19 Mayıs 2011 tarihinde ABD Başkanı Barack Obama Ortadoğu’ya dair konuşmasını yaptığında Ramallah’ta Filistin Kurtuluş Örgütü’nün temsilcilerinden İsrail-Filistin sorunu ile ilgili brifing alıyordum. Konuşmanın ertesi günü ise İsrail Meclisi Knesset’teki milletvekilleri ve Dışişleri Bakanlığı ile bu meselenin İsrail bakış açısını dinleme fırsatımız oldu. Bu görüşmelerin etkisi ve konuşmaların İsrail-Filistin meselesi ile ilgili etkisine yazımın sonunda değineceğim. Obama’nın yapmış olduğu konuşmayı üç temel başlık altında değerlendirmenin uygun olacağını düşünüyorum. Bunlardan ilki Obama’nın neredeyse başkanlığı döneminin son yılına girerken ortaya koymuş olduğu ve Ortadoğu’ya bakışta Amerikan prensiplerini dünyaya hatırlattığı kısım oldu.
Obama konuşmanın ilk bölümünde çok açık ve net bir şekilde Amerika’nın bilhassa George W. Bush döneminde sorgulanan, Obama yönetiminin ilk yıllarında ise belirsizliğini devam ettiren Ortadoğu’ya bakış şeklini resmen adlandırmış oldu. Başkan Obama, Amerika’nın kuruluş felsefesinde var olan özgürlük, demokrasi, halkın kendi kendini yönetmesi ve idarecilerin halka tabi bir yöntem izlemesi gerektiği inancının, şartlar ne olursa olsun arkasında duracaklarını ve bu duruşun Ortadoğu politikalarının temelini oluşturacağını ifade etti. Diğer bir deyişle Amerika’nın kuruluş felsefesinin Ortadoğu politikasındaki uygulanabilirliğinin ve yapılandırılabilirliğinin arkasında durdu.
Obama’nın konuşmasının ikinci bölümü, Amerika’da “Arap Baharı” diye tabir edilen Tunus’la başlayıp Mısır ile devam eden ve birçok Arap ülkesinde hissedilen reform arayışının Ortadoğu’daki durumuyla ilgili yaptığı yorumlar oldu. Bu bölümde Barack Obama Ortadoğu’daki halk tarafından istenen her türlü demokratik değişimin ABD tarafından destekleneceği mesajını verdi. Terörün onlarca yıldır yapamadığını, halkın barışçıl protestolarının birkaç ayda yapmadığını ifade edip bu tarz şiddet içermeyen, halkın ve toplumun genelini kapsayan demokratik reform arayışlarının destekçisi olduğunu ifade etti. Obama, Tunus ve Mısır gibi değişimini ve reformunu belli bir noktaya getirmeye başlamış ülkelere AB, IMF, Dünya Bankası ve Amerika tarafından maddi fonlar ayrılacağını, bu ekonomik yol haritasının halk tarafından başlatılan politik değişimin sürdürülebilirliği açısından ABD tarafından destekleneceğini ifade etti. Obama’nın konuşmasının bu kısmında değinilecek üç can alıcı nokta olduğunu düşünüyorum. Obama, sadece ABD’nin anlaşamadığı ülkelerle değil, aynı zamanda Bahreyn gibi iyi ilişkiler içinde olduğu ülkelere de mesaj verdi. Bu ülkelerin, Amerika Birleşik Devletleri’nin dostu olduğunu, ancak halklarının isteği doğrultusunda bu liderlerin reform yapmaları gerektiğini, reformların yapılmaması halinde demokrasi konusunda talepkar olan halkın destekleneceğini ifade etti. Obama’nın bu sözleri önemliydi. Ne kadar Kuveyt, Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan gibi ülkelerden bahsetmese de, bu mesaja bu ülkelerin de dahil olduğunun ima edildiğini hissetmemek mümkün değildir. Diğer bir deyişle Obama, müttefiki olan ülkelere bile ABD prensipleri doğrultusunda duruşunu ortaya koymuştur. Obama’nın konuşmasının bu bölümündeki ikinci önemli nokta ise İran’a atıfta bulunarak bütün bu reformist hareketlerin İran’da başladığını ve İran odaklı harekete geçtiğini ifade etmesi oldu. Sokak gösterilerinin, protestoların ve muhalefet anlayışının, muhalefeti hapsederek ve protestoculara ateş açarak önlenemeyeceğini, reformların ancak bir muhalif görüşle istişare halinde hayata geçirilebileceğini ifade etti. Bu bölümdeki son önemli nokta ise, şüphesiz Suriye’ye ve Beşar Esad’a yönelik yaptığı yorum oldu. Obama, Suriye halkının bir değişim ve reform talebi içerisinde olduğunu ve bu talebin öyle ya da böyle hayata geçirilmesinin kaçınılmaz olduğunu ifade ederek, halkın değişim talebine Esad’ın ya liderlik etmesi gerektiğini, ya da buna mani olmayıp yoldan çekilmesi gerektiğini vurguladı. Açıkça söylemek gerekirse, bir gerçeği göz ardı edemeyiz. Suriye’de hala yapılan gösteriler Esad’ı iktidardan indirmeye yönelik hareketler değildir. Zaten hali hazırda halkın talebi de Esad yönetiminin ayrılması değil, reformların hayata geçirilmesidir. Ancak Obama, konuşmasının bu bölümünde çok net bir şekilde Esad’a, yani başka bir ülkenin devlet başkanına, bir nevi ultimatom vermiştir. Esad’ın muhalifleri dinlemesi gerekliliğini vurgulayan Barack Obama, Suriye güçlerinin muhaliflerin üzerine ateş açması, ya da hapse atması ile Suriye’de bir reform hareketinin başarılamayacağını ifade etti. Obama’nın konuşmasının ikinci bölümündeki yorumlarını genel hatlarıyla bir kez daha değerlendirdiğimizde, Amerika-Suriye ilişkilerinin önümüzdeki günlerdeki gidişatıyla ilgili endişe duymamak pek mümkün değil. Bilhassa Türkiye’nin son on senedir yakın ilişkiler içerisinde olduğu Suriye’de ortaya çıkabilecek bir Amerika-Suriye gerginliğinin Türkiye’yi ortada bırakacağını ve Türkiye’yi sıkıntıya sokabileceğini tahmin etmek zor olmayacaktır.
Obama’nın konuşmasının üçüncü ve kanaatimce en can alıcı bölümü İsrail-Filistin meselesinin dahil olduğu bölümdü. Bu konuşmayı değerlendirmeden önce şu kısa bilgiyi vermek gerektiğine inanıyorum. İsrail-Filistin sorunu başladığı günden beri ABD’nin bu konuya bakış tarzı hep aynıydı. Amerika devamlı olarak 1967 sınırlarının savunucusu oldu. Ancak George W. Bush döneminde, Bush’un Ariel Sharon’la yaptığı özel bir tek taraflı mutabakat sonucu, Gazze’nin içersinde bulunan 9000 İsrailli ve İsrail askerleri Gazze’den çekilirken, bu çekilme karşılığında İsrail, Batı Şeria’da bulunan 60000 Yahudi’nin yaşadığı Ariel ve Ma’ale Adumim bölgelerini alma talebini Bush’a iletti. Amerika ziyaretinden dönerken Bush’un bu teklife destek olduğuna dair mektubu getirip kamuoyu ile paylaştı. Bu birçok kimse için artık ABD’nin 1967 sınırları konusunda ısrarcı olmadığının ve yeni bir haritaya destek verdiğinin işaretiydi. Nitekim George W. Bush döneminde, ABD’nin İsrail-Filistin meselesindeki arabuluculuk rolü ortadan kalkmış ve tamamıyla İsrail’i destekleyen bir tutum sergilemeye başlamıştı. Obama’nın İsrail-Filistin meselesiyle ilgili Amerika’nın ne olursa olsun 1967 sınırlarını savunduğunu dile getirmiş olması belki de ABD’nin son on yıldır süregelen ve bölgedeki çözümsüzlüğün en önemli sebeplerinden biri olan bu tutumunu değiştirmiş oldu. Ben, Obama’nın İsrail-Filistin konusuyla ilgili yaptığı konuşmayı, bu konuşmanın en önemli ve kritik noktası olarak görüyorum. Obama on senelik bir aradan sonra, İsrail-Filistin konusunda 1967 sınırlarını gündeme getirerek Amerika’nın bu konudaki potansiyel arabulucu olabilme pozisyonunu tekrar var etmiş oldu. Obama, hem İsrail’i, hem de Filistin’i açık bir dille eleştirdi, uyardı ve telkinde bulundu. Obama konuşmasında, İsrail’e yönelik olarak, sınırların kesinlikle 1967 sınırlarına dönmesi ve hali hazırda İsrail askerleri tarafından birçok bölgesi işgal edilmiş olan Filistin’in İsrail askerlerinden arındırılması gerektiğini özellikle vurguladı. Filistin’in ise bu coğrafyada artık bir İsrail olduğunu kabul etmesi gerektiğine, Filistin’in her birimi ve her kontrol mekanizmasıyla birlikte terörün karşısında bir yer sahibi olması gerekliliğine değindi. İsrail’in, Amerika’nın en önemli müttefiklerinden biri olduğunu, Amerika ve İsrail’in güvenlik konusunda önemli bir işbirliği içinde olduklarını vurgulayan Obama, buna rağmen mevcut statükonun bu şekilde devam edemeyeceğini ve bu konuya iki taraftan da acil bir çözüm üretilmesinin gerekliliğini vurguladı. Obama, bu barış görüşmesi sürecinin artık yeniden başlaması gerektiğini ve hassas ve kritik olan Kudüs ve mülteciler meselesinin sürecin ilerleyen zamanlarında yeniden tartışılabileceğini ifade etti. Obama’nın bu konuyla ilgili yaptığı söylemler şüphesiz ki Amerika’nın eski günlerine bir dönüş ışığı olarak yorumlanabilir. Ancak Netanyahu’nun Obama’nın açıklamasından çok kısa bir süre sonra “Bizim için artık 1967 sınırları kabul edilemez” demesi ile, bu işin ne kadar zor çözülebileceğini ve ne denli meşakkatli bir yol haritasının olduğunu görmek mümkündür.
Buraya kadar herşey umut verici ve müspetti. Ancak bu tarihi konuşmasının üzerinden daha 48 saat bile geçmeden, Amerika’daki en önemli Yahudi organizasyonlarından biri olan AIPAC’de, Obama’nın yapmış olduğu konuşma birçok kişinin ümidini boşa çıkarır nitelikteydi. Bir önceki konuşmasında 1967 sınırlarının üzerinde kesin ifadeler kullanarak duran Barack Obama, Yahudi lobisinin ve o esnada Washington’da bulunan İsrail Başbakanı Netanyahu’nun baskılarına dayanamayıp 1967 sınırlarının birebir olarak değil, ancak uygun görülecek değişikliklerle uygulanması taraftarı olduğunu söyledi. Gerek Amerika-İsrail müttefikliği, gerekse ABD’deki Yahudi lobilerinin etkin olması, şüphesiz ki İsrail-Filistin meselesinde Amerika’nın pek de objektif kalmasını mümkün kılmıyor. Sadece bu örnekten bile görebilmek mümkündür ki; ABD Başkanı iki gün önce yaptığı konuşmayı düzeltmek ve yumuşatmak mecburiyetinde kaldı. Tabii ki bu mesele de Amerika’nın güçlü bir liderlk sergilemesine ve objektif kalmasına ciddi anlamda ket vuran bir hadise.
Bir kez daha şu bilinmelidir ki, Obama seçim kampanyası sırasında kullanmış olduğu ve vaat ettiği değişim sözünü ilk defa bu bağlamda dile getirdi. Şimdi asıl mesele, Ortadoğu’nun yeniden yapılanması, Amerika’nın dünyada kaybettiği etik liderlik rolünü yeniden kazanması ve şüphesiz İsrail-Filistin meselesinin barışçıl bir çözüm elde edilebilmesi için tarafların yeniden masaya oturtulmaları gibi çok da kolay sonuca gidilmeyecek konuların netlik kazanmasıdır. Obama’nın bu müspet temennilerinin böyle çetrefilli ve zor konularda kolayca sonuca ulaşmasını beklemek çok da kolay olmayacaktır.
Yrd.Doç.Dr.Burak Küntay
Bahçeşehir Üniversitesi
Hükümet ve Liderlik Okulu (HLO) Başkanı