11-15 Temmuz tarihleri arasında Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın Lider Gençlik Kampları projesi kapsamında Ankara Üniversitesi’nin Gölbaşı Yerleşkesi’nde düzenlenen Uluslararası İlişkiler kampına katıldım. Kampta konusunda uzman isimler seminer verirken atölye çalışmalarında da yine uzman eğitimcilerden faydalanıldı. Bizim katıldığımız kamp uluslararası ilişkiler kampının üçüncü ayağıydı ve sadece bu döneme dokuz yüz civarında başvuru olduğunu öğrendik. Bizle birlikte iki yüz civarında genç katılımcı sekiz mentor hoca ve iki BM eğitmeni tarafından kampta eğitildi. Ayrıca Gençlik ve Spor Bakanlığı, AB Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı son olarak da Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nı ziyaret ettik, birimler hakkında yetkililerce söyleşilerle bilgilendirildik.
Türkiye’nin dört bir yanından farklı üniversitelerden farklı fakülte ve bölümlerden katılımcıların olduğu kamp kripto-Türkiye gibiydi. Farklı perspektiflerden olaylara bakan üniversiteli gençler ulus-devletin ötekileştirici etkisini, değişik paradigmaların suni sınırlarını, sonradan enjekte edilen ön yargıları gayet kolay bir şekilde aşarak bu coğrafyanın geleceği hakkında rasyonel yorumlarla olaylara çözüm getirdiler, geleceğe yönelik hayallerini ve hedeflerini paylaştılar.
Mühendislik fakültesi, fen fakültesi ve spor okullarından katılımcıların uluslararası ilişkiler öğrencilerinden daha fazla olduğu organizasyonda, alanında uzman kişilere yöneltilen sorular, her ne kadar uluslararası ilişkiler öğrencisinin sahip olduğu altyapıya sahip olamamaktan kaynaklanan etimolojik hatalarla yöneltilse de, bu coğrafya insanının zihin dünyasında artık Türkiye’nin edilgen boyuttan etken boyuta geçtiğinin somut ürünü olup ülkemizin bölgesel güç olduğu gerçeği üzerinden yola çıkılarak soruluyordu.
Soğuk Savaş paradigmaları ile yoğrulmuş olmaktan kaynaklanan ve sosyal bilimlerin doğasına zıt olacak şekilde değişimi kabullenemeyen hep bölgesindeki küresel planların mağduru bir ülkede yaşadığını, malum güçler ve malum yapılar tarafından hazırlanan planların ülkesine dayatıldığını ve Arap Coğrafyaları’nda yaşanan sürecin sadece ve sadece emperyalist güçlerin oyunu olduğunu kimse evet hiç kimse söylemedi, bu mantaliteyi ima dahi etmedi. Branşı ne olursa olsun kamp katılımcıları “Arap Baharı” üzerinde pürdikkat kesilmiş insanlardı. Ve bu pürdikkat kesilmelerinin nedenini sorularına yahut yorumlarına branş dışı olmasına rağmen neden bu kampa katıldığının izahatını öncelikle yapıyorlardı. Katılımcılara göre uluslararası ilişkilerin bu denli önem kazanmasının nedeni yürütülen “değer bazlı dış politika”ydı.
Suriye konusuna gelince takınılan insani tavır katılımcıların ilk vurguladıkları nokta olsa da kurumlar tarafından yapılan çelişkili açıklamalar katılımcıların zihinlerini karıştırmış durumda. Ayrıca yine alan hakkında derinlemesine bilgi sahibi olmayan kişiler İsrail-İran yakınlaşmasını anlayamamakta. Özellikle yemekhanede olsun etkinliklerde olsun konuştuğumuz hemen hemen herkes İran’ın Esad’a tavrı karşısında Fars diplomasisini kavrayamamakta.
Elitist bir bakış açısıyla – ki bu bakış açısı genelde ne yazık ki halka rağmen halkçı kesimler tarafından kullanıldığından kötü bir bakış açısı olarak algılanmaktadır- uluslararası ilişkilerle uzaktan yakından alakası olmayan insanlar bu alan hakkında samimi ve emperyal olmayan hayallere görüşlere sahip. Ayrıca siyasi görüşü veya yetiştiği ailenin sosyal ve ekonomik konumu ne olursa olsun bu coğrafyanın geleceği olan gençler bu ülkenin gidişinin iyiye doğru olduğunu söyledikten sonra geçmişte yapılamayan ontolojik ve epistemolojik tartışmaların gayet demokratik bir şekilde yapılabildiğini hep söylediler.
Gözlemlerimiz neticesinde “komşularla sıfır sorun politikası” gençlerin zihinlerindeki “dört tarafımız düşmanlarla çevrili” algısının yerini “Komşu halklara I.Dünya Savaşı sonucu dayatılan bu suni sınırları nasıl iyileştirebilir?” almıştır diyebiliriz. Bu açıdan Anadolu İnsanı’nın sevgisini kazanmış samimi bir “Hoca” tarafından yürütülen siyasalar 19. Yüzyılın başında Taylor tarafından emperyal amaçla yürütülmüş “zihniyet devrimi”ne olgusal açıdan çok benzemektedir. Lakin Türkiye’nin tarihte ne emperyalist bir geçmişi vardır şimdi de ne emperyalisttir. Ayrıca Hoca’nın emperyalist bir mantığa sahip olmadığını, samimi olduğunu ve bu coğrafyanın evladı olduğunu kamptaki herkes açıkça çekinmeden dile getirmiştir.
Nasıl 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde Amerika, bu emperyalist mantığına rağmen Taylor sayesinde “Yönetim Bilimi” açısından Batı değerlerinin işçi-patron kavgasının, “artı ürün çatışması”nın tatlıya bağlandığı bir dönem geçirmiş ve bu sayede Amerika Batı’nın ve Batı değerlerinin “lider”i olmuşsa, 21.Yüzyılın ilk çeyreğinde Türkiye de, “komşularla sıfır sorun politikası” ile kendi gençliğinin zihnindeki duvarları yıkmıştır. Bu bağlamda katıldığımız Lider Gençlik Kampı projesi de bu “zihniyet devrimi”nde önemli bir rol oynamıştır ve ileriye dönük yine oynayacaktır. Çünkü yine kampta konuştuğumuz hemen hemen herkes kendisine sunulan imkanların kendisine verilen değerin bir göstergesi olarak nitelendirmektedir.
Doç. Dr. İbrahim Kalın, “İslam ve Batı” isimli eserinde geri kalmışlığın sebebini geri kalan birimlerin sorunu kendisinde değil de rakibin mükemmeliyetinde araması olarak ifade ettiği ve Dr. Mehmet Doğan’ın “mağlubiyet ideolojisi” olarak tanımladığı bu ideolojinin yerini geleceğe yönelik beslenen ümitten doğan hayal kurma almıştır. Seminerlerde Arap Baharı ile ilgili “Yaşanan tüm bu süreç Amerika’nın oyunu değil mi?” gibi bir soruyu kimsenin sormamış olması bunun en büyük kanıtıdır.
Evet, okumak yeni bilgilerle insanın kendisini geliştirmesi güzeldir. Lakin lider olmak lider gibi hareket etmek için sadece bilgi ve tecrübe yetmez. Bunun tersini savunanlar temsil makamında olan kıdemli diplomatların kendi ülkelerini üçüncü bir ülkeye şikayet etmelerini rasyonel bir biçimde izah edemezler. Bu yüzden bilgi ve tecrübenin yanında inanç da lazımdır. Kampta insanların birbirlerini yakından tanıma fırsatı bulmaları ise bu inancı pekiştirmiştir.
Soğuk Savaş’ın “beş cente muhtaç” olunan o yıllarını yaşamayan bizler, ülkemizin Uluslararası Para Fonu’na beş milyar dolar borç verebildiği günlerde yaşamaktayız. Bu bağlamda idealizm-realizm dengesinde hayalci olmayan ama hayalleri olan yeni neslin yetişmekte olduğunu ve bu yorumu da uluslararası ilişkiler kampında bulunan 200 civarında ülkesi için tatlı endişeleri olan gençten çıkardığımızı söyleyebiliriz.
Apolitik bir toplum olmamamız güzel, lakin bu durum karşımıza bir sorun çıkarmaktadır: Bilgi sahibi olmadan yargı sahibi olmak. Bu durum ne yazık ki ortak bir zeminde buluşulamamasına ön yargıların perçinlenmesine neden olmaktadır. Bu durumun ise gençlere dışsal olduğunu söylemeden geçemeyeceğiz. Bilgi çağında yaşadığımız bir gerçek lakin bilgi ile hakikatin, gerçek ile hikmetin ayrımını ne yazık ki toyluktan ve tecrübesizlikten biz gençlerin yapamadığını gözlemleyebilirsiniz. Bu durumun “Lider Gençlik Kampı’nda” Prof. Dr. Çağrı Erhan gibi Prof. Dr. Yasin Aktay gibi alanında uzman hocaların değindikleri nokta, olaylara nasıl bakmamız gerektiği gibi öğüt ve tavsiyeleri ile aşıldığını söyleyebiliriz.
Mücahid Mustafa YAVUZ
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi