Önceki AB Krizleri Işığında “BREXIT”
23 Haziran 2016 tarihinde Birleşik Krallık (İngiltere, Kuzey İrlanda, Galler ve İskoçya) halkları, AB’den çıkıp çıkmama konusunda tarihi bir referanduma gitti ve ‘AB’den ayrılma’ (Brexit) yönünde bir karar verildi. Seçmenin yaklaşık %48’i Birlik içinde kalmak istediğini belirtti ve Birlik’ten yana oy verenlerin çoğunluğunu gençler, üniversite öğrencileri ve büyük şehirlerde yaşayanlar oluşturdu. Kesin olan şu ki, Birlik’ten çıkma yönünde oy veren çoğunluğun kararının sonucunu tüm Birleşik Krallık, tüm Avrupa, hatta tüm dünya yaşayacak.
Kurulması kolay olmamış bu 40 yıllık ekonomik, siyasi ve sosyal ortaklığın sonlandırılması da elbette Birleşik Krallık ve AB arasındaki antlaşmalar yüzünden hemen gerçekleşemeyecek, süreç gerektirecektir. Süreç içinde de Birleşik Krallık, AB hukukuna bağlı olmaya devam edecektir.
AB Hukukunun Süpranasyonel Özelliği
Her şeyden önce AB hukuku bağımsız ve özerk bir hukuk düzenidir; bu da onu özel ve özgün kılmaktadır. Bu durum, AB hukuk sisteminin üye devletlerin ulusal hukukları ile ilişki kuramayacağı şeklinde yorumlanamaz. Aksine Birlik hukuku, üye devletlerin anayasalarıyla işbirliği içinde olmalıdır. AB hukuku, ulusüstü/süpranasyonel özelliğini üye devletlerin iradeleri sonucunda oluşan yetki devrine borçludur. “Süpranasyonel hukuk, kaynağını birden fazla devletin taraf olduğu milletlerarası antlaşmalardan alır. Fakat kendisini oluşturan devletlerin ülkelerinde doğrudan uygulama alanı bulan, bu devletlerin milli hukuklarından daha üstün olan ve onlardan önce gelen hukuktur.”[1] Kısaca, AB hukukunun uygulama alanı bizzat üye devletlerin ülkeleridir.
AB Kurucu Antlaşmaları, AB hukuk düzeninde en üst sırada yer alıp anayasal nitelik arz eder. Fakat, “AB Kurucu Antlaşmaları’nda AB’nin ulusüstü bir yapıya veya yetkilere sahip olduğuna dair açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Böyle olmakla birlikte, Kurucu Antlaşmaların bazı düzenlemelerinin veya türeme normların yapısı ve özellikle üye devletlerin ulusal hukuklarında yarattığı sonuçlar, AB’nin süpranasyonel bir özelliğe veya karaktere sahip olduğunu göstermektedir.”[2]
Birliğin Bütünleşme Sürecinde Yaşanan Diğer Siyasi Krizler
Avrupa Birliği’nin, kuruluşundan günümüze kadar genişleme ve derinleşme sürecinde ilk karşılaştığı siyasi kriz elbette ‘Brexit’ değildir. Aynı zamanda, Birlik açısından bakıldığında kriz sözcüğünü olumsuz anlamda kullanmak da çok doğru olmayacaktır; zira birçok Avrupalı devletin egemenlik yetkilerinin devriyle oluşmuş süpranasyonel bir kurumun, bütünleşme ve genişleme süreçlerinin sorunsuz ve krizsiz bir şekilde devam edebilmesi oldukça zordur. Sonuçta ‘AB’nin babası’ olarak anılan Jean Monnet’ye göre, Avrupa krizlere bulacağı çözümlerle Avrupa olacaktır.
Birliğin tarihi boyunca karşılaştığı dönüm noktası olan krizleri bilmek, Brexit’in yorumlanması konusunda faydalı olacaktır. Hikayenin en başına dönecek olursak, “1948’deki Berlin ambargosuyla ve 1950’deki Kore Savaşı’yla kötüye giden savaş karşısında kimileri (Fransa’da Jean Monnet ya da Robert Schuman) gibi Washington’un Sovyetler konusunda temkinli ve ılımlı olmasını sağlamak amacıyla Batı Avrupa’nın gerçek bir kişilik kazanmasını istiyordu.”[3] Bu noktadan hareketle Birliğin temelleri, 9 Mayıs 1950 yılında dönemin Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman’ın, Eski Milletler Cemiyeti Genel Sekreteri Jean Monnet’in tasarısına dayanan ve Schuman Planı olarak tarihe geçen bildiriyi okumasıyla atılmıştır. Bu doğrultuda, Federal Almanya, Belçika, Fransa, Hollanda, İtalya tarafından 1951’de Avrupa Kömür Çelik Topluluğu’nu (AKÇT) kuran Paris Antlaşması ve 1957’de Avrupa Ekonomik Topluluğu ile Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu’nu kuran Roma Antlaşması imzalanmıştır. Önce ekonomik bir işbirliğinin kurulması, ve buradan hareketle siyasal entegrasyonun tamamlanması hedeflenmiştir.
Dünya tarihinde ilk kez devletlerin, kendi iradeleriyle, ulusal egemenlik yetkilerinin bir kısmını uluslarüstü bir kuruma devretmeleriyle AKÇT oluşmuştur. Bu gelişmeden hemen sonraki yılllarda, Schuman Planı’nı temel alan Pleven Planı ile, Fransa Başbakanı Rene Pleven’in Avrupa Savunma Topluluğu’nun oluşturulması üzerine verdiği teklif ve girişimler, sonuçsuz kalmıştır. Bu kriz, henüz ekonomik bütünleşmesini tam olarak tamamlayamayan Topluluğun, siyasi ve askeri bir bütünleşme için henüz hazır olmadığı şeklinde yorumlanmıştır.
Sonraki dönemlerde Avrupa bütünleşmesi çeşitli genişleme ve derinleşme süreçlerinden geçerek uluslararası sistemdeki etkinliğini durmaksızın artırmıştır. İlk genişleme süreci İngiltere, İrlanda ve Danimarka’nın 1961 yılında yapmış oldukları üyelik başvurusu ile başlamıştır. Ancak, Fransa Devlet Başkanı Charles De Gaul’un başvuruları çeşitli siyasi kaygılarla reddedilmesini sağlaması nedeniyle bir kriz yaşanmıştır; yetmezmiş gibi ikinci üyelik başvuruları da 1969 yılında yine Charles De Gaul engeline takılmıştır. Ancak Fransız Devlet Başkanı De Gaul’ün istifasından sonra, 1 Ocak 1973’te İngiltere, İrlanda ve Danimarka Birliğe üye olabilmişlerdir. Yani, Birleşik Krallık’ın tüm Avrupalı devletlerin katılımına açık olarak oluşturulan Avrupa Ekonomik Topluluğu’na üyeliğinin, sorunsuz bir şekilde gerçekleşememiş olması da başlı başına bir siyasi kriz olarak nitelendirilmektedir.
1965 yılının Temmuz ayında ise Birliğin atlattığı başlıca krizlerden biri olan ‘Boş Sandalye Krizi’ patlamıştır. Ortak Tarım Politikasını’nın finansmanı konusundaki bazı anlaşmazlıklar ve De Gaul’ün nitelikli oy çoğunluğuna yönelik aleyhtarlığı yüzünden Fransa, 7 ay gibi uzun bir süre boyunca, Topluluk kurumlarında yer almayarak karar alma süreçlerinin işlemesine engel olmuştur. Kriz, 1966’da ‘Lüksemburg Uzlaşısı’ ile son bulmuştur.
“AB’nin yıllar içinde gelişimine bakıldığında değişik dönemlerde kurucu metinlerin revizyona uğradığı görülür. 1986 tarihli Avrupa Tek Senedi ile başlayan bu süreç Maastricht, Amsterdam, Nice Antlaşmalarıyla devam etmiştir. Lizbon Antlaşması ise bu çerçevedeki son halkayı oluşturmaktadır.”[4] 7 Şubat 1992 tarihinde imzalanan Maastricht Antlaşması ile bir takım köklü değişiklikler ile birliğin siyasi bütünleşmesinin temelleri oluşturuldu. (Avrupa Topluluklarından oluşan ekonomik bütünleşme alanına, ‘Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’ ve ‘Adalet ve İçişlerinde İşbirliği’ alanları eklenerek sistem üç sütunlu bir hale getirildi, bu yapı bundan sonra ‘Birlik’ olarak anılacaktı. Tüm bunlara ek olarak Maastricht Antlaşması ile ulusal vatandaşlıklara ek olarak onları tamamlayıcı nitelikte bir ‘AB vatandaşlığı’ kavramı getirildi.) Fakat, 2 Haziran 1992 yılında Danimarka, Maastricht Antlaşmasını %50.7 gibi bir oy oranıyla, ulusal egemenliğe ilişkin kaygılar nedeniyle reddetti. Bu kriz, Danimarka’nın Euro, savunma, adalet ve iç işlerinde işbirliği konularında bazı ayrıcalıklar elde etmesiyle, 18 Mayıs 1993 yılındaki ikinci referandumda antlaşmayı onaylamalarıyla aşılmıştır.
1999 yılında Birliği ciddi bir kriz daha bekliyordu: 16 Mart 1999’da yolsuzluk iddiaları üzerine Jacques Santer başkanlığındaki Avrupa Komisyonu üyeleri topluca istifa etti. Bu kez Birlik, üye devletlerle değil, kurumları arasındaki güç dengesi nedeniyle bir kriz yaşamıştır.
2000 senesinin Aralık ayına gelindiğinde, ekonomik entegrasyon temelinden yola çıkan Topluluk 15 üyeli bir Birlik haline gelmişti. Sonraki dönemde, genişlemeyi hazmedebilmesi için Birliğin kurumsal yapısının ve karar alma mekanizmalarının yeniden düzenlenmesi gerekiyordu. 2003 yılında yürürlüğe giren Nice Antlaşması ile bu amaç üzerine çalışmalar yapıldı. Fakat Nice Antlaşması’nın üye ülkelerdeki onaylanma sürecinde birtakım aksaklıklar yaşandı. 8 Haziran 2001’de yapılan referandumu İrlanda vatandaşları ortak savunma alanında bazı itirazlar öne sürerek reddetti; İrlandalılar bu konudaki istekleri sağlanınca antlaşmayı 19 Ekim 2002’de yapılan ikinci referandumla kabul ettiler. Böylece bu kriz de aşılmış oldu.
2003 yılında patlak veren Irak Savaşı konusunda Birlik tek ses olarak hakeret edememekle ilgili ciddi eleştiriler aldı. Bu durum savunma, siyaset, sosyal alanda bir bütünleşmenin, dış ilişkilerde ulusal politikaların gölgesinden çıkıp tek ses olarak hareket edebilmenin ekonomik entegrasyon kadar kolay olamayacağını göstermiştir.
Nice ve Leaken Zirveleri Sonuç Bildirgelerinde belirlenen hedefler doğrultusunda hazırlanan ve 29 Ekim 2004 yılında Roma’da, tüm üye devletler tarafından imzalanan ‘Avrupa için bir Anayasa Öngören Antlaşma’nın yürürlüğe girebilmesi için üye ülkelerin tamamında ve Avrupa Parlamentosu’nda 2 yıl içinde onaylanması gerekiyordu. Birlik bütünleşmesinde büyük rol oynayan Fransa’da 29 Mayıs 2005 tarihinde yapılan halk oylamasında hayır oyunun çıkması, tüm Avrupa’da büyük bir yankı uyandırmıştır ve henüz oylama yapılmamış diğer üye devletleri de şüpheye düşürerek bir krize neden olmuştur. Avrupa’da, Fransa şoku henüz atlatılamamışken, anayasa taslağına bir hayır da Hollanda’dan gelmiştir ve böylece ‘anayasa krizi’ başlamıştır. Birlik üyeleri, anayasanın bir an önce onaylanması için çalışanlar ve anayasa taslağının yerini daha dar kapsamlı bir antlaşmanın alması gerektiğini savunanlar olarak kısmen ikiye ayrılmıştır.
Avrupa’da yoğun tartışmalardan sonra, 1 Aralık 2009 yılında yürürlüğe giren ve Anayasal Antlaşmanın bir çok hükmünü içeren ama sadece bir tadil niteliği taşıyan, içinde ulusal egemenlik kaygılarına yol açabilecek ifadelerin temizlenmesi ile oluştururan Lizbon Antlaşması sayesinde bu kriz de aşılmıştır.
Aşılan tüm bu büyük siyasi krizlerden sonra Birlik, Brexit ile karşı karşıya kalmıştır. AB liderleri, bu çıkış işleminin en kısa sürede gerçekleşmesi için gerekenlerin yapılacağını açıklamalarına ve Birleşik Krallık’ın Schengen ile Euro bölgelerinin dışında olması, AB Temel Haklar Şartı’ndan muaf olması gibi etkenlerin çıkışı kolaylaştıracağının sinyallerini vermesine rağmen, bu kadar karmaşık yapıdaki Birlik’ten çıkış prosedürü çok yüzeysel olmayacaktır. Antlaşmalarda AB’den çıkış maddesi olmasına rağmen bu durum ilk kez somutlaşacak; ve sonuçları hepimizi etkileyecektir.
Sonuç olarak, tüm bu gelişmelerden yola çıkıldığından kriz, Avrupa Birliği’nde olağan bir süreçtir; çünkü Avrupa bütünleşme fikri bizzat krizden doğmuştur. Jean Monnet’ye göre ‘Avrupa krizlere bulacağı çözümlerle Avrupa olacaktır’, yani kriz AB için bir strateji olarak bile nitelendirilebilir. Fakat Brexit, AB’nin ilk kez deneyimleyeceği bir krizdir ve sonuçlarını hep birlikte göreceğiz.
Kaynakça:
- Ercüment Tezcan, Başlangıçtan Günümüze Avrupa Birliği Kurumları, Hayat Akademi, İstanbul, 2013, s.14.
- Georges-Henri Soutou, Avrupa Birliği Tarihi:1815’ten Günümüze, Bilge Kültür Sanat, İstanbul, 2014,s.310.
- Kamuran Reçber, Avrupa Birliği Hukuku ve Temel Metinleri, Dora Yayınları (2. Baskı), Bursa, 2013, s.69.
- Aslan Gündüz, Milletlerarası Hukuk, Beta Yayınları(7. Baskı), İstanbul,2014, s.7.
- Bomberg, E.- J.Peterson and R. Corbett, The Eurupean Union How Does It Work: How Did We Get Here?, Oxford University Press,2012.
- Cini,M.- N. Peres and S. Borrogan, Eurupean Union Politics: From The Constitutional Treaty to the Treaty of Lisbon and Beyond, Oxford University Press, 4th Edition
- Doğan, İ. Devletler Hukuku, Astana Yayınları(2.Baskı),2013.
- Gündüz, A.Milletlerarası Hukuk, Beta Yayınları(7.Baskı), İstanbul, 2014.
- Reçber, K. Avrupa Birliği Hukuku ve Temel Metinler, Dora Yayınları, Bursa, 2013.
- Soutou, G., Avrupa Birliği Tarihi: 1815’ten Günümüze, Bilge Kültür Sanat,2014.
- Tezcan, E. Başlangıçtan Günümüze Avrupa Birliği Kurumları, Hayat Yayınları,Ankara Strateji Enstitüsü, İstanbul, 2013.
- http://www.bbc.com/news/politics/eu_referendum
http://www.aljazeera.com/news/2016/06/brexit-eu-push-uk-leave-160625050523764.html