupa ülkeleri ve ABD Suriye’den gelen transit göçü önlemek adına katı politikalar izlemiştir. Birçok Suriyeli, transit göç esnasında özellikle deniz yolculuğunda hayatını kaybetmiş ya da Yunanistan’a geçiş sırasında tutuklanarak ağır koşullara mahkûm edilmiştir. Karaya ulaşanlar ise hayal ettiklerinin aksi bir tabloyla karşı karşıya kalmıştır (Adıgüzel, 2015). Bu hususta Donald Trump’ın ABD Başkanı seçildikten hemen sonra Irak, Suriye, Yemen, Libya, Sudan, Somalili mültecilerin girişine yasak getirmesini ve akabinde yalnızca Hıristiyan olan Suriyeli sığınmacıları kabul edeceğini dillendirmesini unutmamak gerekir. ABD’de yaşanan göçmen karşıtı tutumlara dair unutulmayan belki de en acı olay ise 5 yaşındaki göçmen bir çocuğun ailesiyle ülkeye girmesine izin verilmemesi ve bir güvenlik tehdidi olarak algılanıp saatlerce kelepçeli tutulmasıdır (Bayar, 2017).
Türkiye ve İtalya üzerinden Suriye’den gelen transit göç akımının artması üzerine şoka uğrayan ve böyle bir göç hareketini beklemeyen bazı Avrupa ülkeleri ise 1951 Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nde mültecilik hakkı kabul edilmesine rağmen alacakları mülteci sayısını göç edeceklerin sosyo-ekonomik düzeylerinin önemli olduğunu dile getirerek bin-iki bin kişiyle sınırlandırmıştır. Örneğin Almanya, sadece eğitimli Suriyelileri alacağını söylemiş ve bu doğrultuda bir politika izlemiştir (İnat, 2016).
Görünen o ki insan haklarını sözde üstün ve evrensel gören birçok ülke, ekonomik ve güvenlik bahanelerini ileri sürerek bu hakları bir insanlık dramına çevirebiliyor. Kendi vatandaşlarının tepkisini çekmek istemeyen, ekonomisinin göç hareketliliğinden etkilenmesinden çekinen bu ülkeler, mültecileri ve sığınmacıları bir güvenlik tehdidi olarak görüyor.
“İnsanlık dramı” dedik az önce, çok değil, ortalama bir buçuk yıl önce, 27 Şubat tarihinde Türkiye’nin, Suriye’nin İdlib kentinde çıkan çatışmada 33 askerini şehit vermesi üzerine mülteci politikasını değiştirerek göçmenlerin Avrupa’ya geçişini serbest bırakmasıyla Yunanistan’a geçen/geçmeye çalışan Suriyelilerin dramını medyada izledik. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 29 Şubat-3 Mart 2020 tarihleri arasında 130 bin 469 göçmenin Türkiye sınırından Yunanistan’a geçtiğini Twitter hesabında açıklamıştı fakat Yunan hükümeti yalnızca 10 bin mültecinin sınırı geçtiğini duyurmuştu (Sözcü,2020). Aradaki 120 binlik fark akıllarda soru işareti bırakmıştı ve bizler medyada –sadece bize gösterilen tarafında- göçmenlerin geçiş esnasında askeri güçler tarafından uğradıkları “zulmü” izlemiştik. Sonrasında Yunanistan, gelen 10 bin göçmeni Türkiye’ye geri gönderme çabası göstermiş ve Covid-19 salgını dolayısıyla ülkeye göçmen kabul etmediğini açıklamış kapılarını göç hareketliliğine tamamen kapatmıştı (Bal, 2021).
O halde şu soru göze çarpıyor: İnsan haklarının üstünlüğü, evrenselliği ve vazgeçilmezliği nerede? Diğer taraftan ise insanların yanı başında yaşanan bu “insanlık dramına” tepkisiz kalmalarının sebebi ne? Zenofobi. Yabancı korkusu ve düşmanlığı anlamına gelen zenofobi (Wikipedia, 2021) kavramı göç alan ülkelerde göçmenlere karşı oluşturulan tutum ve önyargılar anlamına gelmektedir. Özellikle göç olgusu bazında ele alındığında zenofobinin sebeplerinden biri olarak rekabet teorisini ileri sürmek bu noktada elzem görünüyor. Rekabet teorisine göre kıt kaynakların yabancılarla paylaşılma fikrinden dolayı yabancılara karşı düşmanca tutum ve önyargılar ortaya çıkabiliyor (Bobo ve Hutchins,1996). Göç alan toplumların düşük eğitim düzeyine sahip, istihdam konusunda toplumun olanaklarından yararlanmakta güçlük çeken bireyleri, gelen göç akımları sonucunda sosyo-ekonomik düzeylerinin daha da sarsılacağı konusunda kendini tehdit altında hissediyor. Bu bağlamda Türkiye’de istihdam eden göçmenlerin halk tabiriyle “merdiven altı” diye nitelendirilen işlerde düşük maaşlarla, çoğunlukla sigortasız istihdam edilmeleri, bahsi geçen vatandaşların onlara karşı yabancı düşmanlığını tetikler nitelikte olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Tajfel ise yabancı düşmanlığını Sosyal Kimlik Teorisi ile açıklamaktadır (1982). Bu teoriye göre, bireyin sahip olduğu sosyal kimlik, ait olduğu gruba karşı, diğer bir deyişle kendisiyle benzer sosyal kimlik kategorilerini paylaşan bireylere karşı hoşgörü göstermesine, bu kimlik dışında kalanlara ise düşmanca yaklaşmasına sebep olmaktadır. Bu noktada göç alan ülkelerin vatandaşları “kendinden olmayanlara” karşı ucu ırkçılığa kadar uzanabilecek bir düşmanlık besleyebilmektedir.
Yabancı düşmanlığı vatandaş olmayan gruplara yönelik bir ayrımcılık türüdür ve tüm mülteci, göçmen, sığınmacı kategorilerini etkilemektedir. Uç nokta olarak ırkçılığa kadar gidebilen yabancı düşmanlığı kültürel, etnik yapı, sosyal statü gibi boyutlar ele alındığında toplumlarda farklı kategoriler halinde cereyan edebilmektedir (Özmete vd., 2018). “Öteki”lere yönelik -yabancı düşmanlığındaki ötekileştirmenin “yabancı” kelimesiyle somutlaştırıldığını düşünerek bu şekilde ifade etmenin daha doğru olacağı kanısındayım- şiddet eylemleri, saldırganlık, vahşet yabancı düşmanlığının en ciddi boyutları arasında yer almaktadır. Özellikle medyadaki göçmenler, mülteciler ve sığınmacılarla ilgili stereotipleştirmeler yabancı düşmanlığını artırır niteliktedir. Ciddi bir kamuoyu olarak karşımıza çıkan sosyal medya platformlarında yabancı düşmanlığı üzerine yapılan paylaşımları bu noktada göz ardı etmemek gerekiyor. Peki, Türk kamuoyu yabancı düşmanlığının neresinde konumlanıyor?
Yazımın bundan sonraki bölümünde son dönemlerde Afgan göçünün artmasıyla birlikte ülkemizde giderek yükselen göç tartışmalarını yabancı düşmanlığı bağlamında ele almak istiyorum.
Afganistan’dan komşu ülkelere hatta Türkiye üzerinden Avrupa’ya göç yeni bir olgu değil. Türkiye yaklaşık 40 yıldır süregelen düzensiz Afgan göçüyle karşı karşıya (Korkmaz,2021). Göç eden Afganlardan bazıları ülkeyi Avrupa’ya göçmek için bir transit geçiş noktası olarak görmekte bazıları ise kaçak işçi konumunda ülkede istihdam etmektedir. Fakat ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ve Taliban’ın bölgedeki güç alanını genişletmesiyle geçtiğimiz günlerde özellikle genç erkeklerin oluşturduğu grupların Afganistan’dan Türkiye’ye, İran’ın geçişe izin vermesi üzerine İran sınırından, göç hareketlerinin görüntüleri medyaya yansıdı. Bu durum da göçmenlere karşıt söylem ve tepkilerin tetiklenmesine sebep oldu. Muhalefetin “Gönderelim, gitsinler”, “İktidar olduğumuzda göndereceğiz” gibi söylemleri ateşi daha da körükledi. Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın su faturaları ve katı atık vergilerini on kat arttıracağına dair söylemleri sosyal medyada yabancı düşmanlığı konusunda hedef tahtası haline geldi. Göçmen karşıtı söylemleri hedef haline alanların yanı sıra toplumun bir kısmı da Suriyeli, Afgan ve farklı ırktaki insanların ülkeden gönderilmeleri gerektiğini savunuyor (Demir, 2021). Göçmen tartışmalarında kutuplaşmanın olduğunu söylemek ve bu kutuplaşmayı sosyal medyadan yapılan paylaşım ve yorumlardan takip etmek oldukça mümkün.
Bu noktada sorulması gereken asıl soru ise göçmen karşıtı söylemlerin kamuoyunda ortaya çıkmasına neden olan itici güçler nelerdir? Türkiye sadece göç veren veya transit bir ülke değil, bölgedeki diğer ülkelere oranla daha gelişmiş bir ekonomiye sahip olmasından kaynaklı göçmen istihdamının yüksek olduğu da bir ülke. Dolayısıyla Avrupa’ya geçişin izlenen göçmen karşıtı politikalar doğrultusunda ve ekonomik anlamda zorlaşması transit göç etmek isteyen göçmenlerin Türkiye’de kalmasına ve istihdam etmesine neden olmaktadır. Sadece Türkiye özelinde değil dünyanın her yerinde zorunlu göç ile gelen göçmen nüfus hayatta kalabilmek ve topluma entegre olabilmek adına ilk etapta daha ucuz ve emek gücü yoğun işlerde çalışmayı kabul etmektedir. Bu durum da sermaye sahiplerinin çıkarınadır. Özellikle tekstil, deri, inşaat gibi ucuz iş ve yoğun emek gücü gerektiren sektörlerde göçmenleri (Afgan, Suriyeli, Özbek vb.) görmek mümkün. İlerleyen süreçte ülkeye daha çok yerleşen göçmenler daha iyi çalışma şartları aramakta ya sosyal ağlarını kullanarak ya da farklı mücadele yollarına girerek bu arayışı sürdürmektedir. Arayışın sonucunda daha iyi bir işte istihdam etme olanağı bulan göçmenlerin yerini ülkeye yeni göç edenler doldurmaktadır (Korkmaz, 2021). Tüm bunlar göz önüne alındığında Türkiye’de sermaye sahiplerinin göçmen istihdamına olan talebi bitmeyecek gibi görünüyor. Türkiye’ye gelen düzensiz göçmenlerin ucuz iş gücü olarak görülüp bahsi geçen sektörlerde kayıtlı veya kayıt dışı çalıştırılması vatandaşın, ağırlıklı olarak genç nüfusun, tepkisini çekiyor. Diğer yandan ücretlerin aşağı çekilerek göçmen grupların çalıştırılması ülkedeki vasıfsız iş gücünü rahatsız etmektedir (Bobo ve Hutchins,1996). Ülkenin vasıfsız iş gücünün pazardaki konumu, göçmenlerin daha ucuza ve sigortasız çalıştırılmasıyla sarsılıyor. İstihdam oranının düşük işsizlik oranının giderek tırmanışa geçtiği günümüz pandemi şartlarında Türkiye’ye olan göç hareketliliğinin artması yerli halkı daha da tedirgin ediyor ve göçmen karşıtı söylemlerin gündeme gelmesinde rol oynuyor.
Göçmen karşıtı söylemlerin artmasıyla birlikte yeni bir tartışma konusunu da açmak bu noktada önem arz ediyor. Türkiye’de yabancı düşmanlığından bahsetmek mümkün mü? Göçmenlere dair karşıt söylemler, gerçekten yabancı düşmanlığı mı yoksa mevcut iktidara yönelik bir eleştiri mi? Göçmenlere karşı bir hoşnutsuzluğun olduğunu söylemek gerek fakat muhalefetin söylemlerinin iktidara yönelik bir tepki olduğu da tartışılan konular arasında (Ayata, 2021). Muhalefetin, göçmen karşıtı politikalarla ve söylemlerle vatandaşın desteğini almaya çalışması politik bir strateji gibi görünüyor. Peki, muhalefet iktidara gelse göçmenler “gönderilip gidecekler” mi? Bu noktada, AB ülkelerinin göçmen politikalarını eleştirmek gerekiyor. Çünkü Türkiye’ye gelen göç sona ermeyecek gibi görünüyor. AB ülkelerinin göçmenleri kabul etmemeleri ve karşıt politikalar uygulamaları 1951 BM Sözleşmesi’ndeki mülteci haklarıyla çelişiyor. AB’nin kayıt dışı göç hareketini durdurması ve Türkiye gibi transit ülkelerde tutmaya çalışması, gelen göçmenleri de geri itmesi ya da gözetim altında tutması Türkiye’den Avrupa’ya göç hareketliliğini engeller nitelikte. Nitekim göç hareketlerinin oluşmasında sömürgeci ve emperyalist eylemlerin başat rol oynaması göz ardı edilemeyecek bir gerçek. Sonuçta çıkan savaşlar, ağır silahların üretimi ve satışı yine emperyalist ve kapitalist sistemin ürünü. Öte yandan kapitalist sistemin vazgeçilmezi ucuz emek sömürüsü ve işgalci politikalar da göç hareketlerinin önemli sebepleri arasında yer alıyor. Bu noktada AB’nin izlediği göçmen karşıtı politikalar değişmezse Türkiye ve Libya gibi ülkelerin iç politikasındaki çatışmalar da dinmeyecektir. Özellikle muhalefet ve iktidar arasındaki tartışmalarda zaten sosyal statü olarak kırılgan konumda olan göçmen, sığınmacı ve mültecilerin (“misafir” ya da “geçici koruma altındakiler”) kırılgan konumları daha da derinleşecektir. Kapitalist ve emperyalist sistemde mağdur konumda olan göçmenlerin karşısına yabancı düşmanlığı niteliğindeki söylemlerle yerli halkı koymak ne yazık ki toplum içerisindeki dayanışma ve yardımlaşmayı engeller niteliktedir. Göç hareketinin sürekliliğin sebebinin ne Türkiye iktidarının olduğunun ne de göç edenlerin kendilerinin olduğunun idraki bu noktada önemli. Bir günah keçisi arayarak iç politikada karışıklık yaratmak yerine işin gerçek sorumlularına, emperyalist işgal ve kapitalist sistem sömürüsünden kar sağlayanlara, bakmak yerinde olacaktır.
Bennur ÖZTÜRK- Sosyoloji Çalışmaları Koordinatörü
Kaynakça
Adıgüzel, Y. (2015). 10 Soruda Mültecilik. https://www.sabah.com.tr/galeri/dunya/10-soruda-multecilik
Ayata, S. (2021). Videoröportaj. Göçe Tepkiler Farklı, Sorun Çok Boyutlu. https://t24.com.tr/video/prof-ayata-gocmenlerin-gelisi-konusunda-din-temelli-yeni-bir-taban-mi-yaratiliyor-endisesi-var-chp-ahlaki-ve-insani-bir-alternatif-gocmen-politikasini-ortaya-koymali,40476
Bal, E. (2021). Yunanistan’a Göçmenleri Geri İtme, Dayak ve İşkence Suçlaması AİHM’e Taşındı. https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-56887194
Bayar, Z., 2017. Mültecilik ve Zenofobi. https://hukuktar.org/2017/03/31/multecilik-ve-zenofobi/
Birleşmiş Miletler Sözleşmesi. (1951). Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Sözleşme. https://www.multeci.org.tr/wp-content/uploads/2016/12/1951-Cenevre-Sozlesmesi-1.pdf
Bobo, L., Hutchings Vincent, L. (1996). Perceptions of Racial Group Competition: Extending Blumer’s Theory of Group Position to a Multiracial Social Context. American Sociological Review, 61(6), ss. 951-972.
Demir, A., 2021. Türkiye’nin Göçmen İmtihanı: Suriyelileri Ülkelerine Göndermek Mümkün mü? https://www.indyturk.com/node/391996/haber/t%C3%BCrkiyenin-g%C3%B6%C3%A7men-imtihan%C4%B1-suriyelileri-%C3%BClkelerine-g%C3%B6ndermek-m%C3%BCmk%C3%BCn-m%C3%BC
İçduygu, A. (2004). Demographic Mobility and Turkey: Migration Experiences and Government Responses. Mediterranean Quarterly, 15(4), 88–99.
İnat, K. (2016). Almanya’nın Suriyeli Mültecilere Yönelik Politikası. https://ormer.sakarya.edu.tr/20,3,,50,almanya_nin_suriyeli_multecilere_yonelik_politikasi.html
Korkmaz, E., 2021. Afgan Göçü Tartışması: Neden Geliyorlar, Nasıl Yaşıyorlar? https://haber.sol.org.tr/haber/afgan-gocu-tartismasi-neden-geliyorlar-nasil-yasiyorlar-309890
Özmete, E., Yıldırım, H., Duru, S. (2018). Yabancı Düşmanlığı (Zenofobi) Ölçeğinin Türk Kültürüne Uyarlanması: Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması. Sosyal Politika Çalışmaları Dergisi, 40/2, 191-209.
Sözcü, 2020. Türkiye’den Yunanistan’a Kaç Göçmen Geçti? Kafa Karıştıran Rakamlar https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/turkiyeden-yunanistana-kac-gocmen-gecti-kafa-karistiran-rakamlar-5657549/
Tajfel, H. (Ed.). (1982). Social Identity and Intergroup Relations. Cambridge: Cambridge University Press.
Wikipedia, 2021. Zenofobi https://tr.wikipedia.org/wiki/Zenofobi