Günümüzde ABD, İran’a nükleer enerji kullandığı için birçok yaptırımlarda bulunuyor ve savaşla tehdit ediyor. Fakat ilginçtir ki 1957 yılında İran’ı bu nükleer çalışmalar konusunda desteklemiş, onu cesaretlendirmiş, hatta 1958 yılında Uluslararası Nükleer Enerji Ajansına ABD göstermiş olduğu kendi istek ve desteğiyle üye olmasını sağlamıştır.
1968 yılına gelindiğinde İran’daki ilk reaktör ABD tarafından Tahran Üniversitesin kuruldu. İran 1970’de NUCLEAR NON_PROLIFERATION (nükleer silahların yayılması) anlaşmasını imzaladı. Bu anlaşma gereği Uluslararası Atom Enerji Ajansına vermesi gereken periyodik bilgileri eksik ilettiği için bu gün ABD tarafından nükleer bomba yapmakla suçlanan İran; 1973 petrol krizinden büyük gelir elde etmiş ve 20 adet, 20 bin megavatlık nükleer santral inşa politikasını açıklamıştı. O dönemde ABD ile müttefik oldukları için Amerika bu santrallerde bir sakınca görmemişti. İran rejim değişikliğinden sonra uzun bir süre nükleer çalışmalara ara verdi. 1986 yılında Arjantin ve Çin, 1989’da ise Sovyetler Birliği ile çeşitli nükleer enerji anlaşmaları imzaladı. İran; nükleer enerji konusunda bir hayli yol kaydetmiş olsa da nükleer bomba yaptığına dair elimizde bir kanıt mevcut değil.
Ancak nedense ABD’nin politikalarının uyuştuğu ülke yani İsrail nükleer silah bulundurmakta ve tehlike oluşturmamaktadır? İsrail, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması demek olan NPT anlaşmasını imzalamayan ülkelerden biridir. ABD yönetimi bütün dünya ülkelerine bu anlaşmayı imzalamaları için baskı yaparken İsrail’e bu yönde hiçbir baskı yapmadı. İsrail NPT anlaşmasını imzalamadığı gibi nükleer santrallerini Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) denetimine açmaya da yanaşmıyor.
Üstelik İran da ki nükleer silah kanıtlanamamıştır bile ancak İsrail’deki nükleer silah kanıtlandı. Güney Afrika da ki arşivlerden çıkan belgeler bunun kanıtıdır. 1970’li yıllardan beri ‘nükleer bilinmezlik’ politikası izleyen ve nükleer silahlara sahip olduğunu ne kabul eden ne de reddeden İsrail’deki nükleer silahların varlığı ilk kez ‘resmen’ kanıtlandı. Eski Güney Afrika savunma bakanı PW Botha ile İsrail’in o zaman ki savunma bakanı ve şimdiki cumhurbaşkanı, 1994’te İsrail başbakanı Rabin ve FKÖ lideri Arafat’la birlikte Nobel barış ödülüne lâyık görülen Peres arasında 1975 yılında düzenlenen gizli bir toplantının görüşme tutanaklarında dile getirildi. Amerikalı akademisyen Sahsa Polakow-Suransky’nin iki ülke arasındaki ilişkilerle ilgili bir kitap için araştırma yaparken ortaya çıkardı. İsrailli yetkililer, ırk ayrımcılığı rejiminin yıkılmasından sonra kurulan Güney Afrika Hükümetinin Polakow-Suransky’nin isteği üzerine söz konusu belgeler üzerindeki gizlilik kararını kaldırmasını engellemeye çalıştı.
Sizinde bildiğiniz gibi 1986 yılında Mordehay Vanunu adlı İsrailli nükleer teknisyenin İsrail’in gizli nükleer silah programını basına açıklamasıyla dünya kamuoyuna taşınmıştı.
Vanunu, Mossad ajanlarınca İtalya’nın başkenti Roma’da yakalanarak gizlice İsrail’e kaçırıldı. Vatana ihanet suçlamasıyla 18 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Gerçi Vanunu’nun bu ifşaatının sırrı henüz tam anlamıyla çözülebilmiş değil. Çünkü bu ifşaatın İsrail’in bilgisi dâhilinde ve İslâm ülkelerine korku salmak amacıyla yapılmış olması da ihtimal dışı değil. 18 yıl cezanın da göstermelik bir ceza olması mümkün. Zaten Vanunu’nun Aşkelon (Askalan) cezaevine konduktan bir süre sonra ortalıktan kayboldu bu da ayrı bir bilinmezlik. Bundaki amacı yine caydırıcılık gücünü artırmak. Çünkü bu alandaki belirsizlik de İsrail’in işine yarıyor ve tehdit gücünün artmasına vesile oluyor.
Nükleer silahlı İsrail 17 Nisan 1995’te NPT Anlaşması’nın süresinin uzatılması için New York’ta toplantı yapılacağı zaman, İran’ın nükleer gücünü artırarak kendisine karşı ciddi bir tehdit oluşturmaya başladığını iddia ederek bu konuda İran’a baskı yapması için Amerika’yı harekete geçirmek istemişti. Nitekim yapmıştıda. İran’ın Buşehr’de bir nükleer reaktör tesis etmekte olduğunun iddia edilmesi üzerine ABD başkanı Clinton bütün Batı’yı İran’a ambargo uygulamaya çağırdı. 1995’te NPT anlaşmasını imzalamaları için başta Mısır olmak üzere bütün Arap ülkelerine çeşitli şekillerde baskı yaptı. Mısır’ın bu anlaşmayı imzalamak için İsrail’in de imzalaması şartını ileri sürmesi üzerine, Kahire yönetimine karşı anlaşmayı imzalamaması durumunda Kahire-Washington ilişkilerinin zarar göreceği tehdidinde bulundu. Buna ek olarak Yahudi lobisinin uzaktan kumanda ettiği bazı kongre üyeleri Mısır’ın anlaşmayı imzalamaması durumunda bu ülkeye her yıl verilen iki milyar dolarlık ABD yardımının azaltılmasını istediler.
Hatırlarsınız ki İsrail’in eski Savunma bakanı yardımcısı ve eski genelkurmay başkanlarından Mordechai Gur, Irak’ın Osirak nükleer santralinin bombalanmasının 12. yıldönümünde yaptığı konuşmada: “Nükleer bir saldırıya yüz katıyla cevap verecek güçteyiz ve saldırgan ülkeye bize vereceği zararın kat kat fazlasını veririz” demişti.
ABD, İsrail’in silahlanmasına göz yummasını izah etmek için “bu ülkenin kritik bir konumda” olduğunu ileri sürüyor. Oysa İsrail ordusunda en üst makamlarda görev almış bir kişi kendilerinin herhangi bir nükleer saldırıya yüz katıyla cevap verebilecek güce sahip olduklarını ifade ediyor. Bu itiraf asıl kritik durumda olanın hangi taraf olduğunu ve asıl tehdidin nereden kaynaklandığını bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır. Gerçek şu ki, ABD her konuda olduğu gibi bu konuda da çifte standart politikası uygulamayı siyasi ahlâkına ters görmüyor. Zaten ABD’nin de benimsemiş olduğu makyavelist devlet felsefesinde herhangi bir ahlâki değere yer olmadığı bilinmektedir.
Bu ek bilgilerden sonra konumuza dönecek olursak İran da ki nükleer silah bulunma ihtimali dahi İsrail’i dolayısı ile de ABD’yi tedirgin etmeye yetmektedir. İran’ın bir nükleer silaha sahip olması öncelikle İsrail için bir korkulu rüyadır. Çünkü nükleer silahların da bir menzil yeteneği var. İlk etapta İran’ın kısa menzilli bir nükleer silaha sahip olacağı düşüncesi ile İsrail öncelikli hedef konumundadır. Terörist İran nedense İsrail’in yapmadığını yapıp, NPT anlaşmasını imzalayan ülkeler arasında yer almış, üç kez Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) denetimine açmıştır.
İran’ın elinde bir nükleer silah olma ihtimaline karşı; her ne kadar tehditler savursa ve terörist ülke ilan da etse ABD; şu aşamada İran’a saldırmayı göze alamaz. Bunun en büyük kanıtı ise Bush döneminde ABD’nin İran’a ihracatının geçmiş dönemlere göre 10 kattan fazla artması. Bush döneminde ABD’nin İran’a ihracatı 546 milyon dolardır. Bu rakamın 148 milyon dolarını açıklanmamış askeri malzeme ve silahlar oluşturmaktadır? Düşman ilan ettiğiniz ülkeyle ticaret yapmak? Sanırım Hz. Muhammed (s.a.v)’i örnek almış olacaklar ki savaşta bile yardımı esirgemiyorlar.
Bundan 20 yıl geriye gidecek olursak ABD’nin 1.körfez savaşında aynı şeyi Türkiye ye yaptığını görmek mümkündür. Kerkük-Yumurtalık Boru hattı ABD’nin isteği ile kapatılmış ve Irak ile ticari ilişkimize ambargo koymamız istenmişti. Türkiye o dönemde 100 milyar dolar zarar etmişti. Sadece maddi olarak değil bu ambargo Güneydoğu Anadolu bölgesini de etkilemiş ve işsizlik had safhaya çıkmıştı. Bu da bölge de PKK’ya katılım oranının artmasına neden olmuştu. ABD ise bizden ambargo uygulamamızı isterken kendisi, Ürdün üzerinden Irak’la ticari alış verişini en üst düzeye çıkarmıştı.
Nükleer Silah ve Türkiye’ye Etkisi
İran’ın bize rejim ihraç etme girişimleri, PKK’ya olan destekleri ve bizim laik yapımızı da kendilerine tehdit olarak görmeleri füzeleri kullanmaları için tetikleyici nedenler olarak sıralanabilir. Ancak her iki ülkenin de yüzyıllara dayanan devlet bilinci, İran ve Türkiye arasında sıcak temasın olmayışı, her iki ülkenin de askeri, coğrafi ve nüfus yönünden imkân ve yeteneklerinin denk olması bu riski azaltmaktadır. 3.bir ülke ve onun dayatması olmaksızın İran ve Türkiye’nin karşı karşıya kalma ihtimali çok zayıftır.
Türkiye; NPT’nin diğer bir kolu olan ‘nükleer silaha sahip olmayan devlet’ (NON-NUCLEAR WEAPON STATE – NNWS) statüsündedir. Eğer mevcut dünya düzeninde aktif ve güçlü bir rolünüz yok ise nükleer silah yapımı peşinde koşmanız haklı sebeplerden dahi olsa size terörist ülke konumuna düşürmeye yetmektedir.
Ancak Irak savaşından sonra ABD ve İsrail ile olan ilişkiler de yaşanan kötü gelişmeleri, bu iki ülkenin de sadece kendi çıkarlarını düşünerek attığı adımlarını, Süleymaniye olayını, PKK’ya verdikleri desteği, Kuzey Irak’ta Kürt devletinin kurulmasına yeşil ışık yakmalarını düşündüğümde Türkiye’nin; güvenlik ve savunma politikasını tekrar gözden geçirmesi gerektiğine inanmaktayım.
Her şeyden öte nükleer silahın yaygınlaşması ve artmasını önleme konusunda en büyük rolü oynayan Amerika’nın, 11 Eylül sonrası bu alandaki çalışmalarına hız vermesi, elinde yeterli delil olmadan Irak’a girmesi Türkiye’nin üyesi olduğu “nükleer silaha sahip olmayan ülkeler” kolunun artık geçerliliğini yitirdiğini gözler önüne sermektedir.
ŞİMDİ CEVAP BULAMADIĞIMIZ NOKTALARA DEĞİNELİM;
1) Düşman, terörist İran’la 600 milyon dolarlık ticaret?
2) Nükleer silah barındıran ülke terörist hele Ortadoğu da ise peki İsrail?
3) Devrim muhafızları komutanı en son İsrail’i vuruyordu neden bu kadar tehdit varken ortada icraat yok?
4) Rusya, Çin; nükleer silah konusunda İran’a destek sağlıyorlar onlar neden düşman değil? Tek dezavantajları Ortadoğu da mı olmamak yoksa ya da uluslar arası alanda söz sahibi olmaları mı?
5) ABD, NPT’yi terörist İslam ülkelerine dayatırken neden İsrail’e dayatmıyor?
6) Yoksa bunların hepsi sadece bir oyun mu İsrail – İran gerçekten düşman değil mi? Tek amaç dünyanın dinamiklerini hareketli tutmak için göstermelik bir düşmanlık mı? ABD, İran hükümetinden bazı kesimlere hükmedebiliyor mu?
Alperen Cihan ÇETİNKAYA
Selçuk Üniversitesi
Hukuk Fakültesi
KAYNAKÇA: http://nuclearweaponarchive.org/Israel/index.html
www.bbc.co.uk
www.vahdet.com.tr/filistin/dosya4/0935.html
www.toplumsalbilinc.org
www.abna.ir
www.iaea.org
www.salom.com.tr
http://www.silahlanma.com/Turk-Savunma-Sanayi/Israil-nukleer-silahlari-ilk-kez-UAEK-gundeminde.html