Avrupa Birliği (AB), enerji ihtiyaçlarını karşılamak için ortak bir enerji politikası oluşturmaya çalışmaktadır. Bu noktada Rusya ile yaşanan 2006 ve 2009 krizlerinden sonra Orta ve Doğu Avrupa (CEE) ülkelerinin enerji-ekonomik durumunun ağırlaşması da önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu iki anlaşmazlık, AB için bazı önemli konuları gündeme getirmiştir. Krizlerin AB üyeleri üzerindeki bireysel dramatik sonuçlarının ardından üç önemli konu AB için kurumsal düzeyde yeni enerji politikası oluşturmanın önemini ortaya çıkarmıştır:
- Gerekli yatırımları sağlama ihtiyacı;
- İhracatçıların güvenilirliği;
- Geçiş ülkelerindeki ve arz konusundaki güvenlik riskleri (Azimov, 2021).
AB bir yandan Yeşil Mutabakat ile birlik içinde ve bölgede bir dönüşümü tetiklemeye ve öncülük etmeye çalışmakta, bir yandan doğalgaz ve petrol ihtiyacına yönelik yeni tedarik yolları sağlamaya ve bunları güvence altına almaya çabalamaktadır. AB’nin enerji politikalarının iki kollu – hatta üç kollu – yürütüldüğünü söylemek sanıyorum ki yanlış olmaz. Hâlihazırda Güney Gaz Koridoru (SGC) projesi ile petrol ihtiyacını Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan gibi ülkelerden karşılamaya çalışan AB, Kuzey Akım-2 ile de doğalgaz talebini karşılamak istemektedir. Avrupa ve Orta Asya’dan dağıtılan bu iki enerji kaynağına en bağımlı aktör olarak karşımıza çıkan AB, yeşil enerji dönüşümü ile bölgedeki ‘bağımlı’ pozisyonunu dengelemek istiyor olabilir. Bu noktada, böyle bir hamlenin siyasi açıdan ne kadar mümkün olduğu sorgulanmalıdır.
AB’nin Yeşil Mutabakatı’nın (Green Deal) kapsayıcı hedefi, 2050 yılına kadar iklime zarar vermeyecek duruma gelmek ve bu geçişi Avrupa için ekonomik ve endüstriyel bir fırsata dönüştürmektir. Kısacası, Yeşil Mutabakatın amacı iklime zararsız ve sürdürülebilir ekonomiye sahip bir AB yaratmaktır. AB, enerji ve iklim değişikliği alanlarında bölgesel olduğu kadar küresel düzeyde de yenilikçi ve öncü bir lider olarak öne çıkmaya çalışmaktadır. AB’nin mutabakat kapsamında birlik üyeleri üzerindeki etkisinin dahi sorgulanmaya açık olduğu düşünüldüğünde, küresel düzeyde bir liderliğin mümkün olup olmadığı da tartışmaya açıktır. Daha geniş bir perspektiften bakıldığında ise, Avrupa’nın hâlihazırda küresel sera gazı emisyonlarının %10’undan daha azını yarattığı (United States Environmental Protection Agency, 2021) gerçeği ile birlikte, karamsar bir düşünce olsa da karbondan vazgeçmenin yalnızca Avrupa’ya fayda sağlayacağını ve Yeşil Mutabakat’ın küresel ısınmayı toplamda etkilemeyecek bir politika olduğunu görebiliriz. Özellikle sürdürülebilir kalkınma ve uluslararası iklim müzakerelerinde ABD ve Çin gibi aktörlerin yürüteceği politikalar, genel olarak karbondan arınmış ve iklime zararsız bir dünyanın mümkün olup olmadığına dair daha net bir resmin çizilmesine yardımcı olabilir.
Söz konusu enerji olduğunda, bölgesel aktörlerle olan dengeler ve politik hamlelerden etkilenecek siyasi ilişkiler de öne çıkmaktadır. Rekabetçi, sürdürülebilir ve güvenilir enerji sağlama hedeflerine sahip olan AB, bu gayesine ulaşabilmek için gelişmiş ülkelerle olduğu kadar gelişmekte olan ülkelerle ilişkilerini de bu düzlemde şekillendirmek zorundadır. Buna örnek olarak, AB’nin başlıca enerji tedarikçilerinden olan Rusya, Cezayir ve Norveç ile olan ilişkileri ve bu ilişkilerin geleceği verilebilir. AB, toplam enerji tüketimi dünya genelinde ilk beşte yer alan bir ülkeler topluluğu olarak, bu ülkeler için ana ihracat pazarı görevi görmektedir. Bu ülkelerin AB ile ticaretlerinde meydana gelecek yüksek bir düşüş, özellikle Rusya ile ilişkiler düşünüldüğünde, bölgesel istikrarsızlığı bile tetikleyebilir. Son yıllarda AB ve üye ülkeleri tarafından Rusya’ya karşı uygulanan ekonomik yaptırımlar; varlık dondurmalar, seyahat yasakları, savunma ve enerji sektörü yaptırımları da dâhil olmak üzere, öne çıkmaktadır. Bu ekonomik yaptırımların Rusya üzerindeki etkisinin ancak uzun vadede hissedilmesi beklenebilir, fakat bu noktada Rusya’nın AB’ye karşı sahip olduğu en büyük koz, fosil yakıtlar, bir soru işareti ile kendini hatırlatmaktadır. Özellikle son aylardaki Navalny protestoları ve AB Dışişleri Bakanları ile ABD’nin insan hakları suçlamaları kapsamında Rusya’ya yönelik yaptırımları her ne kadar enerji sektöründe faaliyet gösteren şirketleri ve oligarkları etkilese de Rusya ekonomisinde büyük bir darbe etkisi yaratmamıştır. Fakat yukarıda da bahsedildiği gibi bu yaptırımların etkisinin uzun vadede hissedilmesi beklenmektedir. Nitekim asıl sorulması gereken soru, bu süreçte AB’nin Rusya ile ilişkilerinin enerji düzleminde nasıl şekilleneceğidir.
AB’nin yaptırımları ile siyasi gücünü vurgulama veya enerji arzını güvence altına alarak ekonomik istikrarı sürdürme arasında siyasi ikilemler yaşadığı görülmektedir. Burada örnek olarak Kuzey Akım-2 projesi verilebilir. Bu proje AB devletleri ve komşularının istikrarı için büyük öneme sahip olsa da Rusya ile AB arasına tek bir doğrudan boru hattının bağlanması, Ukrayna gibi mevcut transit ülkeleri daha da savunmasız bırakabilir. Savunmasız halde kalan AB üyesi olmayan devletler ise, Batı Balkan ülkeleri gibi, Rusya tehlikesine karşı daha açık hale gelirken; bu ülkelerdeki istikrarın korunması AB’nin tekelinden uzaklaştıkça bölgedeki çatışma ve istikrarsızlığın hızla büyümesi olasılığı da artar. AB’nin hedeflemesi gereken bölgedeki istikrarı korumak ile güvenli gaz ve petrol tedarik yolları sağlamaktır fakat bu sorunlu bir politika imajı çizmektedir. Rusya’nın Ukrayna’daki siyasi ve askeri müdahaleleri, Belarus ve Moldova’nın egemenliğine tehdit oluşturan söylemleri ve politikaları, AB’yi bölgenin güvenliği düşünüldüğünde zor bir konuma düşürmektedir. Kırım’ın ilhakı ve Belarus’a sürekli müdahale örneklerine bakıldığında, Rusya’nın AB’nin Doğu’daki komşularına karşı agresif ve müdahaleci bir yaklaşım sergilediği görülmektedir. AB’nin tabiri caizse Rus gazına bel bağlayarak ‘kendi bölgesinde’ savunmasız duruma düşebildiği ve kendi çıkarlarını korumada etkisiz kalabildiği açıkça görülmektedir.
Avrupa, Balkan bölgesinde de savunmasız bir durumdadır. Rusya’nın Sırbistan ile geçmişe uzanan kültürel ve dini ilişkileri, günümüzde güvenlik ve savunma alanlarında gerçekleştirdikleri iş birliklerini ortaya çıkarmaktadır. Buna ek olarak Sırbistan, Bulgaristan ve Yunanistan, Rusya tarafından başlatılan ve kontrol edilen gaz boru hattı projelerine de katılım gösterme çabasındadır. AB’nin kendi içerisinde dahi ayrılıklar gözükmekte, Atina ve Sofya’nın önde gelen bürokratları Kremlin’e yönelik yaptırımlara eleştirilerde bulunmaktadır. Fark edildiği üzere AB ve Rusya arasındaki dinamikler ekonomik açıdan ortak bir entegrasyon profilinde gerçekleşmemiş ve Rusya ile AB, Avrupa topraklarında iki büyük ekonomik güç olarak ortaya çıkmıştır. Lakin son yıllara bakıldığında Putin’in Avrupa ekonomik büyü gücü olma gayesinin gerçekleşmediği de görülmektedir. İkili ilişkiler Kuzey Akım-2 projesi çevresinde yürütülmeye çalışılırken, söz konusu demokrasi ve insan hakları gibi hususlar olunca enerji güvenliği ile ‘imaj güvenliği’nin AB için yarattığı ikilem göz ardı edilemez. Burada bahsedilmesi gereken bir başka önemli aktör ise ABD’dir. Trump yönetiminin transatlantik ilişkileri temelinden sarstığı öne sürülebilecek bir varsayımdır fakat Biden yönetiminin olası politikalarının nasıl yürütüleceği bu varsayımı henüz havada bırakmaktadır. Burada karşımıza sıkıntılı bir üçgen çıkmaktadır; AB, ABD ve Rusya ilişkilerinin gerginliği ile oluşmuş bir üçgen. Trump döneminde Kuzey Akım-2’ye karşı uygulanan politikalar başta Almanya olmak üzere AB ile ilişkileri sarsmış, Biden yönetiminin yaptırımları kaldırması fakat bunu ucu açık şekilde gerçekleştirmesiyse bu üç aktör arasındaki ilişkinin geleceğine dair yorumların önümüzdeki zamana sarkmasına neden olmuştur.
Kuzey Akım-2’ye dair endişelerin ise enerji güvenliği, çeşitlendirme ve AB dayanışması çerçevesinde şekillendiği görülmektedir. AB’nin toplam gaz ithalatının %40’ının Rusya’dan geldiği ve ülkenin bölgedeki Ukrayna ve Belarus gibi ülkelerle ilişkileri düşünüldüğünde, projenin faaliyete geçmesiyle Kıta Avrupası için yeni bir jeopolitik güvenlik tehdidinin öne çıkabileceği korkusu hüküm sürmektedir. AB’nin kendi bünyesinde henüz ortak bir dış ve güvenlik politikasına sahip olamaması etkisini enerji politikalarında da göstermekte, Birlik içinde en çok ‘sözü geçen’ ülkeler kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmeyi tercih etmektedir. Söz konusu toprakların güvenliği ve rejimlerin istikrarı olduğunda Ukrayna ve Belarus’un Rusya’nın hedefinde olduğu bu kadar barizken, Almanya’nın Kuzey-Akım 2’ye ilişkin politikaları hem kendisine hem AB’ye dair güveni sarsmaktadır. Gaz tüketimindeki mevcut azalma, bir yandan mevcut enerji dönüşümü ve AB’de yerli gaz üretimindeki düşüşe bakıldığında bunların boru hattı faaliyete geçtiğinde sona ereceği düşünülmektedir. Mamafih bu durumun Avrupa ülkelerinin farklı tedarik yolları aramaktan ziyade farklı tedarikçilere de erişimi olan açık, küresel ve esnek doğalgaz ticaretini desteklemesi gerektiğine yönelik bir vurgu olduğu da düşünülebilir. Hattın faaliyete geçmemesi, Avrupa’daki jeopolitik güç dengesini değiştirecek, gaz piyasasındaki rekabeti güçlendirecek ve markete yeni oyuncuların girmesine de olanak sağlayacaktır.
SGC ise, AB için Güneydoğu Avrupa (SEE) ve Orta-Doğu Avrupa (CEE) ülkelerini jeopolitik ve ekonomik nedenler yüzünden (bölge ülkelerinin Rusya’nın boru hatlarından gelen gaz ve gelire bağımlılığı ile Rusya menşeli şirket Gazprom’un bölgedeki etkisi) Rusya’ya karşı güvence altına almak için teşvik edilmiş bir proje olsa da günümüzde AB’nin enerji güvenliği için de oldukça önem arz eden bir hale gelmiştir. SGC’nin Doğu ayağına bakıldığında, AB’nin Hazar bölgesini sadece stratejik açıdan önemli bir enerji kaynağı olarak değil, aynı zamanda Orta Asya ve İran kaynaklarına doğrudan erişim sağlayan bir tür sıçrama tahtası olarak gördüğü tezinin (Ramizovich & Alijavad-oglu, 2021) oldukça mantıklı oluşu tartışmaya yer bırakmasa da bölgede etkili olan Rusya ve Çin gibi ülkeler AB’nin bu hedefinden vazgeçmesine neden olabilir. 2017 yılında Trump yönetimi tarafından İran’a uygulanmaya başlanan yaptırımlar, İran ve Türkmenistan’dan ek tedarik gerektirecek SGC’yi genişletme planlarını sekteye uğratmış (Siddi, 2019); Biden yönetiminin yaptırımları kaldırmadaki isteksizliği de İran’ın Rusya ve Çin tarafından yönetilen Şangay İş birliği Örgütü (SCO)’ne katılım hazırlıklarını hızlandırmıştır (Tehran Times, 2021). Buna ilaveten, bölgedeki önemli tedarikçilerden olan Türkmenistan’ın Çin için enerji ihracatçısı olarak arz ettiği önem (Pirani, 2018) ile Rusya’nın Türkmenistan üzerinde kurmaya çalıştığı ‘baskı’ da (Blank, 2018) göz önünde bulundurulunca Hazar bölgesinde AB’nin ve SGC’nin genişleme planları bir süreliğine rafa kalkmıştır. Projenin Batı ayağının değerlendirilmesinde önem arz eden Rusya’dan enerji bağımsızlığının kazanılması hedefi, son gelişmelerin de neticesinde, SGC’nin geleceğini Batı sınırlarına hapsetmiştir. AB’nin iklim ve enerji güvenliği çerçevesinde doğal gazın sahip olduğu önem ve Green Deal ile EU4Energy gibi atılımlar değerlendirmeye alınınca, AB’nin ana projelerinden SGC’nin ne kadar önemli olduğu daha çok anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, SGC’nin de kendi içinde farklı kollarda -politik, ekonomik- değerlendirilebileceği unutulmamalıdır. SGC’nin Trans-Adriyatik Doğal Gaz Boru Hattı (TAP) ve Güney Kafkasya Doğal Gaz Boru Hattı (SCP) ayağının politik nedenlerden ötürü iki ayrı şekilde ele alınmasının AB’nin enerji arz güvenliğinde ne gibi etkilere yol açacağını şu anda söylemek ise oldukça zordur. Literatürdeki tartışmalar, AB’nin SEE ile Batı Balkanlar için SGC’nin TAP ayağında Rusya’ya karşı edinmek istediği jeopolitik ve enerji güvenliği etrafında şekillendiği kadar, SGC’nin Doğu ayağındaki Hazar bölgesine yönelik hedefleri de içermektedir. Burada AB’nin kendi içerisinde bölünüp, Rusya ile iş birliğine giderek yürüttüğü Kuzey Akım-2 de göz önünde bulundurulduğunda SGC’nin ortaya çıkış amacı bile sorgulanabilir. Kuzey Akım-2 projesi ile daha ucuz ve masrafsız enerji için Rusya ile çalışarak Baltık’taki AB üyelerinin güvenliklerinden kaygı duymalarına sebep olan Almanya, TAP’ın İyon-Adriyatik Doğal Gaz Boru Hattı (IAP) ve Batı Balkanları kapsayacak ayağında Rusya ile karşı karşıya gelinmesi gibi bir durumda ne yapacaktır diye sormak bu noktada yersiz olmayacaktır. Söz konusu enerji olduğunda ekonominin mi politikanın mı baskın geleceği sorusunun bütün bu tartışmanın temelini oluşturduğunu iddia etmek umuyorum ki fazla iddialı olmaz.
Politik, ekonomik ve güvenliğe yönelik kaygıların iç içe geçtiği günümüzde meydana gelen ve jeopolitiği değiştiren olaylar düşünüldüğünde, enerji arzı gibi önemli bir hususun bu dinamik ortamdan etkilenmeyeceğini düşünmek olası değildir. Hâlihazırda Orta Asya’da etkisini göstermeye başlayan Taliban; Afganistan ile ilişkilerini bu bağlamda geliştirmeye hazırlanan Çin ve Rusya; bu iki ülkenin bölgede enerji tedariki konusunda önem arz eden Türkmenistan ve İran gibi ülkelerle olan yakın ilişkileri de ele alındığında, AB’nin Orta Asya ve Hazar bölgesinde SGC ve SCP’ye ilişkin planlarının belirsiz olduğu çıkarımı yapılabilir. SGC’nin TAP ve IAP noktalarının geleceğine ilişkin gündem ise, Rusya ile ilişkiler bağlamında; Kuzey Akım-2’ye dair AB içerisindeki tartışmalar ve AB ile ABD’nin Batı Balkanlarda Rusya’nın etkinliğini engellemeyi öncelik haline getirmelerinden oluşmaktadır. AB’nin bünyesi içerisinde yeşil enerji ve iklim değişikliği için öne sürdüğü politikalar ise; AB üye devletlerinin bölgedeki en önemli aktörlerden olan Rusya ile ilişkileri ve AB’nin Rusya’ya bağımlılığı ile birlikte ele alındığında, oldukça yavaş bir süreçten geçmekte ve iklim değişikliğine dair kaygının ‘yeterince’ olmaması sebebiyle küresel düzeyde bir ses getirmemektedir. Enerji arzı ve güvenliği söz konusu olduğunda Kuzey Akım-2 ve SGC gibi projelere ağırlık veren AB, bir yandan kendi içerisindeki dönüşüm sürecini yürütmeye çalışmaktadır. Durumu gerçekçi bir şekilde değerlendirdiğimizde AB’nin politikaları anlam kazansa da uzun vadede bu dengenin, özellikle Rusya ile ilişkiler ele alındığında, ne kadar süreceği tartışılabilir.
Dilara Nesrin BULUT
Kaynakça
Azimov, A. (2021). European Energy Policy and the EU-Azerbaijan Energy Cooperation. Journal of Comparative Politics, 71-90.
Blank, S. (2018, Ocak 25). The Central Asia-Caucasus Analyst. Retrieved from Is there an Agreement on Caspian Sea Delimitation?: https://www.cacianalyst.org/publications/analytical-articles/item/13494-is-there-an-agreement-on-caspian-sea-delimitation?.html
European Commission. (2021). Retrieved from A European Green Deal: https://ec.europa.eu/info/strategy/priorities-2019-2024/european-green-deal_en
Korkmaz, D. (2021). Turkey and the EU in an Energy Security Society. Cham: Palgrave Macmillan.
Pirani, S. (2018). Let’s not exaggerate: Southern Gas Corridor prospects to 2030. Oxford: Oxford Institute for Energy Studies.
Ramizovich, G. E., & Alijavad-oglu, G. R. (2021). Caspian region may become one of the main gas suppliers to Europe. Science. Education. Practice. (pp. 16-23). Toronto: International University Science Forum.
Siddi, M. (2019). The Southern Gas Corridor: Prospects and Challenges for EU Foreign Policy. Caucasus Analytical Digest, 8-12.
Tehran Times. (2021, Ağustos 23). Retrieved from Russia renews support for Iran’s permanent membership in SCO: https://www.tehrantimes.com/news/464242/Russia-renews-support-for-Iran-s-permanent-membership-in-SCO
United States Environmental Protection Agency. (2021). Retrieved from Global Greenhouse Gas Emissions Data: https://www.epa.gov/ghgemissions/global-greenhouse-gas-emissions-data